-Merhabalar Çağlayan Bey, öncelikle bizi kırmayıp röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Önce sizi biraz tanıyalım. Bize kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Merhabalar Gökhan Bey, ben size teşekkür etmeliyim, ifade imkânı verdiğiniz için. Ben Ankara’da doğdum. Ve liseyi bitirene kadar da oradaydım. Lisans eğitimim Trabzon’da, KTÜ Eğitim Fakültesinde Türk Dili ve Edebiyatı alanında; Yüksek Lisansı Marmara Üniversitesi’nde Kişiler Arası İletişim alanında yaptım. Halen Maltepe Üniversitesi Disiplinler Arası İletişim alanında doktoramı yapıyorum. İlgi alanım insan diyebilirim; onu anlamak, anlatmak, dolasıyla böyle bir ilgi de kavşak bir disiplin olan iletişime götürdü beni. Aslına bakarsanız meslek sizi seçiyorsa çok şanslısınız demektir. Harari “21. Yüzyıl İçin 21 Ders” kitabında diyor ki “Geleceğin eğitiminin 4 özelliği olacak, ilki insanın doğuştan getirdiği merakın gelişmesine yardım edecek.” Diğer canlı türlerinin hepsinde 3 tür merak var: beslenme, barınma ve üreme. 4. merak türü biz de var sadece, gökyüzüne kafayı kaldırıp “Orada hayat var mı acaba?” diyen tek tür biziz. Ama üzülerek ifade edeyim, önce aile, sonra da okul ve öğretmenler bu merakı itina ile yok ediyor. Sisteme rağmen merakı canlı kalıp, onun sesini dinleyenler var ya, işte onlar meslek seçmiyor, meslek onları seçiyor. Merakımı dinlediğim için sistemin duvarlarına epeyce tosladım, kınandım, deli misin der gibi bakışlara muhatap oldum. Ama geriye dönüp baktığımda aldığım en doğru kararın; merakımın burnunun aldığı kokuları takip etmem olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden çok farklı işlerin içinde bulundum, çok farklı insanlarla tanıştım. Profesyonel eğitimler vermek, seminerler düzenlemek, kitap yazmak, eğitimcilik, danışmanlık… Hepsinde ortak payda “bilgiyi üretmek ve bilgiyi yaymak” diyebilirim. Tutkulu bir merakınız yoksa kendinizi tekrar eder durursunuz, kimse de sizi dinlemez. Albert Einstein bir seferinde “Benim özel bir yeteneğim yok. Sadece tutkulu bir meraklıyım.” demiş. Bu sözüyle kendi adına alçak gönüllü davranmakla beraber, dört mevsim taze kalmanın yolunu da bizlerin kulağına fısıldamış. Tarihe bakın, büyük insanların ortak özelliklerinden birinin tutkulu merak olduğunu görürsünüz. Örneğin Newton’da elma, Freud’da arzu, Jung’da rüya, Piaget’de çocuklar, Darwin’de Galapagos kaplumbağaları, Marx’ta İngiltere fabrikaları bir saplantı değildi. Bu kavramların altında yatan gerçekleri öğrenmeye dair tutkulu birer meraktı. Ben de merakının peşinde bir bilgi ve söz işçisiyim diyebilirim.
-Yazma merakınız nasıl başladı?
Öğretmenlik yaptığım yıllarda soru bankaları ve ders kitapları/kitapçıkları yazıyordum. Hatta birkaç öğretmen arkadaşımla yazdığım bir ders kitabı bakanlığın talim ve terbiye kurulundan geçerek liselerde ders kitabı olarak bile okutulmuştu. Sonra iletişim merkezli profesyonel eğitimler vermeye başlayınca alana özgü kitaplar doğal bir sonuç olarak çıktı. Yaptığınız işin kitabını yazacak kadar derinleşmediyseniz, siz o işin seyyar satıcısısınız demektir. İletişimle ilgili 6 kitap yazdım. Bunlar içinde spesifik alana özgü olanlar da var. 1 tane de akademisyen arkadaşlarla yazdığımız ortak yazarlı kitabımız var. Bilimsel metin oluşturmak çok değerli ve çok emek isteyen bir iş. Şimdi iki koldan devam ediyorum, bilimsel metin ve kurgu. Şu anda iletişim alanında eğitim vermek ve bilimsel makaleler yazmanın yanında roman yazmaya da devam ediyorum.
