YAŞAM TARZINA DOLAYLI MÜDAHALE AYRIMCILIKTIR!
“Seviyeyi düşürmemek, yazanın meramının anlaşılmasının olmazsa olmazıdır…”

Yazı yazan insanın, bazı gelişmeler ile açıklamaları konu alan yazıyı yazması çok kolay olmuyor. Özellikle mevcut iktidar anlayışının belirleyici olduğu ve siyasetin seviyesinin gün geçtikçe düştüğü Türkiye gibi ülkelerde yazanlar, bazı olaylar ile devletin üst kademelerinde bulunan kişilerin açıklamalarını yazarken ister istemez yutkunmak zorunda kalıyorlar. Kuşku yok ki bunun nedeni, ele alınan açıklamaların içeriğinin rahatsız edici olmasıdır. Bu özelliğinden dolayı, bazı açıklamalar hakkında yazarken insan tereddütte düşüyor. Çünkü zaman zaman yazı yazan ele aldığı açıklamanın, tartışılması ve gündem olması için yapıldığı hissine kapılıyor ve buna alet olma endişesi taşıyor. Burada dikkat edilecek husus, yazı yazarken mümkün olduğunca kişileri hedef almaktan kaçınarak polemiğe girmemeye çalışmaktır. Çünkü esas olan kişi değil onun ideolojik bakış açısıdır. Bu düşünceyle hareket edildiğinde yazan için ele alınacak açıklamayı yapan kişinin makamından ziyade onun temsil ettiği düşünceler bütününü irdelemek ve yanlışlarını ortaya koyarak eleştiriler yöneltmek doğru yöntem olur diye düşünüyorum. Bununla birlikte özenle korunması gereken bir diğer husus ise seviyeyi korumaktır. Kısacası seviyeyi düşürmemek yazanın meramının anlaşılmasının olmazsa olmazıdır. Ne yazık ki, Türkiye’de yazı yazarken insan seviyeyi düşürmemek adına da olsa söylenenlerin gerçekleri yansıtmadığının yanı sıra söyleyenin karşısındakilere hakaretlerde bulunduğunu görmezden gelemiyor ve üstünden atlayamıyor. Maalesef, yaşadığımız ülke Türkiye’de mevcut iktidar blokunun uygulamaları ve söylemleri ikisinin bir arada yaşanmasına yol açıyor.
Evet, yazacağım konuların önemini göz önüne alarak anlaşılmak için yazmak zorunda hissettiğim bu açıklamanın ardından gelelim son günlerde bu ülkede yaşananlara.
Maalesef yaklaşık son on günlük süreçte, başta partili Cumhurbaşkanı olmak üzere iktidar blokundan gelen açıklamaların ülke gerçeklerinden kopuk, birbiriyle çelişen açıklamalar olduğunu gördük. Örneğin; Cumhurbaşkanı’nın, 27 Mayıs 2022 tarihli açıklaması ile 31 Mayıs 2022 tarihli açıklaması birlikte ele alındığında bunu görmemek mümkün değildir. Dahası Cumhurbaşkanı’nın ikinci açıklamasında yer alan, “Rakı ve sigarada vergileri sürekli artırıyoruz, hayret bir şey adam aç ve sefil geziyor, yine de bunları almaktan vazgeçmiyor.” cümlesinde özetlenen, yönetme erkinin insanların yaşam tarzına dolaylı müdahale için kötü amaçlı kullanıldığının itirafıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 27.05.2022 tarihinde “Birileri çıkıp ‘aç kaldık’ diyor. Vicdansızlık yapma, aç kalan falan yok” dedikten 4 gün sonra, 31.05 2022 tarihinde katıldığı bir programda genç bir insanın, içki ve sigaradan “sağlık vergisi” alınsın önerisine verdiği cevapta, “Devamlı artırıyoruz. Bundan dolayı da çok rahatsızlar. Hem suluda hem sigarada artırıyoruz. Fakat hayret! Yani aç sefil geziyor ama onu almaktan geri durmuyor. Rakıyı almaktan birayı almaktan geri durmuyor. Yeter ki alayım diyor.” diye konuşarak, ülkede aç sefil yaşayan insanlar olduğunu da itiraf etmiş oldu. 4 gün arayla gelen bu iki açıklama birbiriyle çelişiyor. Birinci açıklamada açlık var diyenleri vicdansızlıkla itham edip, “aç gezen yok” derken, ikinci açıklamasında “adam aç sefil geziyor