Verili kadınlığı güzellemek ve kadın özgürlüğü…
“Kadın veya erkek” biyolojik bir tanımdır, “kadınlık ve erkeklik” ise toplumsal bir kimliktir. Aşma süreci ile beraber kültürel bir yapılanmaya işaret etmektedir” (Hepşen, 2010: 14). Yani kadın-erkek ile kadınlık-erkeklik aynı şeyler değildir. Dolayısıyla mevcut kadınlık durumunu “güzelleyen” her yaklaşım kadına verili ezilmişlik ve ikincillik konumunu benimseme çağrısıdır. Kadının verili halini sorgulama ve aşma çabasıyla birleşmeyen “erkek egemenliği” eleştirisi kadını ya “erkekleştirir” ya da verili halini kutsamaya götürür. Örneğin “kadın ayrıntıcıdır ya da sadıktır” diyerek övünmek, pekâlâ kadının toplumsal planda ikinci cins konumunu güzellemek anlamına gelebilir. En başta ve öncelikle erkek egemen yapının ama aynı zamanda bu yapının bağımlı bir değişkeni olan verili kadınlık durumunun da radikal bir eleştirisi ve reddiyle yola çıkmayan bir kadın hareketinin, erkek egemen sistem karşısında özgürlükçü bir hareket olma şansı da yoktur.
Kadına yönelik (fiziki, eğitsel, sosyal, ekonomik ve kültürel) erkek şiddeti, kadını erkek egemen sistemin ya uysal bir kölesi ya da oyunu bu erkek egemen sistem içinde oynamaya çalışan “kurnaz” bir aktör haline getirir. En sıradan haliyle erkek şiddeti karşısında “kadın birey” olarak bağımsız yaşama olanağı elinden alınan kadın, kendisine bir başka erkek himayeci bulmaya zorlanır.
Erkeklerin saldırganlığına karşı başka erkeklerin sahiplenici saldırganlığını kullanmayı, yani erkek egemen sistemin erkekler arasındaki çelişkilerini kullanmayı öğrenir. Böylece aslında kadının, erkek egemen sistemin değerlerine teslimiyeti, daha ötesi “doğal kadınlık durumu”nun, erkek egemen siyasetçe belirlenen “sosyal/siyasal kadınlık durumu”nca boğazlanması gerçekleşir.
İkinci adımda kadın en güçlü erkeği elde etmeye çalışır. Böylece bağımlılığı ve erkek egemen sisteme tabiiyeti esasta değişmez ama, daha yüksek bir kasta dahil olur. Daha üst hiyerarşik sistemin (yedek) parçası olarak yalnızca daha alt hiyerarşideki kadınlardan kopmaz, aynı zamanda daha alttaki erkekler karşısında da otorite sahibine (ya da en kötü ihtimalle otorite simgesine) dönüşür.
Üste tam ait olamayan ama bir biçimde üst hiyerarşiye tırnak geçirerek aynı ortamı paylaşmaya başlayan dünün alt/öteki mensuplarının (devşirme diyelim), geldiği yere (alt’a) karşı en acımasız davranan kesimler olduğu, bütün sınıf mücadelesi tarihinin, yöneten-yönetilen ilişkisini ele alan sosyoloji ve sosyal psikoloji araştırmaların/deneylerinin gösterdiği çarpıcı bir olgudur.
Çok yönlü ve yoğun erkek şiddeti ile başlayan kadının talihsiz serüveni daha ilk adımda erkek egemen sistemin eklentisi olmakla başlar. İkinci adımda kadın bireysel yaşam kaygısıyla erkek güç ilişkileri içinde oynamaya ve kendine böylece bir alan açmaya çalışır. Daha ötesinde de bireysel kurtuluş umuduyla daha üst hiyerarşilere tutunmayı hedefler ve ne yazık ki kural olarak o hiyerarşinin yedek gücü ye de devşirmesi olmaktan öteye gidemez. Ve ironik biçimde tam da bu konumuyla erkek egemen sistemin en ateşli savunucusu ve tetikçisi haline gelir. Kadının kurtuluş mücadelesi tüm bu nedenlerle kadın cinsinin homojen mücadelesi olamaz.
Ezilenlerin ilk kurtuluş stratejisi efendilerinin gözüne girmek, beğenilmek ve özel bir konum elde ederek bireysel “kurtuluş” sağlamaktır. Bu da kendi sınıfından kimselerle rekabet ve düşmanlık ilişkilerini geliştirir.
Ezilenlerin en ezileni kadın cinsi için, bu double geçerli bir durumdur. Onların genelde erkek cinsi ile daha iyi anlaştıklarını sanmaları, bir kadının otoritesi altında olmak yerine, üzerindeki otorite tercihlerini “çamurdan olsun erkek olsun” biçiminde şekillendirmeleri bu durumun dışa vurumudur.
Mahmut ÜSTÜN