Yunanistan’da faşist Altın Şafak’ın kapatılması: Olağan mı zafer mi?
Özgür ÇOBAN yazdı:
Yunanistan‘dan birkaç gün önce uluslararası medyaya, neonazi partisi Altın Şafak’ın kapatılmasını ve yöneticilerinin cezalandırılmasını sokaklarda kutlayan, sevinç gösterilerinde bulunan vatandaşların yer aldığı fotoğraflar servis edildi. Bu partinin parlamentoya girmesi hatta üçüncü büyük siyasal güç haline gelmesi Yunanistan vatandaşları için hayli korkutucu olmuştu. Artık sevinme zamanıydı. Bu yazıda sonuca odaklanmadan Altın Şafak meselesi özelinde Avrupa faşizmi genelinde bir tartışma yürütmeyi amaçlıyorum.
Avrupa’da yeni faşist partilerin aktivitelerini bir noktaya taşımış olmaları geleneksel siyaset ya da eş deyişle merkez siyaset için endişe verici olabilir. Onlar da biliyor ki kendilerine iktidar olma izni veren egemen sınıf, kapitalist düzen bekçisi faşist çeteleri de bizzat elleriyle kendi arka bahçelerinde besliyor. Egemenler, faşist çetelerin -bazıları halihazırda parti görünümünde parlamentolarda yer alıyor- kendi kontrolleri altında işlerini yapmalarını ve denetimli bir terör uygulayarak demokrasi güçlerinin mücadele azmini kırmalarını istiyorlar. Faşist çeteler açısından sorun şu, sahipleri olan egemenler, onların henüz ülkeleri yönetebilecek saygınlığa ya da değere ulaşmadığını düşünüyor. Bu nedenle faşist bekçi köpeklerine biçilen rol şimdilik mini katliamlar, ırkçı saldırılar vb. pis işlere koşulan figüranlık seviyesinde kalıyor ama tarihsel örneklerin tümü faşist çeteleri tam anlamıyla kontrol altında tutmanın güç bir iş olduğunu gösteriyor.
Yunanistan’da neonazi Altın Şafak partisinin kapatılması olayına gelince şahsi fikrim hiç de sokaklarda kutlanacak “antifaşist bir zafer” olmadığı yönünde.
Nedenlerine gelince…
Günümüz egemen sınıflarının -onca sadakatine rağmen- henüz tam onayını alamamış olan faşist hareketlerin, hükümetlere dahil olmak istemeleri, ordu ve polis içerisindeki uzantıları aracılığıyla darbeler ya da kitlesel katliam planları yapmak gibi “boylarını aşan işlere” kalkışmaları, dizginlerinin çekilerek “hadlerinin bildirilmesini” zorunlu kılmıştır. Sonuç itibarıyla totaliter bir rejimin ne zaman kurulacağına karar veren merci finans kapitaldir, onun bahçesinde beslediği uşakları olan faşistler buna karar veremez. Bu kadrajda, Avrupa ölçeğinde söylüyorum, finans kapital proleter bir devrim kapıya dayanmadığı sürece geniş kapsamlı bir faşist terör organizasyonundan şimdilik kaçınıyor. Çünkü ellerinde hâlâ verimli bir şekilde kullanabildikleri az da olsa otoriterleşmiş bir parlamenter sistem bulunuyor. Yine de faşizm sopası ellerinin altında ve hiç yanlarından ayırmıyorlar.
İşte neonazi Altın Şafak’a yönelik operasyonu bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Altın Şafak’ın “suç örgütü” ilan edilip yasaklanması, Yunan faşist hareketinin aşırılıklarını yumuşatarak, kendine verilen görevi unutmaması ve tekrar kontrol altına alınmasına yöneliktir. Yoksa bu partinin yasaklanmasının faşizmi ezmeye ya da onu yok etmeye dönük bir çaba olmadığı gayet açık çünkü finans kapital eliyle beslenen adı Helen Çözümü olan başka bir faşist/neonazi oluşum çoktan siyasi arenadaki yerini aldı bile. Bu durum aynı zamanda, Altın Şafak’a çekilecek operasyonun uzun bir zamandır planlandığını da gösteriyor. Yeni faşist parti piyasaya çıkınca eskisi yöneticileriyle birlikte tarihin çöplüğüne yollandı.
