19. Yüzyıl Avrupası’nda Yahudilere düşmanlık (anti-Semitizm) yükseldi. Roma İmparatorluğu tarafından yüzlerce yıl önce Filistin’den sürgün edilen ve dünyanın dört bir yanına dağılan Yahudilerin, Müslüman ülkelere yerleşenleri hoşgörülü bir yaşam sürdürüp, din ve inanç özgürlüğüne sahipken, Avrupa ülkelerine dağılmış Yahudiler için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Çünkü Hıristiyan Avrupa için Yahudiler Hz. İsa’nın katilleri idi. İki din arasındaki çekişme nedeniyle geneli Hıristiyanlığı seçmiş olan Avrupa ülkelerinde Yahudi düşmanlığı günden güne yükseldi. Bunun sonucu olarak Yahudiler; 1290 yılında İngiltere’den, 1392’de Fransa’dan, 1492’de İspanya’dan ve 1497’de de Portekiz’den sürüldüler. Bulundukları yerlerde yaşamak zorunda kalan Yahudilerin bir kısmı, karşı karşıya kaldıkları yoğun baskılara göğüs geremeyip inançlarını gizlediler veya Hıristiyanlığı benimsemiş gibi davranmak zorunda kaldılar. 15. yüzyıl sonlarında İspanya’da yaklaşık 100.000 Yahudi öldürüldü.
Artan baskılara ve yükselen anti-Semitizm’e tepki olarak, 19. yüzyılın sonlarında, değişik ülkelerde yaşamakta olan üst seviyede eğitim almış Yahudilerce bir ideoloji olarak ortaya atılan ve Filistin’de bir Yahudi devleti kurmayı amaçlayan Siyonizm, Yahudiliğin din temelli mücadelesinin yanında siyasi bir akım olarak ortaya çıktı. Böylece anti-Semitizm’e tepki şeklinde ortaya çıkan Siyonizm, İsrail Devleti’nin kuruluşuna giden süreci başlatmış oldu.
Bu amaçla ilk çalışmalar, bugünkü siyasal Siyonizm’in babası olarak bilinen Macar asıllı Avusturyalı Yahudi Theodor Herzl tarafından yapıldı. Herzl 1896’da, ”Der Judenstaat” yani Yahudi Devleti adlı bir kitap yayınladı. Viyana’da yaşayan Herzl, Yahudiler’in kendi devletini kurmaları fikrini başta Avrupa olmak üzere dünya genelindeki Yahudi düşmanlığına karşı geliştirmişti. Kısacası Herzl, Avrupa ülkelerinde katliama varan baskılar karşısında, onları Filistin’e taşıyacak ve bir Yahudi devletinin kuruluşuna öncülük edecek bir kurtarıcı (Mesih) arayışına giren Yahudilerin bu arayışına cevap olacak çalışmalar yapıyordu. Herzl’e göre Yahudi sorununun temel nedeni Avrupa’da gelişen anti-Semitizm’dir. Zira özellikle Avrupa’da Yahudilerin içinde yaşadıkları milletlerin tamamı, açık veya gizli anti-Semitist idi. Herzl bu düşüncelerle 27 Ağustos 1897 tarihinde Birinci Siyonist Kongresi’ni toplamayı başardı. İsviçre’nin Basel kentinde yapılan kongreye değişik ülkelerden iki yüzü aşkın delege katıldı. Birinci Siyonist Kongresi’nde başkanlığına Theodor Herzl’in getirildiği Dünya Siyonist Teşkilatı’nın temeli atıldı. Aynı kongrede Siyonizm’in amaçlarına ulaşacak araçları kullanacak ve dünya çapında lobi faaliyetleri yürütecek bir de yürütme kurulu seçildi.
