POST KORONA TARTIŞMALARI VE AGAMBEN’İN VİRÜSTEN TEHLİKELİ SAPLANTILARI…
Virüs salgınının küresel bir nitelik kazanmasından sonra “post korona” başlıklı yoğun bir tartışma başladı. Tartışma faklı alt başlıklarda halen de sürmekte; korona sonrası otoriter rejimleri mi yoksa demokrasi mi güçlenecek? Korona salgını boyunca eğitim ve çalışmanın evden yapılır olması korona sonrası eğitim ve çalışma biçimlerinde kalıcı bir değişiklik yaratacak mı? Salgın kamusal hizmetlerin yeniden talep edilir olmasını ve dolayasıyla neo liberal devletten sosyal devlete doğru bir gelişime yaşanmasına sebep olacak mı? Salgının açığa vurduğu sosyal ve sınıfsal eşitsizlikler sınıf eksenli bir solun yeniden güç kazanmasına yol açacak mı? …
Küresel virüsün yarattığı tartışmalarda doğal olarak küresel bir boyut taşıyor. Chomsky, Badoui, Harvey gibi büyük isimlerin yanı sıra Zizek, Agamben, Harari gibi popüler isimler de bu tartışmaya iştirak etmiş durumda…
Tartışmalar ve yöntemsel zaaflar…
Doğrusunu isterseniz bu tartışmalarda -en azından benim için- dikkat çeken ana unsur ileri sürülen tezler olmadı. Zira tartışmacıların büyük çoğunlukla daha önceki söylem ve pozisyonlarını pandemi vesilesiyle bir kez daha ve altını daha kalınca çizerek yinelediklerini görüyoruz. Böyle olması da gayet doğal; bir gariplik, yenilik ve ilginçlik yok. Ve fakat eğer bunu gerçekten pandemi öncesi ve sürecindeki özgül verileri öne çıkararak, bu verilerin somut ve dinamik analizi yöntemiyle yapmış olsalardı… İşte tam da bu nedenle tartışmaların yöntemsel bakımdan taşıdığı nitelik bana çok daha önemli görünüyor… Zira tartışmacıların çoğunun somut gerçeklikten kalkarak kendi kavramlarını teyit etmek, geliştirmek ya da revize etmek gibi bir yöntemi izlemek yerine, somut gerçekleri kendi kavramlarının içine sığdırmaya çalıştıklarını gözlemledim. Ve tartışmacılar ne yazık ki kendi kavramları içine sığmayan somutlukları ise önemsizleştiren ya da tümden yok sayan bir tutum içindeler. Bu yöntemsel kusur tartışmaları sakatlayan çok başat bir zaaf durumunda…
Agamben’in kavramlara kör edici aşkı…
Bu yöntemsel zaafın en uç örneğini ise Agamben’de görüyoruz. Agamben, bilindiği gibi Focoult mahreçli denetim toplumu, biyopolitika kavramlarıyla, Deluuze’nin -yine Foucoult’tan esinlenen- gözetim toplumu kavramını abartarak-uçlara taşıyarak devralmıştı. Bu kavramları güvenlik devlet ve istisnai hal kavramlarıyla birleştirmiş ve derinleştirmişti. Biyo politika, güvenlik devleti, gözetim toplumu ve istisnai hal gibi birbiriyle bağlı ve kendisiyle özdeşleşterdiği kavramlara duyduğu abartılı aşk Agamben’in her baktığı yerde bu kavramları görmesine yol açıyor gibi. Agamben’in bu kavramları her gelişmeyi açıklayan kadiri mutlak bir güç, her kapıyı açan maymuncuk gibi kullanmaya başladığını izliyoruz epeydir. Abartılan her gerçek saçmaya dönüşür sözünü doğrularcasına bir dizi anlamlı gözlem ve analizini de bu tutkulu yaklaşımına kurban ettiği bile söylenebilir.
Yani Agemben bu yöntemsel zaafı ilk defa sergilemiyor; bunu hep yaptı. Bir not olarak belirtelim ki bu tutum, yani bu kavramsal şapkaları her kafaya geçirmeye çalışmak, bir noktadan sonra ve kaçınılmaz biçimde bilimsel teorinin yerini kurgunun ve komplo teorilerinin almasıyla sonuçlanmaktadır. Zira kaçınılmaz biçimde şapka ve kafalar arasında gözle görülür bir uyumsuzluk kendini ele vermekte, galibe bunun farkında olmalı ki. bu uyumsuzluğu kapatmak için Agemben bizleri her defasında süreci belirleyen göremediğimiz gizli bir el olduğuna ikna etmeye çalışmaktadır.
Salgın bir senaryo mu?
Agamben’in pandemi ile ilgili yazdıkları, pandemi girdisi ile güvenlik devleti-gözetim toplumu çıktısı arasında kesinlemeye varan sert determinist bir karakter taşıyor. Ve yanı sıra yine fazlasıyla komplo teorisi kokusu veriyor. Nitekim makalelerinden birinin başlığı manidar içimde ‘Bir Episdeminin İcadı’dır. Agamben’in bu süreçte yazdığı bir dizi makalede salgın, gerçekte olmayan, icat edilmiş bir tehdit (ya da varsa da bilerek fazlasıyla abartılan bir tehdit) olarak değerlendirilmektedir. Agamben, tüm bu süreci ciddi bir halk sağlığı sorunu olarak değil devletlerin istisnai hali olağanlaştırma ve güvenlik devletini-gözetim toplumun derinleştirme operasyonu olarak el almaktadır. Doğal olarak sokağa çıkma yasağı gibi önlemleri de yine aşkla bağlı olduğu kavramlar üzerinden yorumlayarak, bu büyük senaryonun bir uzantısı olarak değerlendiriyor. Bedenlerin kapatılması ve birbirinden yalıtık hale getirilmesi amaçlı komplovari bir uygulama!..