MERKEZ SİYASET BU SORUNU ÇÖZEMEZ
Aksi halde, egemen sınıfların güdümünde olan ve görevi dünyayı neoliberal bataklıkta çürütmek olan merkez siyaset ya da geleneksel siyaset partilerinin yasal düzenlenmeler veya bir takım adli kovuşturmalarla faşist tehdidi ortadan kaldırmasını beklemek en hafif tabirle “saflık” olur. Almanya’da polis içerisinde her gün yeni bir faşist çete ortaya çıkarılmasına, bunların Neonazi çetelerle organik bağları olduğunun tespit edilmesine rağmen İçişleri Bakanı Horst Seehofer, polis teşkilatı içerisinde kapsamlı bir kovuşturma yapılmasına izin vermiyor. Bugüne kadar kapitalizm/neoliberalizm gönüllüsü bir siyasi iktidarın faşist hareketlerle ters düştüğünü ya da mücadele ettiğini gösteren bir örnek var mı ben hatırlamıyorum doğrusu.
Yunanistan’daki faşistlerin partisi Altın Şafak’a yönelik soruşturmalar derinleştikçe bunların ordu, polis ve istihbarat ağları içerisinde nasıl yuvalandıkları görüldü. Bu durumu, faşistlerin bizzat devlet kurumları tarafından korunduğunu ve beslendiğini göstermesi açısından anlamlı buluyorum. O nedenle merkez siyaset aparatlarının “ben şöyle demokratım, böyle büyük demokratım” kabilinden nutuklarına aldanmamak gerekiyor.
Neoliberalizm enstrümanı hiçbir hükümetin, devlet içerisinde faşist hareketleri kollayan ve besleyen yapıları yok etmesi mümkün değildir. Diyelim ki bunun yapmaya kalkıştı, kullanabileceği biricik aygıt yine polis, ordu ya da istihbarat olacaktır. Olur mu böyle bir şey? Olamaz. Siyah ile beyaz birbirine karışmış çoktan. Faşistleri, bu kurumlardan elde bulunan siyaseten hükmetme pratikleriyle temizleyemezsiniz.
“DEMOKRASİNİN ZAFERİ” Mİ DEDİNİZ?
Bu nedenle, Altın Şafak’ın “suç örgütü” ilan edilmesi, bazılarının deyişiyle “Avrupa demokrasisinin faşizme karşı bir kalkışması, tokadı ya da zaferi falan” değil. Bu partinin başına gelenleri “faşizme karşı kazanılmış büyük bir zafer” olarak kutlamak ya da pazarlamak gerçekçi olmuyor bu bakımdan. Bakın yukarıda bahsettiğim gibi finans kapital, faşist hareketlere verilen zararı hemen telafi edecek güce sahip. Gördük ki aradan uzun bir zaman geçmeden hemen yeni bir faşist parti Yunan siyasetinde yerini aldı.
Ezcümle, faşist hareketlerin yasal önlemlerle durdurulması mümkün görünmüyor. Çünkü bizzat bu hareketler kendilerini ülkelerde hüküm süren yasal çerçevenin üzerinde konumlandırıyor ve konumlandırılıyor. Almanya’nın en büyük Nazisi ve küresel katil Hitler, 1923’te gerçekleştirdiği başarısız darbe girişiminden sonra tutuklandı, 5 yıl ceza aldı ve 9 ay sonra serbest kaldı. Ne değişti? Hitler hapishaneden çıktıktan sonra faşizm ülkeyi teslim aldı ve iktidar yolculuğunu tamamladı.
Buradan anlaşılıyor ki faşizmle mücadele egemen sınıfın güdümündeki siyasal partilere, yargıya ya da güvenlik güçlerine bırakılamaz. Bu mücadele, itici güç olarak emekçi kesimlerin çekirdeğinde yer alacağı, toplumun tüm katmanlarının temsilcilerinin katılımıyla oluşturulacak geniş demokrasi bloklarıyla yürütülmelidir. Sadece bu şekilde birbirine kenetlenmiş bir demokrasi cephesi faşistleri sokaklardan, caddelerden temizleyebilir.
Sonuç olarak, yeni sürüm faşistler, güya kapitalist krizlere ve Avrupa Birliği dayatmalarına karşı halkı savunuyorlar, “düzen partileri”ni teşhir ediyorlar. Bu şekilde neoliberalizm kaynaklı biriken tepkiyi kendi saflarında mobilize etmeye çabalıyorlar. Bu süreçte sol/sosyalist partilerin kitlelere krizi bertaraf edecek bir çözüm önerisi sunamaması, yol gösterememesi ya da organik olarak sahada bulunmaması kitleleri faşist demagojinin kucağına itiyor. Faşist partilerin Avrupa sathında elde ettikleri seçim başarılarına bakarak bunun güçlü sinyallerinin geldiğini söyleyebiliriz. Bugün sol/sosyalist partiler, bulundukları durağanlığı aşamadıkları ve cesur bir tavır sergileyemedikleri için faşizmin büyümesi/büyütülmesi suçuna ortaktır. Gidişata müdahale etmek için elde bulunan zaman hızla daralıyor, sorun daha yakıcı hale geliyor.