-“Masumların Katli” sizin ilk romanınız, ama öncesinde nonfiction (kurgudışı) kitaplar yazıyordunuz, sizi edebiyata iten sebep neydi? Kısaca edebiyata geçiş sürecinizden bahseder misiniz?
İçimde bir yerde, hayal gücümün dizginleri ele aldığı bir kurgu yazmak arzum da vardı. Zaten lisans eğitimim edebiyat üzerine olduğu için kurguya aşinaydım. Bu düşüncelerle roman yazmaya karar verdim. İlk romanım Masumların Katli fazla dolaşmadan ikinci gönderdiğim yayınevi tarafından kısa sürede olumlu cevap aldı. Arkasından da “Arabulucu” takip etti. Kaynak ve başvuru kitapları yazarken içimden, ben buraya ait değilim diyordum. Tarih veremeyeceğim ama çok eskiden beri bir gün kurgu yazacağım düşüncesi hep vardı, diyebilirim. Edebiyata geçmiş olmuyorum, zaten buradaydım. Teorisini okuduğum bir alanın, pratiğine geçiş yapmış oldum. Umberto Eco, biliyorsunuz gösterge bilim alanında dünyanın sayılı akademisyenlerindendir. Hayatında bir noktadan sonra onca bilimsel kitabının ardından kurguya geçti. Gerçi O’nun televizyonculuk yanı da var. Gülün Adı gibi enfes bir romanla kurgu dünyasına girdi. 1984’te bir röportajında; “Sizi roman yazmaya iten neydi?” gibi bir soruya “Canım roman yazmak istedi.” diye gülerek cevap veriyor. Düşler Tarlası filmindeki Kevin Costner’ın canlandırdığı karakter gibi, içinizdeki sese kulak tıkamayıp onu takip ederseniz nedenler üzerinde çok düşünmüyorsunuz.
-Gerek ‘Masumların Katli’ gerekse ‘Arabulucu’ isimli romanınızda olsun; psikolojiden mitolojiye, tarihten güzel sanatlara kadar pek çok alanı kapsayan oldukça geniş bir bilgi birikimi söz konusu. Görünen o ki, iyi bir yazar olmanızın yanı sıra aynı zamanda iyi bir okuyucusunuz da. Sizi ve yazarlığınızı en çok etkileyen kitaplar ve yazarlar hangileri?
Böbürlenme gibi olmasın ama evet ortalamanın çok üstünde ve geniş bir yelpazede okuyorum. Çünkü kişisel merakımın yanında uzmanı olduğum alanla ilgili yayınları da takip ediyorum. Yazar olmamı doğrudan etkileyen bir kitaplar ya da yazarlar söyleyemeyeceğim. Ama yazma ve senaryo tekniğine dair bolca kaynak okudum diyebilirim. Umudunu Kaybetme filminde bir sahne vardır, bilirsiniz, Will Smith her şeyin kötü gittiği bir zamanda, sokakta gösterişli bir arabadan inen brokerla karşılaşır. Elinde satmaya çalıştığı kemik tarayıcısı cihazıyla adamı durdurup şöyle der: “Hey dostum sana iki soru soracağım, ne yapıyorsun ve nasıl yapıyorsun?” İyi bir yazar olmayı çok kitap okumaya bağlarsak eksik bir korelasyon kurmuş oluruz. Evet, iyi yazarlar çok kitap okur ama onlara ilham veren kitaplardan çok teknik öğreten kitapları ve ustaları da okurlar. Seçici birçok okuma diyebilirim buna. Çünkü şiir yazmıyoruz, yüzlerce sayfa boyunca okuyucu peşinden sürükleme, hikâye anlatma tekniğinin inceliklerini de bilmeyi gerektirir. Ve tabi geniş bir bilgi dağarcığı…
-Yazma rutininizden bahseder misiniz?
