Meşruiyeti tartışmalı siyaset sorunları çözemez

Sanıyorum son zamanlarda Türkiye’de iktidar partisi ile onun başında bulunan partili Cumhurbaşkanının, muhalefeti siyaset yapamaz duruma getirmek için izlediği stratejinin sonuç verdiğini ve gün geçtikçe hem siyaset arenasını hem de toplumun genelini istediği şekilde dizayn ettiğini herkes görüyordur. Maalesef bu strateji özellikle sistem içi muhalefeti cenderesine almış bulunuyor. Zira bu siyaset yapma biçimini benimseyen sistem içi muhalefet, ülkenin sorunlarına dair cesur adımlar atamıyor. Bu muhalefet anlayışını benimsemiş olan muhalefetin bir kısmı, söylem ve uygulamaları ile iktidar blokunun kendi iktidarının devamı için uygulamaya koyduğu muhalefeti böl, parçala, yan yana getirme stratejisine uygun davranmakta sakınca görmüyor.
Burada cevaplandırılması gereken kritik soru, iktidarın bu stratejisini satın alan ve onun istediğini yapmakta sakınca görmeyen muhalefet, bunu iktidarın ne yapmak istediğini bilmeden mi yapıyor, yoksa bildiği halde kendi düşüncesinin gereği olarak mı yapıyor? Buna verilecek en kestirme cevap, muhalefetin özellikle milliyetçi muhafazakâr kanadının bunu gayet bilinçli bir tercih olarak yaptığıdır.
Kuşku yok ki, ülkeye dayattığı tek adam yönetimi ile başta yönetilememe krizi olmak üzere, ülkeyi derin ekonomik ve siyasi krizlere sürükleyen, yolsuzlukların ayyuka çıkmasına neden olan, yüksek enflasyon, işsizlik ve yoksulluk ile halkı derinden sarsan, demokrasi, hukuk, temel hak ve özgürlükler ile insan hakları konularında ülkeyi duvara toslatmış olan iktidar bloku için, düşmanlaştırma politikası ile muhalefetin bir araya gelmesini engellemekten başka çıkış yoktur. Bu nedenle iktidar bloku, en organize seçmen kitlesine sahip HDP’yi terörle ilişkilendiriyor ve parti hakkında kapatma davası açtırıyor. Bununla da yetinmiyor, muhalefete aba altından sopa göstererek, onun HDP ile yan yana gelmesini engellemeye çalışıyor.
1712 – 1778 yılları arasında yaşamış ve siyasi fikirleri Fransız Devrimi’ni etkilemiş, düşünceleri devrimden sonra kurulan yeni devletin kalkınmasında, toplumun sosyal yapısında ve eğitim sisteminde etkili olmuş ünlü Fransız düşünür Jean Jagues Rousseau, “Yeryüzünde iki iktidar biçimi vardır. Biri meşru diğeri zora dayanır. Meşru olan genel iradeyi yansıtır. Ne var ki iktidarın genel iradeyi yansıtarak kazandığı meşruiyet, demokrasinin yeterli koşulu değildir. İktidarın uygulama biçiminin de meşru olması gerekir. Bu meşruiyeti sağlayan ise denge denetim (yasama, yürütme, yargı) mekanizmalarıdır.” demiştir.
Evet, bundan 244 yıl önce hayata veda etmiş olan Rousseau bu tespitini sanki günümüz Türkiye’si için yapmış, ancak bir eksikle. Rousseau’nun iktidar için yaptığı bu tespiti ve meşruiyet tartışmasını sadece iktidar için yapmak, bugünün Türkiye’sini anlatmaya yetmez. Çünkü yukarıda kısmen açıklamaya çalıştığım gibi muhalefetin bir kısmı, iktidarın anayasa, yasa ve hukuka aykırı bir şeklide seçilmiş belediye başkanları ile belediye meclis üyelerini görevden alarak yerlerine kayyum ataması ile Yüksek Seçim Kurulu’nun seçilmelerinde engel yoktur diyerek aday olmalarına ve halkın iradesi ile seçilmelerine onay verdiği milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmak suretiyle onların yargılanmalarını ve cezaevine konmalarını sağlamasına, yani halkın iradesini yok saymasına onay veriyor.
