KAZANMAK, MUTLAK HAKLILIK DEĞİLDİR!

Yaşadığımız ülke Türkiye, son iki üç yıldır süregiden, “Seçim olur mu olmaz mı? Erken mi olur, zamanında mı olur?” tartışmaları arasında Cumhurbaşkanı ile parlamento seçimlerini 14 Mayıs 2023 tarihinde gerçekleştirdi. Gerek propaganda süreci gerekse seçim sonuçları üzerinde pek çok eşitsizlik ile şaibe tartışmaları uzun yıllar sürecek gibi görünen seçimlerde parlamento oluştu. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçiminde yarışan üç adaydan birisinin, Anayasa ile Cumhurbaşkanı seçim kanununun birinci turda seçilebilmek için aradığı %50+1 oranında oy alamamasından dolayı, Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı. Kanun gereği ilk turdan 15 gün sonraki Pazar günü yapılması gereken Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu 28 Mayıs 2023 tarihinde yapıldı. Hem parlamento seçiminde hem de Cumhurbaşkanlığı seçiminde iktidar bloku galip geldi.
Peki, nasıl oldu da 21 yıldır ülkeyi yönetenlerin özellikle son beş yılında adına Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi dedikleri tek adam yönetimi ile birlikte derin bir ekonomik kriz yaşattığı, işsizliğin, yoksulluğun toplumu cenderesine aldığı, yüksek gıda enflasyonu ile mutfağın yangın yerine döndüğü bir süreçte, AKP’nin oyu iktidar olduğu 2002 yılı seviyesinde seyrediyor olsa da başında bulunduğu Cumhur ittifakı oyların %50’ye yakınını aldı ve parlamentoda çoğunluğu sağladı? Süleyman Demirel’in deyimiyle boş tencere neden iktidarı götürmemişti? AKP oylarında düşme olmasına rağmen, blok iki seçmenden birinin oyunu nasıl aldı? Bunca yoksulluğa rağmen, özellikle yoksulluğu iliklerine kadar yaşayanlar neden iktidar blokuna oy verdiler? Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremlerinde depremin vurduğu 11 ile zamanında ulaşamayan, arama kurtarma çalışmalarını ancak üç gün gün sonra başlattığı için enkaz altında kalan on binlerce insan, “Kurtarın bizi” diye bağıra bağıra can vermişken, seçmen neden tüm bu olumsuzlukların sorumlusu iktidara destek vermişti? Tüm bu sorular cevaplandırılması gereken sorulardır. Özellikle muhalefet partilerinin şapkalarını önlerine koymaları ve bu sorulara cesaretle cevap vermeleri gerekiyor.
Elbette muhalefetin bu konuda eleştirilecek çok yönü var. Ancak seçim yeni sonuçlanmışken, muhalefetin eksikliklerini bu yazıda ele almak sağlıklı bir değerlendirme olmaz. Dolayısıyla ben bu yazı da daha ziyade iktidarın propaganda yöntemleri ile onun sermayeden yana olan ekonomik tercihinin mağduru emekçi katmanların iktidara oy vermelerinde belirleyici olan iki temel faktör üzerinde durmaya çalışacağım. Bunlar yıllardır uygulanan Türk-İslam sentezi sonucu oluşmuş olan toplumsal doku ile yoksulluğun iktidar tarafından yönetilebilmesidir. Zira partili Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, iktidar bloku toplumu bu iki konuda sürekli teyakkuzda tutma konusunda bir hayli maharetlidirler.
