MASA DAHA RADİKAL OLMAK ZORUNDA!

“Bizler Türkiye’nin yıllardır görmeyi umut ettiği tarihi bir çalışmaya imza attık. Anayasa’nın 84. maddesinde değişiklik yaparak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında uygulanan keyfi ve otoriter sistem yerine geçmişin sorunlarını da dikkate alarak yeni bir sistem öneriyoruz. Bizler ‘Yarının Türkiye’sinde etkin ve katılımcı bir yasama, istikrarlı ve hesap verebilir bir yürütme, bağımsız ve tarafsız bir yargı, kurumsal kültürün hakim olduğu bir kamu yönetimi ile kuvvetler ayrılığının tesis edildiği özgürlükçü, demokratik ve adil bir sistem inşa etme kararlılığımızı ortaya koyuyoruz.”
Bu paragraf, 28 Kasım 2022 tarihinde bir araya gelen 6’lı masa liderlerinin toplantısı sonrası yapılan açıklamadan. Öncelikle şunu belirtmeliyim, ayrıştırıcı ve ötekileştirici siyaset tarzını benimseyen iktidar blokunun söylem ve eylemleri ile kutuplaştırdığı Türkiye’de farklı dünya görüşüne sahip, farklı siyasi geleneklerden gelen altı siyasi partinin bir arada bulunmaları, Türkiye’nin sorunlarını tespit etme ve bu sorunların çözümüne dair ortak bir programla halkın karşısına çıkma gayreti içinde olmaları değerlidir. Değerli olduğu kadar da gereklidir.
Evet, sistem içi siyaset de olsa bu masa gerekli ancak bu masayı oluşturanlar bu gerekliliği kendilerini dayatmak için kullanma hakkına sahip değiller. Masadaki hiçbir siyasi partinin kendisini dayatma hakkı yok. Ancak kurumsal olmamakla birlikte, zaman zaman yapılan bireysel açıklamalar bu imajı veriyor. Halbuki bu masa aynı zamanda kapsayıcı olmak zorundadır. Demem o ki, masa ülkeye demokrasi getirme konusunda samimi ise masada temsil edilsin veya edilmesin etnik, dini, mezhepsel ve sınıfsal farklılıkların tamamının sorunlarının çözümüne dair öneri ve programı olmak zorundadır. Kısacası masada oturan siyasi partiler, kırmızı çizgilerinin ötesine geçerek kurucu iradeye sahip olmalılar. Ancak bunu yaptıklarında bu ülkenin gerçek bir demokrasi ile yönetilmesinin zeminini hazırlayabileceklerdir. 6’lı masayı oluşturanlar demokrasi söyleminde samimi iseler, kendilerine en aykırı düşüncelerin kendilerini ifade etmelerine olanak sağlayacak düzenlemeler yapmaları gerektiğini bilmek zorundalar. Burada tek kıstas, düşüncenin kendisini kabul ettirmek için şiddeti araç olarak kullanmaması olmalıdır.
Ne var ki, gerek açıklanan anayasa değişiklik önerisi paketi gerekse bir paragrafını yazının girişine aldığım liderler toplantısının sonuç açıklaması, masanın henüz bu noktada olmadığını gösteriyor. Zira masa özellikle anayasa konusunda geleneksel çizgiden ayrılmayacağını ve kutsal devlet mitini koruyacağını ilan ediyor. Masanın anayasa değişiklik paketinde, devletin sınıfsal tercih ile etnik kimlik ve dini inanış konularındaki tercihlerine dokunulmayacağı açıktır.
Kuşkusuz tüm bu tabulara dokunulmaması, masanın amacını iktidar blokunun dayattığı ucube sistemi, demokratik parlamenter sistemle değiştirmekle sınırladığı imajı veriyor. Elbette dayatmalarla Türkiye toplumuna giydirilmiş deli gömleğinin yırtılıp atılması önemli. Ancak burada cevaplandırılması gereken can alıcı soru, sistemin adının demokratik parlamenter sistem olması, gerçek bir demokrasiye geçiş için yeterli mi?
