SEÇİMLER VE KUŞATILMIŞLIK!

100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti, 2002 yılında iktidar olan ve halen iktidarın büyük ortağı olmaya devam eden AKP döneminde, bu kadar da olmaz dedirten seçim süreçleri yaşıyor. Örneğin; 1 Kasım 2015 seçimleri, Türkiye tarihinin en kanlı propaganda dönemi üzerine inşa edilmişken, 14 ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinde yapılan seçimler ise en kirli propaganda döneminin üzerine inşa edildi.
Bunlardan ilki olan en kanlı seçim süreci ile anılan 1 Kasım 2015 seçimleri öncesinde yapılan 7 Haziran 2015 seçimlerinde ilk kez seçimlere parti kimliği ile giren HDP, 12 Eylül generallerinin, sosyalist sol ile Kürt siyasi hareketi parlamentoda temsil edilmesin diye getirdikleri %10 barajını aşmış ve AKP’nin parlamentoda azınlığa düşmesini sağlamıştı. Ancak bu seçim sonucu, iktidar tarafından tanınmamış ve hükümet kurdurulmamıştı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı 45 gün içinde hükümet kurulamadığı gerekçesi ile seçimlerin 1 Kasım 2015 tarihinde yenilenmesine karar vermişti. Ne yazık ki, 7 Haziran 2015 ile 1 Kasım 2015 tarihleri arasındaki 5 aylık süreçte, başta Şanlıurfa Suruç ve Ankara Garı’nda patlayan bombalarla gerçekleşenleri olmak üzere, karanlık katliamlar yaşandı ve AKP yeniden tek başına iktidar oldu.
2015 yılında iki seçim arasındaki süreçte patlayan bombaların halkın gözünü korkutması sonucu iktidarı geri alan AKP ve başındaki Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu 14-28 Mayıs seçimlerinde yürüttükleri Türkiye tarihinin en kirli seçim kampanyası ile kaybetmesi ihtimali yüksek olan seçimleri kazanarak iktidarda kalmayı başardı.
Evet, Türkiye tarihi 2023 yılı seçim sürecini iftira ve komplolarla kazanılmış bir seçim olarak yazacaktır. Video montajları, söylenmemiş sözlerin söylenmiş gibi gösterilerek muhalefete iftira atılması, muhalefet adına broşürler ile afişler basılıp dağıtılması gibi siyaset etiğinin kabul etmeyeceği argümanlarla, karşısında yer alan muhalefetin tamamını özellikle Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu şeytanlaştırdı. Kampanya boyunca sadece Kılıçdaroğlu’nu terör örgütlerinin emir eri gibi göstermekle kalmayan Erdoğan ve İttifak ortakları, aynı zamanda muhalefete oy verecek seçmenin tamamına, yani toplumun yarısına “terörist” damgası vurmakta sakınca görmediler. Erdoğan halkın milliyetçi ve dini hassasiyetleri üzerinden muhalefeti vatan haini, dinsiz, vatansız, bayraksız ilan etti.
Maalesef seçim kazanma uğruna yürütülen bu kirli propaganda, toplumu ortadan ikiye böldü. Zira iktidar yandaşlarının gözünde milli kahraman olan Erdoğan karşıtı tüm muhalifler “terörist”tir.
Hiç kuşku yok ki, bu politika ve söylemle önümüzdeki sürecin çatışma alanı da belirlenmiş oldu. O da özellikle 2013 yılından bu yana dozu artarak devam eden bir şekilde iktidarın haksızlıklarına, hukuksuzluklarına itiraz eden, karşı çıkan herkesin “terörist, terör örgütü destekçisi” olarak damgalanmaları, Erdoğan destekçilerinin lincine maruz kalmaları, güvenlik güçlerinin hedefi olmaları ve bağımsızlığını kaybetmiş olan yargı tarafından mahkum edilmeleridir.