Geçen hafta başka bir mecrada yayımlanan “AKP İktidarında Çalışanlar Kaybetti” başlıklı yazımın bir paragrafında şu ifadelere yer vermiştim: ”…..Popülist bir siyaset tarzı ile ülkeyi yöneten AKP, algıyı yönetme konusunda oldukça maharetlidir. 21 yıllık iktidar bu mahareti sayesinde toplumda mağdur olduğuna dair genel bir kanının hakim olduğu kesimleri koruyormuş gibi yapıyor. Elbette bu kesimlerin başında asgari ücretle çalışanlar geliyor. Nitekim AKP iktidarında asgari ücret diğer ücretlerin üzerinde oranlarla arttırılırken, diğer emek ücretleri asgari ücret kadar artırılmadı. Bunun iki temel nedeni var: Birincisi AKP ve başındaki Recep Tayyip Erdoğan’ın, mağduru koruyor görüntüsü vermek istemeleri. İkincisi ise daha yüksek oranlarda arttırılsa da satın alma gücü sürekli gerileyen, asgari ücreti ülkede ortalama ücret haline getirmek.” Elbette AKP bunu sadece Asgari ücret de yapmıyor. Örneğin; yoksulluğu yönetme konusunda, sosyal devlet olmanın gereği genel ve yerel yönetimlerin bütçelerinden yoksula aktardığı iane yardımları, kendi lütfu olarak algılatmada ve kendisinin çıkardığı kanunlarla düşmesine yol açtığı emekli maaşı alt sınırını hazineden destekle yükseltmede de aynı yöntemi kullanıyor. Kısacası AKP, uygulamaları ile yoksullaştırdığı insanlara kamu kaynaklarından aktardığı cüzi destekleri, kendi lütfu gibi algılatma propagandasını başarıyla yapıyor.
2023 seçimlerinde iktidar blokunun ana gövdesini oluşturan AKP’nin oyu, 2002 düzeyine (%36) geriledi. Ancak, MHP ile Yeniden Refah Partisi’nin aldıkları oylarda katılınca iktidar bloku bileşenlerinin toplam oyu %49 civarında. Kuşkusuz bu desteğin dayandığı kesimlerin başında yoksullar ile emekçiler geliyor. Elbette yaşanan bunca olumsuzluğa rağmen verilen bu destek, değişimden yana tavır koyan ve muhalefeti destekleyen seçmen tarafından tepkiyle karşılandı. Nasıl karşılanmasın ki, yolsuzluk, yoksulluk, hukuksuzluk deprem sürecinde arama kurtarma çalışmaları ile yardımların organize edilememesi gibi, birçok olumsuzluğun bir arada yaşandığı bir süreçte yapılan seçimlerde iktidar bloku gücünü korumuştu.
Sonucun netleşmesi ile seçmen hakkında bazı olumsuz değerlendirmeler ile sosyal medya paylaşımları yapılması AKP’ye bunları kullanma fırsatı sundu. Halbuki AKP’nin iktidar olması milliyetçi/muhafazakâr toplumsal yapıya dayanıyor. O zaman bu toplumsal yapının oluşmasını sağlayan devlet politikası ile 12 Eylül ürünü barajlı seçim kanunu sorgulanmadan seçmeni suçlamak, işin kolaycılığına kaçmaktan başka bir şey değildir.
Evet, AKP 40 yıldır ülkede uygulamakta olan 12 Eylül ürünü %10’luk seçin barajı sayesinde 2002 yılında aldığı %35 oy ile TBMM’nin %66’sını ele geçirerek iktidara geldi. Kısacası AKP 2002 yılında milletin çoğunluğunun değil, 12 Eylül ürünü %10 seçim barajının avantajı ile seçmenin üçte birinin oyuyla mutlak çoğunlukla iktidar oldu. 2023 seçimlerinde seçim barajı %7’ye düşürülmüş olsa da adaletsizlik devam ediyor. Nitekim AKP 14 Mayıs milletvekili seçimlerinde aldığı %35 oyla meclisin %45’ini elinde tutuyor. Bunun temel nedeni, kendisine avantaj sağlamak üzere MHP ile birlikte geçen yıl çıkardığı seçim kanunudur. Elbette bunda yasayı doğru yorumlayamayan ve iktidarın bu oyununu bozmayı başaramayan muhalefetin de payı vardır.
