1989 yazında bir sabah…
1989 yazında bir sabah, bir vadinin kuzeye bakan yamacındaki bir köy evinde, ayrılmadan hemen önce fotoğraf çektik.
Tüm kış kendisini görmeyi büyük bir özlemle beklediğimiz o ince kadınla yan yana olduğumuz bir an bu. Mesut görünmeye çalışan dört kardeş; gözlerimizi kırpmıyoruz, bir nedeni var elbet bunun. Büyük holdeyiz; deklanşöre basılacak birazdan, öylece bekliyoruz, zaman geçmiyor bir türlü. İri damlalar birikiyor gözlerimizde, fotoğrafa yansımamalı kederimiz. Sonu olmayan bir girdapta zamanın geçmesini bekliyoruz. Parmağın deklanşöre inip kalktığı uzun bir an bu…
O yıl, okullar kapanmadan hemen önce dedem gelmiş ve bizi köye götürmüştü. İlk kez fötr şapkalı birini gören çocukluk arkadaşlarımızın Hıristiyan olduğumuza kanaat getiren şaşkın bakışları altında oldu bu olay. Sonraki yıllar, okullar kapanmaya yakın hep bekledik dedemi; ama bir daha gelmeyecekti…
Sanırım hayatımızın en güzel yazıydı; çünkü o yıl Zülal doğdu… Ve tüm yaz, şimali boydan boya saran, dorukları karlı o kadim duvar refakat etti neşemize. Ne çok çocuğu vardı o dağların, vadilerin ve ne çok ihtiyarı vardı o tuhaf kavmin. Sonra hızla tükenecekti koca kavim; bunu henüz kimse bilmiyordu, ben dâhil…
1989 yazında bir sabah. Güneş henüz doğmuş. Hava serin, ceketlerimiz üzerimizde. Sabah serinliği vuruyor küçük bedenlerimize. Büyük holdeyiz…
O yaz dedemle, üç ayaklı küçük bir sehpa yaptık. Nereden bilebilirdim ki bunun birlikte inşa ettiğimiz son şey olduğunu. Göğsünde çapraz bir fişeklik gibi patika taşıyan o kutsal dağ şahidimdir…
Hatıranın sonsuz kıymeti varmış; öyle ağır bir yük, anlatılmaz. Yitip giden onca vakit, onca insandan sonra anlayacaktım bunu. Sonsuz zamanın bir anında donup kalmış bir fotoğraf karesinin, yıllar sonra bir anda karşısına çıktığında, insanı nasıl yaktığını…
Soğuk bir öğleden sonra, bulutlar tüm hüznünü üzerimize dökerken o yaz; şimdi boylu boyunca bir mezarda uzanan o genç adam, ahşaptan oyuncaklar oydu tüm çocukluğumuza. Kertas’tan başlayan bir gökkuşağı uzandı sonrasında gökyüzüne. O gece, uyumadan önce yastığımızı öpmemiz gerektiğini öğrendik, bir tarih gibi yüreğimizi mesken tutmuş o narin kadından. Sabahına ayrıldık kendisinden ve ne zaman başlayıp ne zaman bittiğini hiç bilmediğimiz çocukluğumuz gibi bir şey oturdu Pakıra semalarına…
1989 yazında bir sabah, bir dağın kuzeye bakan yamacındaki bir köy evinde, ayrılmadan hemen önce fotoğraf çektik. Sonu olmayan bir girdapta zamanın geçmesini beklerken, parmağın deklanşöre inip kalktığı uzun bir anda oldu bu…
Serhat HALİS