SOSYAL DEVLETİ YOK EDEN İKTİDARIN SEÇİM “MÜJDE”LERİ! (2)

Geçen hafta bu köşede yayımlanan yazımda, ülkedeki gelirin kısmen de olsa adil dağılımının aracı olup Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2’nci maddesinde devletin temel niteliklerinden biri olarak belirlenmiş olan sosyal devletin, 1980’li yıllardan itibaren, en çok da AKP iktidarında adım adım yok edildiğini açıklamıştım. Aynı yazıda AKP’nin, sosyal güvenlik alanında ilişkin yaptığı yasal düzenlemelerle bir yandan sağlığı hak olmaktan çıkardığını diğer yandan ise emekli aylıklarını aşağıya çektiğini belirtmiştim. Yazının son paragrafında ise bir sonraki yazımda konuyu işlemeye devam edeceğimi vurgulamıştım.
Elbette sosyal devletin yok edilmesi sistemin bilinçli tercihiydi. Zira sosyal devletin yok edilmesi bu alanı, kar amaçlı kullanmak isteyen, sermayenin amacına ulaşmasının önündeki engelin kaldırılmasıydı. Öte yandan gelirin daha adil paylaşımının aracı olan sosyal devletin yok edilmesi, ülkeyi yöneten sağ iktidarın, sosyal devletin desteğinden mahrum bıraktığı ve yoksullaştırdığı emekçi kesimlere, bütçeden verdiği kırıntı desteklerle, oylarını almasını sağlayan iki önemli sonucu vardır.
Tam da bu nedenle, bugün AKP’nin yaptığı gibi merkezi ve yerel yönetim bütçelerinden yapılan iane yardımlar, günün iktidar partisinin ya da başında bulunan liderin lütfu olarak sunulmaktadır. Bu yardımlar nakdi yani direkt para olarak yapıldığı gibi, değişik mal ve hizmetlerin karşılıksız sağlanması şeklinde de yapılmaktadır. Halkın vergilerinden aktarılan kaynakla yapılan tüm bu hizmetler, her ne ad altında yapılırsa yapılsın, sosyal devleti dinamitlemiş olan iktidarın hanesine artı olarak yazılmaktadır. Kısacası anayasanın amir hükümlerinden olan sosyal devleti yok edenler, muhtaç durumuna düşürdükleri insanların muhtaçlıklarını, iktidarlarının devamını sağlama aracına dönüştürüyorlar.
Ülke seçim sürecine girmişken iktidarın yıllardır yok saydığı emekçi kesimleri birdenbire hatırlaması boşuna değil. Elbette bu göz boyama “müjde”ler iktidarın, sandıktan bir kez daha iktidar çıkmasını sağlamaya yönelik hamlelerdir. Amaç mevcut iktidar bloğunun, ülkeye dayattığı tek adam yönetimini tahkim edecek altyapıyı tamamlamak üzere, iktidarını sürdürmesidir. Zira tek adam yönetimi bir dönem daha devam ettiği taktirde bir sonraki kuşak, demokrasi karşıtı olarak yetişecektir. Kuşku yok ki, bu durum gelecekte demokrasiyi, insan haklarını, adaleti, barışı, eşit yurttaşlığı unutturacak ve ülke her şeye tek kişinin karar verdiği insanların, yurttaş değil tebaa olduğu yönetim biçimine tamamen geçmiş olacaktır.
İlginç değil mi? 21 yıldır ülkeyi yöneten iktidar bugüne kadar hatırlamadığı tolumun emekçi çoğunluğuna verdiği “müjde’lerle propaganda sürecini başlatmış bulunuyor. Elbette bu “müjde”lerin asgari ücret artışı, emekli maaş artışı, memur maaş artışı gibi çoğu kanunen verilmesi gereken maaş artışları iken, Emeklilikte Yaşa Takılanlar ile geçici kamu personeline kadro verilmesi gibi düzenlemeler ise gasp edilmiş hakların kısmen iadesidir.