Siyonizm, geniş anlamıyla Arz-ı Mev’ud (vadedilmiş yer), Yahudileri Filistin’de toplayarak Hz. Süleyman’ın Mabedi’ni Siyonizm’e adını veren Kudüs’ün yanı başındaki Siyon Dağı üzerinde yeniden inşa etme idealidir. Önceleri duygusal, kültürel ve milli bir hareket olan Siyonizm, Herzl’in öncülüğünde toprağa, yani devlete dayalı siyasal harekete dönüştü. Yahudiler kutsal kitapları Tevrat’a göre Yehova’nın (Tanrı) kutsal toprakları, kıyamete kadar ataları İbrahim Peygamber ile ümmetine verdiğine inanırlar. Dolayısıyla yüzyıllar boyu Siyon dedikleri Kudüs ve çevresine dönerek, kralları Süleyman tarafından yapılan ilk kutsal mabetleri Beyt-i Makdis’i yeniden inşa etmeleri gerektiği idealinden asla vazgeçmediler. Çünkü onlar, ancak böylece üstün Yahudi ırkını, Nil’den Fırat’a oradan bütün dünyaya hâkim kılarak Tevrat’ın emrini yerine getirmiş olacaklarına inanıyorlardı.
18. yüzyılın sonlarına doğru gerileyen ve ekonomik koşulları ağırlaşan Osmanlı İmparatorluğu’nun bu durumundan yararlanan İngiltere, Fransa ve ABD bölgedeki faaliyetlerini arttırdılar. Bu çalışmalar dahilinde adı geçen devletler tarafından bölgeye Yahudi göçü teşvik edildi. Tüm olumsuz koşullara rağmen, Osmanlı İmparatorluğu bölgeye göçü kısıtlayacak tedbirler almaya devam etti. Birinci Dünya Savaşı’nın devam ettiği süreçte Aralık 1917’de İngiltere Kudüs dahil bölgeyi ele geçirdi. Böylece bölge üzerindeki Osmanlı hâkimiyeti sona erdi. Bu dönemde Avrupa kıtasında bir Yahudi devletinin kurulmasına şiddetle karşı çıkan Avrupa devletleri, 1897 yılında Birinci Siyonist Kongresi’nin almış olduğu Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurma kararını sahiplenip, süreci hararetle desteklemeye başladılar.
Bu arada İngiltere Siyonist Dernekleri Başkanı Lord Rothschild 18 Temmuz 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’a bir mektup sundu. Mektupta; Filistin’in Yahudi vatanı olması, Yahudilerin Filistin’e göç etmelerinin önündeki engellerin kaldırması ve göç için gerekli kolaylıkların sağlanması, Yahudilerin burada kendi kendilerini idare etmeleri gibi üç önemli talep yer alıyordu. İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour, 2 Kasım 1917 tarihinde Lord Rothschild’in mektubuna, Balfour Deklarasyonu adını alacak olan ve “İngiltere Filistin’de Yahudi halkı için bir milli yurdun tesisini olumlu karşılamaktadır.” dediği bir cevap yazdı.
Bu deklarasyondan sonra, aralık ayında Osmanlı devleti bölgeden çekildi ve Kudüs dahil bölge İngiltere mandasına geçti. Bölgenin İngiltere mandasına geçmesiyle birlikte Yahudilerin Filistin’e göçlerinin önündeki engeller kalkmış oldu. Deklarasyon ve ona bağlı çalışmalar 1918 yılında Fransa ve İtalya tarafından da desteklenmeye başlandı. Balfour Bildirgesi’nin yayınlandığı süreçte Filistin’de 570 bin Müslüman, 74 bin Hıristiyan ve 75 bin Yahudi yaşıyordu. Bildirgeyle birlikte Filistin’e Yahudi göçü hızlandı. Göç Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesinden sonra yaşanan Yahudi soykırımı ile hızlanarak devam etti. Bunun sonucu İngiliz manda yönetiminin başlamasından itibaren 10 yıl içinde yaklaşık 100.000 Yahudi göçmen Filistin’e giriş yaptı. Böylece %10 olan Yahudi nüfusunun Filistin nüfusuna oranı % 17’lere yükseldi.