Halbuki iktidarın bu uygulamaları, tüm seçilmişlerin seçilmelerinin meşruiyetini sağlayan halk iradesinin, idari kararla yok saymasından başka bir şey değildir. Bu iradeyi yok sayma, her ne kadar sadece bir siyasi partinin seçilmişleri üzerinden, o siyasi partiye oy verenlerin iradelerinin yok sayılması gibi gözükse de aslında bunu yapan iktidar, kendisi ile diğer muhalefetin tamamının meşruiyetini tartışılır hale getirmektedir. Zira yapılan, halkın iradesinin bir öneminin olmadığının beyanından başka bir şey değildir. Kısacası iraadenin önemsizleştirilmesi, tek bir partiyi aşan genel bir önemsizleştirmedir.
Maalesef iktidarın muhalefeti bölmeye yönelik bu siyaset yapma biçimi muhalefeti parçalamakla kalmıyor, aynı zamanda savunmaya çekilmeye zorluyor ve ülkenin yönetimden kaynaklı birçok sorununun tartışılmasını engelliyor. Nitekim birkaç gün önce bir televizyon programına konuk olan CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin’in, kendisine sorulan, “İktidar olursanız HDP’ye bakanlık verecek misiniz?” sorusuna, “HDP Anayasa ve yasalar çerçevesinde kurulmuş, seçimlere katılan ve parlamentoda temsil edilen bir partidir. Bu parti mensubu, Meclis Başkanvekili Meclisi yönettiğinde, parti genel başkanları dahil tüm milletvekilleri, el kaldırarak kendisinden söz istiyorlar ve kürsüye çıktıklarında konuşmalarına sayın başkan diye başlıyorlar. Bu olabiliyorsa elbette HDP’ye bakanlık verilebilir, her partiye verilebilir.” şeklinde cevap vermesi üzerine, CHP’nin millet ittifakı ortağı İYİ Parti cephesinden peş peşe tepki açıklamaları geldi ve Genel Başkan Meral Akşener, HDP’nin bulunduğu masaya biz oturmayız dedi. Tüm bunlar, iktidarın siyaseti dizayn etme çabasının meyvelerini toplamaya başladığının göstergesidir. Zira Gürsel Tekin’in söylediği, anayasal bir parti olarak Yüksek Seçim Kurulu onayı ile seçime giren ve parlamentoda temsil edilen bir partiye oy vermiş milyonlarca seçmenin iradesinin tanınmasıdır. Bunu görmezden gelmek ve bu ülkenin milyonlarca yurttaşından oy alan bir partiyi yok saymak, ülke sorunlarını onunla konuşmamak, halk iradesinin yok sayılmasından başka bir şey değildir. İlginç olan ise, muhalefet veya iktidar bloklarının yeni sistemde seçim kazanmak için %50+1 oy almak zorunda oldukları ve bunun da HDP’nin desteği ile mümkün olduğu gerçeğinin biliniyor olmasıdır.
Peki, sizce bunu yapan, iktidarın gittiği yolda giderek sorunları yok sayan ve onları demokratik siyaset yapmayı tercih eden parlamentodaki HDP ile oturup konuşarak çözmek yerine yıllardır yapıldığı gibi halının altına süpürmeyi düşünen muhalefet seçim kazanmayı düşünüyor olabilir mi? Sanmıyorum.
Öte yandan HDP cephesinden, başta Genel Başkan Meral Akşener, İYİ Parti sözcülerinin açıklamalarına sert tonda cevap verilse de, muhalefetin bu sıkıntılı tutumunun aksine, 5 yıldır Edirne kapalı cezaevinde tutulan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, seçimin kazanılması için önemli açıklamalarda bulunmaya devam ediyor.