Romanlardan söz etmeliyim sanırım. İyi bir fikir bulmadan kesinlikle romana başlamam. İyi bir fikir nedir derseniz yüzlerce sayfa boyunca romanı besleyecek müthiş bir çekirdekten söz ediyorum. Mesela Marslı filmini tek bir önermeye indirsek sanırım şöyle olur: “Bir görev gücü Mars’a gittiğinde beklemedik bir kaza sonucu görevi yarıda kesip dönmek zorunda olsa ve ekipten birini de geride unutsalar ne olurdu?” Andy Weir bu fikirle enfes bir bilim kurgu yazdı. Kitaplarımda böyle çekirdek fikirler bulmadan planlama yapamam. Örneğin Masumların Katli’nin önermesi “Bir grup kayıp genç çıksa, işlenmemiş bir cinayeti itiraf etse ve bu cinayetler gençlerin anlattığı gibi başka bir katil tarafından işlense ne olurdu?” Daha fazla kayıp genç, daha fazla itiraf ve daha fazla cinayet. Arabulucunun önermesi ise, “Tanrı’yı oynayan, yani müzakere yaparken ölmeyi hak ettiğini düşündüğü insanları ölüme ikna eden yaşamayı hak ettiğini düşündüklerini de yaşamaya ikna eden bir arabulucunun, yaşamaya ikna ettiğin insanları bir katil öldürmeye başlasa ne olur?” fikridir. Ama fikri oturtacağınız sağlam bir hikayeniz de olmalı.Ve bu hikâyeyi besleyecek malzeme deponuz. Bir konuda yazmaya karar verdiğimde derinlemesine araştırma yaparım. Örneğin Arabulucu’yu yazarken emniyet müdürlüğünün müzakere timiyle uzun bir röportaj yaptım. İşleri, rutinleri, jargonları, özel hayatları… Okumanın yanında uzman röportajı ve kurgunun sinopsislerinin geçeceği mekanları gezme ve fotoğrafını çekme; bunlar da okumayla bulunmayacak bilgiler sağlar yazara. Romanın sonunun mutlaka belirlenmesi gerekir. Yazacağınız kitabın sonunu bilmiyorsanız başınız dertte demektir. Ve final; okuyucuya evet, değdi dedirtmeli. Ana hattı belirledikten sonra yazarken yan yollar rahatlıkla eklenir, gerekirse geriye dönüp düzeltme ve ekleme yapılır. Ve son olarak elinizin altında bolca malzeme olmalı, çünkü yol çok uzun.
-Sizce “iyi yazar” tanımı nedir?
Mikhail Bakhtin; Dostoyevski için der ki “O; sessiz köleler yaratmaz, yaratıcılarının yanında durabilen, onunla aynı görüşü paylaşmamaya muktedir olan, hatta ona karşı gelebilen özgür insanlar yaratır.” Bence iyi yazarın en önde gelen özelliği budur, yazarı aşan gerçek karakterler yaratabilmesidir. Yine, polisiye yazarı Ian Rankin “İnsanlar kötülüklerden büyülenir. Bu kötülüğün nereden geldiğini ve kendimiz böyle bir eylemi gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceğimizi merak ederiz.” der. Bu da benim için önemli bir özellik, okuyucuya geçemeyeceği sınırları geçme hissini yaşatabilmesi, yani tehlikeye atılmadan, okuyucunun; canavarın omuzlarında durabilmesini sağlaması. İyi bir yazar, kurgusunun rüzgarıyla, Dorothy’i Kansas’tan alıp Oz diyarına götürebilmesi de diyebilirim.
-Bir sonraki kitabınızın konusu için ne düşünüyorsunuz? Yeni kitap ne zaman çıkacak?
2023’ün sonunda yeni kitabımı yayınevime teslim ettim. Bence çok güzel bir hikâye oldu. Merkezinde Şamanizm olan, sıkı bir polisiye roman. Sanırım bu yılın sonuna doğru çıkar. Şu anda elimde yine %80’i bitmiş bir roman var. Ama bu yılın sonuna kadar yetiştirmem gereken başka işler olduğundan beklettiğim bir kitap. Kahramanı bir gazeteci olan bu roman, kendi ailesinin hikayesini araştırırken kökeni 1. Dünya Savaşı’na kadar dayanan bir intikam labirentine düşen bir gazetecinin öyküsü. Bunun da sevileceğini ümit ediyorum.
Sesimin daha fazla duyulmasına imkân sağladığınız için teşekkür ederim Gökhan Bey, sosyal medya hesaplarından yaptığınız nefis paylaşımları keyifle okuduğumu da ifade etmek isterim.