Bu soruya doğru cevap verebilmek için, öncelikle bu sistemi dayatanların amacının ne olabileceğini bilmekte yarar var.
24 Haziran 2018 tarihinde yürürlüğe giren tek adam yönetiminin en büyük özelliği, özellikle ekonomik kararların alınmasında kurumsal yapılanmanın yok edilmesidir. Kurumsallığın yok edildiği iktidarın adına yeni ekonomik model dediği ve belirleyicinin tek adam olduğu bu sistemin yol açtığı, ekonomik dalgalanmayla, yoksul emekçi çoğunluk hızla yoksullaşırken, bir avuç sermaye servetine servet katıyor. Kısacası denge denetim mekanizmaları yok edilmiş olduğundan, yoksuldan toplanan kaynağın zengine aktarılmasına dayalı ekonomik model rahatlıkla uygulanmaktadır. Yine insan hak ve özgürlüklerinin kullanılmasının önünde tek adam sisteminin getirdiği ciddi engeller var. Elbette insan hakları alanındaki tek eksiklik bu değil: Türkiye, Anayasanın 90. maddesine aykırı bir uygulama ile İstanbul Sözleşmesi’nden tek imza ile çekildi. Yine tek adamın belirleyiciğinde Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını uygulamamaktadır.
Tüm bunlar ve çok daha fazlası, tek adama geçişin bilinçli bir tercih olarak Türkiye’ye dayatıldığını gösteriyor. Bu nedenle getirilmiş olan bu sistemin değiştirilmesi kaçınılmazdır. Bu açıdan bakınca 6’lı masanın buna yönelik çabası anlamlıdır ancak yeterli değildir. Zira Türkiye’nin geçmişinde aşamadığı kutsal devlet anlayışının gölgesinde kalındığı sürece gerçek bir demokrasiye ulaşmak mümkün olmayacaktır. Masa, tüm bunları görmezden geldiği sürece demokrasi konusunda samimiyeti hep tartışılacaktır.
Öte yandan Türkiye siyasetinde, “Toplumun hassasiyetleri var!” sözünün vardığı nokta, toplumun bu milliyetçi muhafazakar yapısına teslimiyettir. Yani 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, her on yılda bir askeri darbelerle toplumsal gelişmenin önünün kesilmesinin yarattığı milliyetçi ve muhafazakâr toplumsal yapı, yeni bir vesayet biçimi olarak siyasete yön veriyor. Bunun en temel nedeni, sistem için siyasetin toplumu dönüştürme iddiasının olmamasıdır.
Türkiye’de son 5-6 yıldır AKP-MHP iktidar blokunun, siyasetin muhalefet kanadını terörle ilişkilendirerek baskı altına almaya çalışması da bu toplumsal yapıdan aldığı güce dayanıyor. İktidar bloku Türkiye toplumunu sürekli gergin tutmakta ve özellikle Kürt sorunu üzerinden körüklediği gerginlik ile muhalefetin bu sorunun çözümüne dair projeler üretip, seçmene sunmasının önünü kesmeye çalışmaktadır. 6’lı masanın HDP ile biraraya gelmemesi için çeşitli oyunlar tezgahlıyor.
Elbette 6’lı masanın bileşenlerinin de Kürt sorununu şiddete indirgemeleri ve şiddet ile demokratik siyaseti birbirinden ayırmamaları, ayrıştırma politikasının kendisine yarar sağladığını gören iktidar blokunun HDP üzerinde baskıyı artırmasına zemin sunmaktadır.
Peki anayasa taslağında Kürt halkının varlığından ve Kürt sorununun çözümünden bahsetmeyen masa, HDP seçmeninden nasıl oy almayı düşünüyor olabilir? Aynı şekilde emekçilerin haklarının korunacağından, örgütlenme, toplu pazarlık ve grev haklarının kullanılmasında uluslararası standartların amasız fakatsız uygulamaya konacağından bahsetmeyen anayasa taslağı ile bu ülkenin milyonlarca çalışanı ile sosyalist soldan nasıl oy almayı düşünüyor olabilir?