Agamben ne yazık ki kavramsal saplantıları nedeniyle bilimsel bir makale yazmaktan ziyade kalemini distopik bir senaryo yazarı gibi kullanmır olmuştur. Tüm bunlar nedeniyle pandemi süreciyle ilgili yazdığı makalelerin açıklayıcı değerinin çok zayıftır. Birkaç basit soruyla yanlışlanabilen “büyük teori” Zizek, salgınla ilgili yazdığı “Gözetlemek ve Cezalandırmak mı? Evet Lütfen!” başlıklı makalesinde Agamben”in komplo teorisi kıvamındaki görüşlerindeki tutarsızlıkları sergilemek amacıyla şu soruları yöneltiyor: “Neden devlet iktidarı, beraberinde devlete karşı güvensizliği getiren, ayrıca sermayenin tıkır tıkır işleyen yeniden üretimini bozan böyle bir paniği desteklemek istesin ki? Gerçekten kendi sultasını canlandırmak için küresel bir ekonomik krizi tetiklemek sermayenin ve devlet iktidarının yararına mı? Yalnızca sıradan insanların değil aynı zamanda devletin ta kendisinin de panik içinde olduğunu, durumu kontrol edemediğinin farkında olduğunu gösteren bariz işaretler aslında sadece savaş hilesi mi?” Gerçekten de küresel ekonominin bütün tedarik zincirini felç eden bir pandemiyi devletlerin denetim devleti pekiştirme amaçlı bir kurgusu olarak değerlendirmek ne kadar inandırıcı?
Arif Koşar’ın “Agamben sadece yanıldı m? Yoksa daha fazlası mı?” makalesinde Agamben’e yönelik eleştirel hatırlatmaları da oldukça yerindedir. Koşar, devletlerin pandemi karşısında ilan ettiği sokağa çıkma yasaklarını denetim devletini derinleştirme amaçlı bir kurgu olduğunu iddia eden Agamben’e şu temel gerçeği hatırlatıyor: Sokağa çıkma yasağı konusunda uzun süre isteksiz davrananın devletler değil miydi? Sonunda el mecbur ilan ettikleri bu yasağı yine mümkün olduğunca dar kapsamlı ve işlevsiz kılanlar yine aynı devletler değil miydi? Ve fakat tüm çalışanlara ücretli izin verilerek sokağa çıkma yasağının tüm toplumu kapsar hale gelmesi talebi başta emek örgütleri olmak üzere toplumdan yükseltilmedi mi? Koşar haklı olarak, sokağa çıkma yasağının genelde otoriter bir yöntem olmasının her vakada ve farklı ilişkiseliler içinde ille de aynı anlama gelmesinin gerekmeyeceği görüşünü ifade ediyor.
Yalnızca zayıf bir analiz değil insan sağlığına da zararlı…
Agamben’in yaklaşımını zayıf ve açıklayıcı değeri çok düşük olarak nitelememizin nedeni gerçek olgularla bariz biçimde çelişmesi ve bu denli kolay yanlışlanabilmesidir. Gelelim Agamben’in yaklaşımını neden etik olarak da tehlikeli bulduğumuza… Ki bu da doğrudan sokağa çıkma yasağı konusunda söyledikleriyle ilgili…
Agamben “Bir Soru” isimli makalesinde şöyle diyor: “…sırf açıkça belirtilemeyen bir risk adına, ülkenin tarihinde İkinci Dünya Savaşı’nda bile gerçekleşmemiş bir şeyi (savaş esnasında sokağa çıkma yasağı yalnızca belirli saatlerle sınırlıydı), yani hareket özgürlüğümüzün kısıtlanmasını sorunsuz bir şekilde kabul ettik. Akabinde, sırf açıkça belirtilemeyen bir risk adına, arkadaşlık ve aşk ilişkilerimizi, yakın çevremiz olası bulaşı kaynağı haline geldiğinden de facto (fiilen) askıya aldık.”
Yukarıdaki sözler genel doğruları her özel olaya uygulama kolaycılığının yol açabileceği felaketli yanılgılara dair çok çarpıcı bir örnek. İnsanların kapitalizmde kendi dışındaki her şeye, daha da ötesi kendi insani duygulanımlarına bile yabancılaştıkları biliniyor. Zira tüm bu faktörleri, başarı kazanabilmelerinin hatta hayatta kalabilmelerinin sistemik yolu olan rekabet kabiliyetlerine yönelmiş bir tehdit olarak algılıyorlar. Bu bilinen genel bir doğrudur. Agemben bu genel doğruyu, yaygın ve riski belirsiz bir küresel salgın anındaki insan davranışlarını anlamlandırmak için kullanıyor. Sonuçta vardığı yer “sokağa çıkma!” çağırılarına uyan insanları bu tür bir yabancılaşmaya teslim olmakla suçlamak; bu kimseleri biyolojik varlığını sosyal ve ahlaki varlığından çok daha fazla önemsemekle eleştirmek oluyor. Ve bu tutsak edici yabancılaşmaya karşı bir direniş biçimi olarak insanları, olağan yaşamlarına devam etmeye, yani sokağa çıkmaya çağırıyor.
Agamben’in pandemi ile ilgili yazdıklarını aynı zamanda etik açıdan da tehlikeli bulmamızın nedeni tam da budur…
Mahmut ÜSTÜN