Kuşkusuz 21 yıllık AKP iktidarında, en büyük kaybı emekliler yaşadılar. Nitekim 2002 yılında AKP iktidar olmadan önce, asgari ücret 184 lira iken en düşük işçi emeklisi aylığı 226 liraydı. Yani en düşük işçi emeklisi aylığı asgari ücretin %22 üstündeydi. Peki bugün en düşük emekli aylığı asgari ücretin kaçta kaçı derseniz? Maalesef %36 altına gerilemiş bulunuyor. Daha açık bir ifadeyle, AKP iktidar olduğunda asgari ücretin üstünde olan emekli aylıkları bugün altına gerilemiş bulunuyor. Aynı şekilde kamu çalışanlarının (Memurlar) maaşları da hızla asgari ücret seviyesine geriliyor. Bu hız devam ederse, yakında asgari ücretin altında kalacaklardır. Tabii ki emekliler ile kamu çalışanlarının ve asgari ücretin üstünde maaş alan işçilerin maaşlarının, asgari ücret seviyesine hatta altına gerilemesi, asgari ücretin çok arttırılmasından kaynaklanan bir durum değildir. Aksine asgari ücret hiçbir zaman, asgari geçim ücreti olacak seviyede değildir. Ancak özellikle seçim dönemlerinde AKP asgari ücretle işçi çalıştıran çoğu kendisinin besleyip büyüttüğü sermayeden fedakârlık bekliyor ve kısmen de olsa karşılığını alıyor.
Peki kim bu sermaye? Kim olacak, hani şu Anadolu’nun irili ufaklı kentlerinde gördüğümüz sanayi sitelerinde, ilkel koşullarda ucuza işçi çalıştıran, yani emek sömürüsü üzerinden üretim yapmaya çalışan, adları kısaca KOBİ, diğer bir adları ise “Anadolu Kaplanları” olan Küçük ve Orta ölçekli işletmeler var ya onlar işte. AKP iktidar olduğunda büyük çoğunluğu kendi yöresinde, küçük işletmeler şeklinde kenarda kalmış olan bu sermaye, iktidarın kaynak aktarımı ile bugün sermayenin merkezine yerleşmiş bulunuyor.
Elbette AKP iktidar olduktan sonra, kıymete binen bu şirketlerin büyük çoğunluğu profesyonellikten uzak, aile şirketi olarak faaliyet yürütmektedirler. AKP’nin iktidar olmasıyla birlikte, kredi ve teşviklerle desteklenen, ballı ihaleler verilen, birçoğu taşeron işveren olarak, kamu kurumlarında işçi çalıştıran şirketlerdir. Bu şirketlerin, işçilerin anayasal örgütlenme haklarına tahammülleri yoktur. Dolayısıyla sendika, toplu sözleşme, grev bunların kapısının önünden geçmez. Bırakın sendika hakkını, işçilerin kanuni hakları kendilerine kullandırılmaz. Önemli bir kısmı FETÖ cemaati ile içli dışlıdır. Bu nedenle, paralel yapının kamuda ki gücünü kullandılar. 15 Temmuz darbe kalkışmasının ardından, birçoğuna el kondu kayyım atandı. Yukarıda belirtiğim gibi “Anadolu Kaplanları” diye adlandırılan, ülkenin tamamına yayılmış olan bu şirketler, kısa adı MÜSİAD olan Müstakil Sanayici ve İş adamları Derneği, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği TOBB gibi, iktidar yandaşı yapılarda örgütlüdürler. Kuşku yok ki, hükümet tarafından kollanan ve korunan bu şirketler, iktidarın kendilerine sağladığı muazzam karların hatırına asgari ücretin, reisin şovu eşliğinde görece yüksek arttırılmasına onay vermektedirler. Zira mevcut iktidar anlayışı sürdüğü sürece, verdiklerinin çok daha fazlasını kazanmalarının önünde engel yoktur. Kaldı ki iktidar, vergi afları, vergi harcaması, yatırım teşviki, istihdam teşviki, meslek edindirme teşviki gibi birçok uygulama ile bu şirketlere muazzam kaynak aktarmaktadır. Kısacası işverenler ile iktidar kurdukları orta oyununda, sen de kazan bende kazanayım anlayışı ile hile üzerine kurulu bir oyun oynamaktadırlar. Bunun sonucu asgari ücret sözde yüksek arttırılıyor gösterilmektedir.