yine de bunları almaktan vazgeçmiyor” diyerek ülkede aç sefil gezen insanlar olduğunu itiraf ediyor. Ama burada özellikle üzerinde durulması gereken husus, insanların yaşam tarzı üzerinden cezalandırılmalarıdır. Aslında Cumhurbaşkanı’nın açıklamasının ortaya çıkardığı gerçek, içki ve sigarada vergi artırmadaki niyettir. Bu açıklamayla ortaya çıkmıştır ki, iktidar insanların yaşam tarzına direkt müdahale etmiş olmamak için elindeki yönetme erkini kullanmak suretiyle ekonomik baskı ile insanların yaşam tarzına müdahale etmektedir. Yapılan şey, her yurttaşın insan olmaktan dolayı sahip olduğu, temel insan haklarından biri olan kendi yaşam biçimine karar verme hakkına müdahaledir. Yani insan haklarına aykırıdır. Devleti yönetme erkini elinde tutan siyasi anlayışın, kendisinin dayattığı yaşam tarzını kabullenmeyen ve yaşam tarzına müdahaleyi reddeden toplumun önemli bir kesimini elindeki yetkiyi kullanarak ekonomik yaptırımlarla cezalandırdığı bir gerçektir. Birileri, “Efendim içmesinler.” diyebilirler. İçip içmemeye karar verecek olan kişinin kendisidir. Kişinin kendi iradesi ile karar alma hakkına müdahale etmek için devleti yönetme erkinin araç olarak kullanılması kabul edilemez. Unutulmaması gereken şey yapılanın içip içmeme meselesinin çok ötesinde olduğudur. Zira neresinden bakılırsa bakılsın uygulama, ekonomik zorunlukla alınmayan, idarenin yurttaşları ayrıştıran, keyfi kararının sonucudur. Bu karar aynı zamanda, iktidarın dayattığı yaşam tarzını benimsemeyen yurttaşları, diğer yurttaşlardan farklı uygulamaya tabi tutan, Anayasanın 10. maddesinde ifade edilen anayasal eşitlik ilkesine aykırı olan bir uygulamadır.
Kuşkusuz birçok zincirleme olayın yaşandığı geçen haftanın diğer önemli olayı ise, Cumhurbaşkanının AKP Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı konuşmada söyledikleridir. Çünkü Cumhurbaşkanı, 9 yıl önce yaşanmış olan Türkiye’nin en barışçıl ve en demokratik eylemi “Gezi” direnişi üzerinden, başında bulunduğu iktidara muhalefet eden herkese hakaretler yağdırdı. Burada özellikle üzerinden atlanmaması gereken husus, Erdoğan’ın bu konuşmayı Cumhurbaşkanı sıfatıyla değil, AKP Genel Başkanı sıfatıyla yaptığıdır. Zira konuşmanın yapıldığı yer Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), yapıldığı toplantı ise başkanı olduğu partinin grup toplantısıdır.
Evet, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1 Haziran 2022 tarihinde partisinin TBMM’deki grup toplantısında muhalefete ağır suçlamalar yöneltti ve hakaretlerde bulundu. Erdoğan, 2013 yılında Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmek istenmesine karşı başlayan ve hükümet uygulamalarının toplumda biriktirdiği öfkenin patlamasıyla bir anda ülkenin dört bir yanına yayılarak, bir aya yakın süren Gezi Direnişi’ni hedef aldı. Erdoğan her ne kadar Gezi Direnişine katılanları hedef alıyormuş gibi, “Bu teröristler, eşkıyalar bira şişeleriyle caminin içini pislemişti. Bunlar böyle, bunlar çürük, bunlar sürtük” demiş olsa da konuşmanın bütünlüğüne bakıldığında, yakıştırmaları muhalefet eden herkes için yaptığı gayet açıktır. Kaldı ki, Erdoğan bunları irticalen söylemiyor, promptera bakarak söylüyor. Yani anlık bir dil sürçmesi falan değil, önceden hazırlanmış bir konuşmanın içine yerleştirilmiş cümlelerdir. Nitekim Cumhurbaşkanı, sonraki bir açıklamasında, “Milletin dilinden konuştuk” diyerek söylediklerinin arkasında durmuştur.
