YAŞANANLARIN TEMEL NEDENİ, TOPLUMUN BASKIYLA SUSTURULMASIDIR!

Geçen hafta bu köşede yayınlanan yazıda, Türkiye insanının yaklaşık bir aydır, organize suç örgütü liderinin açıklamalarına kilitlendiğini ve pazar sabahları bir yandan kahvaltı ederken, diğer yandan Sedat Peker’in açıklamalarını dinlediğini yazmıştım. Peker geçtiğimiz hafta sonu cumartesi, Cumhurbaşkanı’nın yeğeninin eşi ile yaptığı telefon görüşmesine dair kısa bir video, pazar günü ise her hafta yaptığı gibi, gün geçtikçe ilginç hale gelen açıklamalarını içeren uzun bir video paylaştı. Yeni video, İçişleri Bakanı’nı, devlette görev yapan bürokratları, siyasetçileri, iş dünyasını ve medyayı kapsayan önemli açıklamalar içeriyor. Aslında Peker, her videosuyla devlet, siyaset, iş dünyası, medya, mafya ilişkilerini ortalığa saçmak suretiyle, içten içe çürümekte olan sistemi ifşa ediyor desek yeridir. Daha önce de yazdığım gibi, Peker’in ifşa ettikleri, yıllardır devletin her türlü baskı ve şiddetine rağmen yılmadan çok daha fazlasını söyleyen bu ülkenin vicdanlı insanlarının söylediklerini doğrulamaktadır. Bu nedenle söylenenler, bunlardan daha fazlasını dile getiren ve üzerine gidilmesi için mücadele eden sistem muhalifleri için çok da şaşırtıcı değil.
Şaşırtıcı olmayan bir başka şey ise, iktidar blokunun dün birlikte iş tuttuğu, kendilerine destek mitingleri yapan, seçimlerde kullanması için iktidara mensup milletvekilinin (şimdilik bildiğimiz bir kişi) arabasına çantayla para bıraktığını, seçim sürecinde halka dağıtılan veya seçim otobüsünün üstünden halkın kafasına fırlatılan kahvenin bile kendisine ait olduğunu ve bunun için kendisine herhangi bir ödeme yapılmadığını söyleyen Peker’i, Türkiye’yi istemeyen düşman ülkelerin istihbarat örgütlerinin kontrolünde olmakla suçlamasıdır. Farz edelim ki dediğiniz gibi Peker istihbarat örgütleri tarafından konuşturuluyor, bu durum iddiaları yok mu ediyor? Neden muhalefetin, iddialar hem TBMM’de tarafından araştırılsın hem de yargı soruşturma başlatsın, yönündeki çağrılarını görmezden geliyorsunuz? Bırakın meclis iddiaları araştırsın, Peker’i hangi istihbarat örgütü kullanıyorsa bunu ortaya çıkarsın ve halka açıklasın. Bu yapılmadığı gibi, iddiaların hedefindeki İçişleri Bakanı çıktığı televizyon programında, Peker’in iddiası hakkında kendisine sorulan soruya, “Onu bana sormasın, her ay 10 bin dolar verdiği siyasetçiye sorsun” diyor. Bakan bu açıklaması ile bir anda parlamentoda görev yapan 600 milletvekilini zan altında bırakıyor. Bir başka televizyon programında gazetecilerin konuya dair ısrarlı sorularını yine yanıtlamıyor ve savcı beni çağırırsa ismi ona veririm diyor. Tüm bu iddiaların aydınlatılması ve topluma açıklanması TBMM’nin görevidir. Ancak TBMM’de çoğunluğu elinde tutan AKP-MHP bloku, hemen her konuda olduğu gibi, bu konuda da muhalefetin verdiği, araştırma komisyonu kurulsun önergelerini reddediyor. Bir başka deyişle iktidar bloku, devlete sızmış veya devlet adına görev yapan ve bu görevlerini kendi şahsi çıkarları için kullananların, mafyayla girdikleri çıkar ilişkisi ortaya çıkarılmasın diye parlamentoyu bloke ediyor. Halbuki yapılan araştırmalar, halkın %75’nin iddiaların doğru olduğu kanaatinde olduğunu ve soruşturma başlatılması gerektiğini düşündüğünü ortaya koyuyor.