Öte yandan Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ikinci tur seçim akşamı yaptığı açıklamada belirttiği gibi, gerek 14 Mayıs 2023 gerekse 28 Mayıs 2023 seçimleri Türkiye yakın tarihinin en adaletsiz seçimleriydi. Bu seçim sadece adaletsiz değil, aynı zamanda propaganda dönemindeki kumpaslar, iftiralar, söylenmemişlerin söylenmiş gibi gösterilmesi, montaj videoların meydanlarda halka seyrettirilmesi, medyanın kirli propagandaya alet edilmesi, iktidarın en tepesinden, “Diyaneti kapatacaklar”, “Teröre destek verecekler, Öcalan’ı serbest bırakacaklar” sözleri ile iftira dolu, “Aile yapımızı bozacak, İstanbul sözleşmesine geri dönecekler”, “Bunlar LGBT+’ci” açıklamaları ile saldırgan ve ötekileştirici ifadelerle dolu bir seçimdi. Ve ne yazık ki, onlarca yıldır resmi Türk-İslam ideolojisi ile eğitilen toplum bunları araştırmadan, süzgeçten geçirmeden satın aldı. Maalesef bu durum öyle üç beş yılda ortaya çıkmadı. Aksine yıllardır devletin derinliklerinde yazılan ve adım adım uygulanan programın sağladığı sonuçtur. Tüm bunların, konunun uzmanlarınca derinlemesine ve analize tabi tutulmasına ihtiyaç vardır.
Kuşkusuz bu seçim süreci, Cumhurbaşkanı yarışının ikinci turu öncesi adaylardan Kemal Kılıçdaroğlu’nun proje ve vaatlerini halka ulaştırmak üzere attığı SMS mesajlarının bile engellenmesi, videolarının yayından kaldırılması gibi birçok hukuka aykırılığın yanı sıra, kamu olanaklarının bir Cumhurbaşkanı adayı ile onun başında bulunduğu parti tarafından sınırsızca kullanılmasından dolayı adaletsizdi.
Başta tarafsız olması gereken kamu yayın kurumu TRT olmak üzere medyanın büyük kısmı, seçmenin bir bölümü ülkede yaşanan gerçekleri görmesin diye ekranlarına iktidarın başarılarına dair görüntüler taşıdılar. Seçimlerde asıl meselenin açlık sefalet, gıda enflasyonunun yüksekliği ile gıda ürünlerinin kıtlığı olmadığı, asıl meselenin vatan savunması olduğu, iktidarın vatan savunmasında büyük mesafe katettiği, İHA, SİHA, TOGG yapan iktidarın dış güçler tarafından engellenmek istendiği, muhalefetin de onlarla iş birliği içinde olduğu gibi günlük hayatla ilgisi olmayan yaldızlı bir propaganda yürütüldü. Elbette iktidarın borazanı medya dışında kalan az sayıdaki tarafsız medyayı izlemeyen, tüm bunları satın almaya hazır seçmen kitlesi iktidarın deyimi ile terör ve emperyalist devletlerin işbirlikçisi muhalefeti destekleyecek değildi.
Öte yandan Cumhurbaşkanı ile milletvekili adayı olan bakanlar, makamlarına sunulmuş kamu olanaklarını seçim propagandasında alabildiğine serbest kullandılar. Erdoğan seçim stratejisini “ötekileştirme” üzerine kurdu. AKP adına konuşanlar, seçimi din ile vatan için verilen kurtuluş mücadelesi ilan ettiler. Elbette bu ötekileştirme stratejisi yukarıda açıklamaya çalıştığım toplum yapısından destek aldı.
Zaman zaman yazılarımda vurgulamaya çalıştığım gibi, gelir dağılımı toplumun alt gelir grubuna mensup emekçi katmanlar aleyhine alabildiğine bozulmuşken, Erdoğan iktidarının yoksullardan ve işçilerden bu denli oy alması, oy verenleri suçlayarak açıklanamaz. Önümüzdeki süreçte yazacağım yazılarda iktidarın oy alabilmesinin ekonomik ve sosyal nedenleri ile muhalefetin eksikliklerine değinmeye devam edeceğim!
Son söz, Hitler döneminde uzun yıllar farklı ülkelerde sürgün hayatı yaşayan Alman şair ve yazar Bertolt Brecht’in deyişiyle, “Sen kazandın ama ben haklıydım.” Burada ki beni biz diye alırsak, eminim ki bu toplum bir gün haklılığımızın farkına varacaktır. Tek dileğim bunun çok geç olmaması!
Veli Beysülen