Bu kirli kampanyanın bir de medya ayağı var. Maalesef büyük çoğunluğu yandaş olan ve Saray’ın talimatı ile hareket eden havuz medyası, yazılı basında talimatla başlıklar attı. 29 televizyon kanalı, aynı anda Erdoğan’ın karşısına dizilmiş kendilerine dikte ettirilmiş soruları sormaktan başka işi olmayan sözde gazetecilerin yer aldıkları programları canlı olarak ekrana taşımak suretiyle toplumu dezenformasyon bombardımanına tuttular.
Aslında tüm bunlar şaşılacak şeyler değil. Zira zaman zaman yazılarımda belirttiğim gibi AKP 2002 yılında iktidar olduğunda sadece hükümetti. Ancak zaman geçtikçe iktidar oldu ve müesses nizamla bütünleşti. AKP ile başındaki partili Cumhurbaşkanının en önemli özelliklerinden birisi, zamana ve mekâna uyum sağlamakta maharetli olmaları. Bu özelliklerinden dolayı, ilk başlarda kavga ettiği kurumlarla yan yana gelmeyi ve onları ele geçirmeyi başardı. Böylece karşı olduğunu ve son vereceğini ilan ederek iktidar olduğu askeri vesayetle bütünleşti. Savunma sanayini geliştirdik algısı ile ekranlarda militarizmin ve savaşın reklamı yapıldı. Zira AKP, zaman içinde askeri bürokrasi ile bütünleşerek sivil görünümlü darbe yaptı. Şimdi müesses nizamın ebedi iktidarını kurumsallaştırmanın çalışmalarını yapıyor. Seçimleri ise getirdiği sistemin meşruiyeti için kullanıyor.
Öte yandan tüm bunları yapan saray rejiminin değirmenine su taşıyan muhalefetin varlığı, tek adam yönetiminin elini güçlendirdi. Zira muhalefetin ana gövdesini oluşturan 6’lı masada oturan ve masanın iradesine ipotek koyma hesabı yapan İYİ Parti, ilk günden itibaren “Seçilecek Aday” dayatması ile masada kendi istediği adayı kabul ettirmenin hesabını yapıyordu. Seçilecek aday argümanı bunun içindi. Bu argümanla masaya oturmasının amacı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilecek aday olmadığı dolayısıyla aday olmaması gerektiğinin kabulünü sağlamaktı. Bu anlayışa göre milletin hassasiyetleri vardı ve bu hassasiyetlerden dolayı Kemal Bey milletten destek alamazdı. Maalesef bu söyleminin, açık söylenmeyen ancak herkesin bildiği gerekçesi Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi olmasıydı.
Halbuki Millet İttifakı, mevcut tek adam yönetimine karşı demokratik parlamenter sisteme geçme vaadi ile yola çıkan bir ittifaktı. O zaman sistemi değiştirme iddiasını gerçekleştirmesinin yolu, İYİ Parti’nin masayı hapsetmeye çalıştığı milletin hassasiyetlerini aşan en geniş birlikteliği sağlamaktan geçiyordu.
Elbette bu birliktelik, masada oturan partilerin yönetimlerinin birlikteliği ile sınırlı kalmamalı aynı zamanda tabanlarının birlikteliği de sağlanmalıydı. Zira bu birliktelik ancak tabana yayılıp, toplumsal dönüşüme öncülük edttiğinde üanlamlı olacak ve Türkiye toplumu, ittifakın çıkaracağı program etrafında bir araya gelmiş olacaktı. Bir başka deyişle bu proje topluma dayatılan milliyetçi/muhafazakâr çizginin dışına çıkılmasına öncülük etmeliydi. Zira iktidar bloku bundan besleniyor ve toplumun fay hatlarını kaşıyarak varlığını sürdürüyordu. Ne yazık ki, masa toplumda dönüşüme yol açacak gündem oluşturma ve politika üretme olanaklarını aramak yerine, sistemin sigortası kabul edilen ve toplumun hassasiyetleri diye belirlenmiş olan toplumsal öbekler ile seçmen kümelerinin beklentilerine yanıt verecek gündem ve politikayı esas aldı. Böylece tavanlarının bir arada verdikleri görüntü aşağıya yansımadı ve benzemezler olan seçmen kümeleri bir araya gelme kültürünü oluşturamadılar. Kısacası “Birleşe Birleşe Kazanacağız” sloganında murat edilen birleşme sağlanamadı.