Kuşkusuz Cumhurbaşkanı bunları boşuna söylemiyor. Zira başında bulunduğu 20 yıllık AKP iktidarı, ülkenin doğasını, kaynaklarını ve insan emeğini yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çeken, yoksul halkın emeğiyle oluşturulmuş olup halka ucuz mal ve hizmet sunan devletin elindeki tüm kurumları satıp savuran, kentleri yandaşlar için rant merkezi haline getiren, yurttaşları etnik köken, din, mezhep, siyasi düşünce ve felsefi inançları üzerinden ayrıştıran, karşı karşıya getiren, demokratik kurallar içinde muhalefet eden herkesi bölücü, terörist, hain ilan eden, hukuku muhalifleri cezalandırma aracına dönüştüren, halkın iradesini yok saymak suretiyle seçilmişleri görevden alıp yerine kayyım atayan, düşüncesini söyleyen, yazan veya çizen herkesi cezaevine dolduran, 31 Mayıs tarihindeki konuşmasında itiraf ettiği gibi, yüksek vergilerle insanların yedikleri, içtikleri üzerinden yaşam tarzına müdahale eden, kimin ne giyeceğine, kimin kiminle yaşayacağına, insanların kaç çocuk yapacaklarına kadar her şeye müdahale eden, vergilerle halktan topladığını denetlenmeyen vakıflar ile sermayeye aktaran, yüksek enflasyon ile halkı açlık ve sefalete mahkum eden, savaş politikası ile içeride ve dışarıda sürekli düşman icat ederek barışı yok eden, insan haklarını, demokrasiyi ve özgürlükleri yok eden uygulamalar yapan bir iktidardır.
İşte “Gezi” tüm bunlara karşı tepki olarak ortaya çıkmış, Türkiye tarihinin en demokratik eylemlerinden biridir. Bu ülkenin milyonlarca yurttaşı, demokratik hakkını kullandı ve direkt Gezi’de olmasa da bulunduğu yerde yapılan birçok eyleme katıldı. Eminim ki, bu yurttaşların tamamı aynı eylemler bugün olsa tereddüt etmeden yine katılırlar. Çünkü demokrasilerde herkes iktidar gibi düşünecek, düşünmezse haindir, teröristtir diye bir kural yoktur. Kaldı ki silahsız ve şiddetsiz toplantı ve gösteri düzenleme hakkı Anayasanın 34. maddesi ve Anayasanın 90. maddesine uygun kabul edilerek yürürlüğe konmuş uluslararası sözleşmelerle herkese tanınmış bir hak olup ülkeyi yönetenlere düşen, bu hakkı kolluk şiddeti ile engellemek değil kullanımını kolaylaştıracak tedbirler almaktır. Çünkü demokrasi, çoğunluğun azınlığa hükmettiği değil, azınlığın haklarının korunduğu rejimin adıdır. Kısacası her insanın, bu ülkenin özgür yurttaşı olmak, düşüncesini serbestçe söylemek, diğer yurttaşlarla birlikte üretilen tüm değerlerin eşitçe paylaşıldığı, ayrımcılığın olmadığı, herkesin sınıfsal konumu, etnik kimliği, dini inancı, mezhebi ile eşit yurttaş kabul edildiği, insan haklarının ve evrensel hukuk kurallarının hayata geçtiği demokratik bir ülkede yaşama hakkına sahip olması demokrasinin olmazsa olmazıdır. Unutulmamalıdır ki, demokrasi, sandıktan ibaret olmayan haklar bütünüdür. Hakkın birinin kullanılamadığı rejimin adı demokrasi olamaz. Dolayısıyla, demokratik kurallar içinde kalarak, Cumhurbaşkanının başında bulunduğu iktidarın ülkeyi uçuruma sürükleyen politikalarına muhalefet etmeye devam etmek insan ve yurttaş olmanın gereğidir.
Tüm bu nedenlerle, ülkeyi ekonomik iflasa, yurttaşları açlık ve sefalete sürükleyen iktidar politikalarına karşı çıkmak haktır. Dolayısıyla, kim ve hangi makamda olursa olsun, hiç kimse demokratik hakkını kullanarak iktidar politikalarına karşı çıkan yurttaşlara “çürük” veya “sürtük” deme hakkına sahip değildir. Gerçi, kendi partisine oy veren seçmeni konsolide etme niyetiyle, karşısındaki insanları rencide etmekte sakınca görmeyen siyasi duruşunun yansıdığı son açıklaması bunu yapmayacağını göstermiş olsa da, Cumhurbaşkanına düşen milyonlarca insanı yaralayan sözünü geri alması ve özür dilemesidir.