Öte yandan maaşları, merkezi yönetim bütçesinden arttırılan emekliler, işçi memur kamu çalışanlarının maaşları daha düşük oranlarda arttırılmaktadır. Aslında AKP, ülkede tüm ücretleri, asgari ücret seviyesinde eşitleme politikası uyguluyor. Elbette asgari ücretin, kısmen daha yüksek belirlenmesi aynı zamanda kamuoyunun bu ücrete olan duyarlılığındandır. Zira gerek siyaset gerekse sendikalar, asgari ücret konusunda, aylar öncesinden açıklamalar yapmakta ve günün koşullarında olması gereken rakamlar açıklamaktadırlar. Ancak çalışanlar ile emeklilerin örgütsüzlüğü, iktidarı asgari ücrette dahil tüm ücretlerin kayıplarını karşılamayan yıllık veya 6’şar aylık artışları lütuf olarak algılatma konusunda elini rahatlatıyor.
Elbette iktidarın seçim “müjde”leri, kanunen emekliler ile çalışanlara verdiği, maaş artışları ile sınırlı değil. Örneğin; bu yıl köprü ve otoyol geçiş ücretleri ile doğalgaz ve elektrik fiyatlarına zam yapılmamış olmasını da iktidar kendi lütfu olarak açıklıyor. Kuşku yok ki, enflasyonun bu kadar yüksek seyrettiği bir süreçte, bu mal ve hizmetleri alanların ödedikleri ücretlerin, artmamış olması önemli. Ancak doğalgaz bedelinin 2024 yılına ertelenmesi için Rusya ile görüşmeler devam ediyor. Köprü, otoyol ve tünel geçiş ücretlerinin artmamış olmasının hiçbir önemi yoktur. Zira bu projeleri gerçekleştiren yandaş şirket ile konsorsiyumlar, tuttukları büyük balıktan olmamak için, kaçan küçük balığı görmezden gelmektedirler. Kaldı ki, geçiş garantisi sayısının altında kalan, araçlar için hazineden ödeme yapılmaktadır. Nasıl, Tam anlamıyla, ben kazanırsam sen, sen kazanırsan ben kazanırım politikası uygulanıyor değil mi?
Elbette yukarıda belirttiğim gibi, seçim “müjde”leri genel ekonomik ve siyasi politikaların devamını sağlamaktan başka sonucu olmayan, milyonların beklentilerine cevap vermekten uzak, bir program dahilinde belirlenmemiş tek adamın ben istersem veririm. Çünkü devlet benim ve benim olandan size lütufta bulunurum, mantığı tamda budur. Ülkeyi devasa sorunlarla çöküşe sürüklemiş, devasa sorunlarına dair proje program sunmayan, bildiği tek şey karşısındaki herkesi hain ilan etmek olan, ötekileştirici dili kullanmakta sakınca görmeyen siyasetin temsilcisi bir iktidar anlayışı kanunen verilen asgari düzeyde kurallar uygulansa maaş artışlarını topluma “müjde” diye sunmaktadır.
Kısacası geçen bölümde belirttiğim gibi, sosyal devleti bitirmiş olan iktidar, yoksulluğa mahkum ettiği emekçi çoğunluğun sorunlarına kalıcı çözümler üretmek yerine, çevresinde kümelenmiş sermaye ile el ele kol kola seçim çalışması yapmaktadır. Buna, sosyal devleti bitirerek, emekçi çoğunluğu sefalete mahkum etmiş iktidarın, müjdelerle dansı denir!