Kuşkusuz benzemezlerin ortaklığının zorlukları vardır. Ancak özellikle Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Helalleşme” dediği barışma projesini gerçekleştirmek üzere yola çıkmış olanların bu zorlukları aşma iradesini göstermeleri ve toplumu dönüştürmeleri gerekirdi. Maalesef masa milliyetçi/dinci sağcılığı ülkenin mutlak gerçeği olarak kabul etti ve ona yaslandı. Öte yandan bu temel politik hattın sahibi olma iddiasındaki İYİ Parti, ittifakın başını çeken CHP’nin sol, sosyalist ve sosyal demokrat çevreler ve Kürt siyasi hareket ile buluşmasına sürekli engel çıkardı. Sadece bunu yapmakla kalmayan İYİ Parti, masanın en çok oya sahip partisinin lideri olan ve 2014 ile 2018 seçimlerinde gösterdiği adaylarla istediği sonucun elde edilmemesinden dolayı partisi dinamiklerinin kendisinin aday olması gerektiği baskısı altında olan Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını, “Kazanacak Aday” söylemi ile engellemeye çalıştı. Son olarak da Meral Akşener’in masayı devirme girişimi ittifakı sağa mecbur etti. 14 Mayıs tarihinde yapılan birinci tur seçiminin ardından, seçimi kazanma hamlesi olarak lanse edilen Zafer Partisi faciası da işin tuzu biberi oldu.
Türkiye’de sistemin uzun yılardır başvurduğu darbelerle siyaset ile toplumu dizayn etme politikası, merkez siyaset tarafından sistemin belirlediği sınırları aşmamak için gerekçe olarak kullanılıyor. Yani siyaset toplumu ileriye doğru dönüştürmek iradesi ortaya koyamıyor. Bu nedenle, Türkiye bu seçim sürecinde milliyetçiliğin tavan yaptığı bir propaganda süreci yaşadı. Bunun nedeni geçmişte darbelerle baskı altına alınan toplumun, bilimsellikten uzak, Türk-İslam sentezine dayalı tekçi eğitim sistemine mahkûm edilmiş olmasıydı. Kuşku yok ki bu yapı, merkez siyasetin dışına çıkma ve tolumu ileriye doğru dönüştürme projesi olmayan siyasi yapılar için artık güvenli bir liman haline gelmiş bulunuyor. Mevcut iktidarın kullandığı, “Yerli ve Milli” sözü ile ona muhalefet edenlerin, “Toplumun hassasiyetleri var” sözünün vardığı nokta bu toplum yapısına teslimiyettir. Bunun temel nedeni, belirtilen siyaset anlayışının toplumun yapısını kendi varlığının ve iktidar olmasının dayanağı olarak kullanmasıdır.
Elbette sistemin bilinçli tercihi olan milliyetçi muhafazakâr toplumsal dokuyu değiştirmek, bu yapıdan nemalanan siyasetin hedefi olamaz. Ancak kabul etmek gerekir ki, sosyal demokrat olduğunu iddia eden CHP’nin, daha çağdaş bir toplumsal yapıya ulaşacak ve mevcut muhafazakâr toplumsal yapıyı aşacak bir politik duruş sergilememesi önemli bir eksikliktir. Bu eksikliğe rağmen, sistemin siyasi kuşatılmışlıkla hareket alanını daralttığı Kemal Kılıçdaroğlu’na sol sosyalist siyaset ile Kürt siyasi hareketinin bu seçime özel verdikleri güçlü desteğin, CHP’nin bundan sonra izleyeceği politik hattın belirlemesinde dikkate alınması önemlidir. Zira bu ülke halklarını çağdaş demokratik değerlerle buluşturmak, toplumsal yapıyı değiştirmeye dair politikalar geliştirmekle mümkündür. Böyle düşünmeyen ve toplumu dönüştürme iddiası taşımayan her siyasetin varacağı yer, sistemin bilinçli uygulamalarla geliştirdiği siyasi kuşatılmışlığa teslimiyettir!