Tüm bu nedenlerle, siyasi yelpazenin merkezinin hemen sağında ve hemen solunda yer alan 6 siyasi parti, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme” geçme hazırlıklarını HDP’siz yapmalarını toplumun hassasiyetleri ile açıklamaya çalışsalar da bence asıl neden, muhalefet blokunun siyaseten mevcut iktidardan çok farklı olmayan siyasi kompozisyonudur. Yani bunun toplumun hassasiyetleri ile açıklanması gerçekçi değildir. Kaldı ki, mevcut siyaset tarzından memnun olmayan ve onun değişmesi gerektiğine inanan her siyasi yapı ya da aktör, bunun yolunun toplumu dönüştürmekten geçtiğini bilmek zorundadır. Şüphesiz toplumu dönüştürme iddiası taşımayan ve buna dair politik hazırlığı olmayan siyasetin varacağı nokta mevcuda teslimiyettir.
Masanın ana hedefi, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçiş, yeni bir anayasa ile sistemin yeniden kurulması demektir. O zaman bu yeniden kuruluş anayasasının yapılması sürecinde, “Özgürlük ve Demokrasi” blokunda bir araya gelmiş olan HDP ile sol sosyalist partilerin güçlü bir grupla parlamentoda bulunmaları, başta yeni anayasa yapılması olmak üzere, demokratik parlamenter sisteme geçişin yanı sıra, temel hak ve özgürlüklerin garanti altına alındığı, farklılıkların temsilinin sağlandığı demokratik bir sistemin hayata geçmesi açısından önemli bir kazanım olacaktır.
Kuşkusuz bu en çok mevcut iktidarı rahatsız etmektedir. Çünkü güçlü sol ittifak, iktidarın HDP’yi yalnızlaştırma ve terörle ilişkilendirme politikasını boşa çıkarma yolunda atılmış önemli bir adımdır. Türkiye emekçi halklarının birleşik mücadelesi, böl-parçala-yönet politikası ile ülkeyi yönetenlerin bu taktiğini boşa düşürecektir.
Sistemin bilinçli tercihi olan milliyetçi muhafazakâr toplumsal dokuyu değiştirerek bu ülke halklarını çağdaş, demokratik değerlerle buluşturmak da toplumsal yapıyı değiştirmeye dair politikalar geliştirmekle mümkündür.
Yapılan anketler, iki blokun da seçimleri kazanacak çoğunluğa ulaşamayacağını ortaya koyduğuna göre, daha sağ, milliyetçi muhafazakar seçmenden alınabilecek sınırlı oy için HDP seçmenini yok saymak ve onun oyunu alacak adımlar atmamak seçimi baştan kaybetmektir. Kaldı ki masanın yöneldiği sağ seçmen, devlet olanakları elinde olan iktidar blokunun kendisine sağlayacağı cüzi menfaatler karşılığı yön değiştirmeye yatkın seçmendir. Daha açık bir ifadeyle demokrasiyi, hukuku ve parlamenter sistemi amaçladığını iddia ederek bir araya gelen 6’lı masanın, yöneldiği seçmen kitlesinin hükümetin yapacağı kısa süreli bir kaç sosyal yardım, asgari ücrette yeni bir artışa gitmesi, EYT sorununu çözüyormuş gibi yapması ve yaşanan ekonomik sorunların nedeninin Rusya-Ukrayna savaşı olduğuna ilişkin oluşturacağı algı ile iktidar blokuna yönelmesi, üzerinden atlanmaması gereken bir gerçekliktir.
Bu nedenle 6’lı masa, daha cesur adımlar atarak bu toplum için ekmek, su ve hava, kadar demokrasiyi, hukuku ve eğitimi olmazsa olmazlar olarak görmeli ve bu hedeflere ulaşmanın demokratik halk kesimlerini ve HDP seçmenini daha sağ, muhafazakar ve milliyetçi politikalara kurban etmemesi gerektiğini asla unutmamalıdır. Bu yapılmaz ise şimdiden hepimize çok geçmiş olsun, demekten başka yapacak bir şey yoktur!