Gazeteci Ruşen Çakır’ın CHP milletvekili Gürsel Tekin’in başlattığı “HDP’li bakan“ tartışmasına ilişkin sorularını cevaplandıran Demirtaş, “Ben bu tartışmanın seçimlerden önce, şimdiden yapılmasını yararlı görüyorum.” diye başladığı açıklamasının devamında, “Bu açıklama ile herkesin ve her kesimin eteğindeki taşları dökmesi iyi oldu” diyor. Demirtaş, bakanlık tartışmasının çok da gerekli bir tartışma olmadığını belirterek, “Gürsel Tekin’in, olması gerekeni vicdanlı bir şekilde dile getirdiğini düşünüyorum. Anayasa ve yasalar çerçevesinde kurulmuş her parti gibi, siyaset yapan ve halktan aldığı destekle parlamentonun 3. büyük partisi olan HDP’ye bakanlık verilmesi yönündeki olması gereken bu açıklamaya karşı çıkanların kullandıkları dil siyaseten etik dışı, incitici ve dışlayıcıdır.“ diyerek açıklamalarına devam ediyor. Bu kişilerin tam da özlerini yansıttığını belirten Demirtaş, asıl meselenin bakanlık, makam, mevki meselesi olmadığını, milyonlarca Kürt’e reva görülen aşağılama tutumu olduğunun altını çiziyor ve, “Biz sadece iktidarın değişmesini değil, sistemin değişmesini; hırsızın değişmesini değil, hırsızlığın bitmesini istiyoruz” diyor.
“Bizim olduğumuz masada HDP olmaz, HDP’li masada biz olmayız” diyen İYİ Genel Başkanı Meral Akşener’in, sözlerini de değerlendiren Demirtaş, “Bir gelecek, değişim, kucaklaşma vizyonu taşımayan bir yaklaşım olarak değerlendiriyorum. Herkesle oturup memleketin her sorununu konuşma cesaretini ve becerisini göstermek, büyük siyasetçi olmayı gerektirir. Ülkenin geleceği hakkında sözü ve güzel hayalleri olan siyasetçiler böyle konuşamazlar, konuşmamalılar. Risk almadan, tabanı ve toplumsal psikolojiyi değiştirmeden ciddi sorunlara çözüm bulunamaz. Tabii ki bugünün konjonktürel gerilim ve fay hatları hesap edildiğinde, bir de seçimin kapıya dayandığı gözetildiğinde siyasetçilerin oy kaygısıyla hareket etmeleri anlaşılır olsa da stratejik açıdan hatalıdır. Çünkü Türkiye seçimden sonra, büyük sorumluluk sahibi siyasetçilere ihtiyaç duyacak. Sadece bugünü değil, yarınları da düşünerek konuşmakta yarar var.” diyor. Demirtaş bu açıklamasıyla, bir siyasetçi olarak olaylara ne kadar geniş bir pencereden baktığını bir kez daha ortaya koyuyor.
Evet, daha uzun olan bu röportajdan aktardığım bu kısa bölüm, Türkiye’nin nasıl bir muhalefet anlayışına ihtiyaç duyduğunu açıkça ortaya koyuyor. Demirtaş’ın belirttiği gibi ülkenin devasa sorunlarını çözmeye aday olan her siyasetçi, cesur adımlar atmayı, helalleşmeyi, hesaplaşmayı, barışmayı, toplumu barıştırmayı hedef olarak önüne koymalı ve bunun için gerekirse bedel ödemeyi göze almalıdır. Bunu yapmayan siyasetçinin ülkenin geleceğini belirleyecek büyük projeleri yoktur. Büyük düşünmeyen ve büyük projeleri gerçekleştirmeyi hedeflemeyen siyasetçi, günübirlik politikalara mahkûm olur ve hamasetle zaman doldurur.
Tam da Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi, bugün Türkiye’nin ihtiyacı ülkenin tüm sorunlarına hakim, bu sorunların çözümüne dair projeleri olan cesur siyasetçidir. Aksi durumda, muhalefet iktidarın siyasetin meşruluğunu tartışılır hale getiren politikalarına teslim olur. Unutulmamalı ki, meşruiyetinin tartışılır hâle getirilmesine rıza gösteren siyaset ülkenin sorunlarını çözemez!