Sayısal olarak bu blokajı aşamayan muhalefet sözcülerinin, İçişleri Bakanı’nın açıklamasının tüm milletvekillerini zan altında bıraktığını, dolayısıyla TBMM Başkanı veya İçişleri Bakanı’nın kendisinin, Sedat Peker’den 10 bin dolar alan siyasetçiyi açıklaması gerektiğini söylemesi üzerine, Meclis Başkanı’nın organize suç örgütünden her ay 10 bin dolar alan siyasetçiyle ilgili belge ve bilgilerin bakan tarafından Meclis Başkanlığı ile yargıya iletilmesi yönünde yazı yazması, iktidar cephesini rahatsız ediyor. Üstelik, “Cumhurbaşkanı varken, yasama organının başkanı, bakandan bilgi isteyemez” söylemiyle. Buna, tek adamlığın meclisi yok sayması denir. Halbuki meclisin ve mecliste bulunan 600 milletvekilinin üzerindeki şaibeyi kaldırmak, TBMM Başkanı’nın görevidir. Zira bakan, mecliste görev yapan milletvekillerinin tamamını zan altında bırakmıştır. Dolayısıyla parlamentonun ve tek tek milletvekillerinin hukukunu korumak ve bakanın açıklaması ile üzerlerine yapışmış olan şaibeyi kaldırmak TBBM Başkanı’nın görevidir. Bakanın iddiasıyla ilgili Cumhurbaşkanı ile kabineye bilgi vermesi yürütmenin kendi iç işleyişidir.
Peker’in, son videosunda dile getirdiği belediyelerdeki ihale yolsuzluklarına dair açıklamalar, hiç kuşku yok ki belediyelerle sınırlı değildir. Yıllardır bu tür yolsuzlukların hâkim olduğu sistem, kaçınılmaz olarak suç ortaklıklarını teşvik etti ve bu alanda faaliyet yürüten organize suç örgütlerine zemin hazırladı. Dolayısıyla bu alanda organize suç çeteleri, cirit atıyorlar. Ne yazık ki, gerek özelleştirme adı altında peşkeş çekilen tesisler ile arazilerin satış ihalelerinde, gerekse yapılacak işler ile mal temini için açılan ihalelerde belirleyici olan, şirketlerin kanun gereği rekabetleri değil, masa başı pazarlıklar ve mafya yöntemleri oldu.
İşin üzücü tarafı, Sedat Peker’in bakanlar, milletvekilleri, bürokratlar ve medya hakkındaki iddialarını, baskıyla sindirilmiş toplumun sessizce izlemekle yetiniyor olmasıdır. Örneğin; yandaş bir sermaye grubunun, bir başka sermaye grubunun elinde bulunan ve televizyon kanalları, gazeteler, internet siteleri ile birçok televizyon kanalını bünyesinde toplayan dijital platformlardan oluşan medya topluluğunu satın alması için, bir devlet bankasından verilen 750 milyon dolar krediyi geri ödemediği iddiası bile toplumu harekete geçirmiyor. Halbuki böylesine büyük bir krediyi veren banka, devletin bankasıdır ve bugünkü kur üzerinden geri ödenmeyen para, 750.000.000X8,63 = 6.472.500.000 (altı milyar dört yüz yetmiş iki milyon beş yüz bin) Türk Lirasıdır. Geri ödenmeyen bu büyüklükteki para, önümüzde ki süreçte banka tarafından görev zararı olarak kayda geçecek ve bütçeden, yani bizim cebimizden çıkmış olacaktır.
Aslında gerek toplumun içinde bulunduğu atalet gerekse parlamentonun işlevsizliği sorunu, özellikle Türkiye gibi, farklı kültürlerin bir arada yaşadığı az gelişmiş veya gelişmemiş devletlerin temel sorunudur. Bu, devlet ideolojisinin dayandırıldığı ırk, din ve mezhep gibi farklılıklarından birinin diğerlerine üstünlüğü iddiasının siyasetçiler tarafından pervasızca kullanıldığı ülkeler için can yakıcı bir sorundur. Maalesef bu sorunun temelinde, ayrıştırma ve düşmanlaştırma politikaları yatmaktadır. Zira iktidarlarının devamını bunda gören popülist siyasetçilerin hamasi söylemlerini benimseyen çoğunluk, başkalarının acılarını kendi acıları gibi görme ve başkalarına yapılan kötülükleri kabul etmeme gibi erdemlerden kopmaktadır. En acısı ise başkaları haklarına sahip olmasın diye kendi haklarından vazgeçmeyi kabul eden insanların gün geçtikçe çoğalıyor olmasıdır.
Yaşadığımız ülke Türkiye’de, demokrasinin 1946 yılında çok partili sisteme geçilmesi ile başladığı söylense de, demokrasi hiçbir zaman tam anlamıyla kurumsallaşamadı. Bunun iki önemli nedeni var: Birincisi, halkın oyunu alıp iktidar olan siyasetçilerin, demokrasiyi özümseyip içselleştirememeleri ve kendi siyasi düşüncelerine uygun düzenlemeleri hayata geçirmek için, halkın çoğunluğunun önemsediği milli ve dini değerleri istismar etmeleridir. İkinci önemli neden ise; görevi ülkeyi dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korumak olan ordu üst kademesinin, yarım yamalak demokrasiyi kesintiye uğratan müdahalelerde bulunmasıdır.
Bunun yanı sıra, toplumun çağdaş demokratik değerler hakkında eğitilip aydınlatılmaması, yerel feodal yapının korunması, korunan ve kollanan cemaat, tarikat gibi yapılanmaların eğitim gibi önemli bir alanda faaliyet göstermeleri, yurtlarda barındırdıkları veya okullarında okuttukları bireyleri çağ dışı ideolojilerinin militanı haline getirmeleridir. Ve ne acıdır ki, uzun yıllardır Türkiye’de merkez siyaset tarafından desteklenen bu tarikatların militanlaştırdıkları insanlar, devlet bürokrasisine yerleştirildiler. 15 Temmuz 2016 tarihinde darbeye kalkışan AKP’nin eski iktidar ortağı FETÖ yapılanması bunların başında gelmektedir. Topluma verecek bir şeyleri olmayan ve demokrasiyi seçim sandığıyla sınırlı gören iktidarlar, bu yapılanmalarla yakınlaşmayı iktidarlarının devamının garantisi olarak görüyorlar.
Halbuki demokratik bir ülkede, siyasi iktidar meşruiyetini halkın sandığa yansıyan iradesinden alır. Hükümet, halk iradesinin temsilcisi olan meclis ile adaletin koruyucusu yargı tarafından denetlenir. Demokraside din, mezhep, tarikat, devlet yönetiminde referans değildir. Maalesef bugün Türkiye’de demokrasiyi askıya alan, insan emeğini sömüren, ülkeyi bilim, kültür, sanat ve uygarlıktan koparan, demokratik rejimin yerini milliyetçilik ile dini referanslarla güçlendiren tek adam yönetimi aldı. Bu yönetim biçimini dayatanlar, onların ilişkide oldukları yandaş medya, sermaye grupları, parti üyeleri ve hatta oy verenler artık dokunulmazdırlar. Toplum iktidardan yana olanlar ve karşı olanlar şeklinde ikiye bölünmüş bulunuyor. Ortaya saçılan tüm kirli ilişkilere rağmen, iktidar bloku ile yandaşları, dini bütün, milliyetçi, yerli ve milli; karşılarında yer alan ve bu kirliliği reddedenler ise topluca vatan haini, terörist, dış güçlerin işbirlikçisidirler.
Tüm bunlara karşı, büyük, küçük, parlamento içi ve dışı tüm muhalefet partileri, farklılıkları bir kenara bırakmalı ve zaman kaybetmeden, kapitalist sistemde olabilecek kadarıyla, temiz devlet, temiz siyaset ve temiz toplum için bir araya gelmelidirler. Ülkenin bu kirlilikten kurtulması için bir yol haritası çıkarmalı ve onu topluma açıklamalıdırlar. Unutulmamalıdır ki, bunca kirliliğe batmış bir iktidara karşı herkesin kendi yerinden muhalefet ediyormuş gibi görünmesi artık çözüm değildir. Zira karşıdaki blok, demokrasiyi kendi iktidarı ile sınırlı gören bir anlayışa sahip olduğundan, iktidarı kolaylıkla bırakmayacaktır. Dolayısıyla öncesiyle, seçim günüyle ve sonrasıyla halkın iradesinin seçimlerde doğru bir şekilde sandığa yansımasının sağlanması ve sandıktan çıkan sonuca sahip çıkılmasının programı net bir şekilde ortaya konmalıdır. Umarım, muhalefet en kısa zamanda, geniş bir demokrasi cephesinde bir araya gelir ve bu ülkenin tüm sorunlarının çözümlerine dair önerilerini içeren bir programla tolumun karşısına çıkar.
Bu bataklıktan çıkmanın başka da yolu yoktur!