Ne yazık ki Avrupa’da yükselen anti-Semitizm Nazi Almanya’sıyla sınırlı değildi. Bu süreçte, özelikle Doğu Avrupa’da anti-Semitizm gittikçe arttı ve acımasız bir hal aldı. Yahudi karşıtlığı, Yahudi düşmanlığı anlamına gelen anti-Semitizm’deki anti ve semitizm kelimelerinin sözlük anlamı Sami (Semitic) halkları karşıtlığıdır.
Maalesef Almanya’da yükselerek toplu yok etmeye varan düşmanlık İtalya, Polonya, Avusturya, Romanya, Macaristan ve Çekoslovakya gibi devletler tarafından da benimsendi. Anti-Semitizm dalganın yükselmesi, dünya Yahudilerini harekete geçirdi ve Prag’da toplanan 18. Dünya Siyonist Kongresi’nde, Nazilerle mücadelenin yanı sıra anti-Semitizm’in mülteci durumuna düşürdüğü Yahudilerin Filistin’e yerleştirilmeleri konusunda gerekenlerin yapılması yönünde kararlar alındı.
Birinci dünya savaşında Almanya’nın yanında savaşa katılan Osmanlı İmparatorluğu’nun bu bölgedeki hakimiyeti sona erdi. 25 Nisan 1920 tarihli Milletler Cemiyeti kararıyla, bölge İngiltere’nin mandası altına girdi. Bunun yanı sıra savaşın galibi devletler Fransa ile İngiltere kendi aralarında gizlice imzaladıkları Sykes-Picot Anlaşması ile bölgeyi paylaştılar. Anlaşmaya göre paylaşımın dışında tutulan Filistin’de uluslararası idare kurulacaktı.
İngiltere mandasını fırsat bilen Yahudiler, Siyonist proje kapsamında Filistin’e göçe aralıksız devam ettiler. Yüzbinlerce Yahudi’nin bölgeye göçü Arap topluluklarında öfke ve isyana yol açtı.
1922 yılında İngiltere tarafından düzenlenen nüfus sayımında Yahudilerin sayısının, Filistin’in 750 bin kişi olan toplam nüfusunun yüzde 11’ine ulaştığı belirlendi. Bu sayımın ardından göç hızla devam etti ve sonraki 15 yılda 300 bin Yahudi daha bölgeye yerleşti. Bu göçlerin yol açtığı gerginlik, Ağustos 1929’da kanlı çatışmalara yol açtı ve 133 Yahudi Filistinliler tarafından öldürülürken, buna karşılık İngiltere polisi de 110 Filistinliyi öldürdü. Arapların tepkileri sürerken, 1936 yılında Siyonist Yahudi örgütü Irgun Zvai Leumi, Filistin ile şimdiki Ürdün’ü Araplardan ”kurtarmak” için Filistin ve İngiliz hedeflerine saldırılar düzenliyordu.
Temmuz 1937’de İngiltere Kraliyet Komisyonu, bölgeyi sınırlarını belirlediği Yahudi ve Arap devletleri arasında ikiye bölmeyi önerdi. Filistinli Arap temsilciler teklifi reddetti. Çünkü onlar, Yahudi göçünün durmasını ve azınlık haklarına saygılı bir üniter devlet kurulmasını istiyorlardı.
Yahudi göçünün tırmandırdığı şiddetin önüne geçemeyen İngiltere, 1920’den beri mandasında tuttuğu Filistin’in idaresini, 1947 yılında Birleşmiş Milletlere devrederek Siyonist-Arap anlaşmazlığını çözme sorumluluğunu üstünden atmış oldu.
Bu tarihte göçle Yahudi nüfusu toplam bölge nüfusunun üçte birine ulaşmış olsa da Filistin topraklarının ancak yüzde 6’sına sahipti. 6 milyon Yahudi’nin öldürüldüğü İkinci emperyalist paylaşım savaşı (İkinci Dünya Savaşı) sürecinde, Avrupa kıtasındaki Nazi zulmünden kaçan yüz binlerce Yahudi’nin bölgeye yerleşmesi, anlaşmazlığı daha da karmaşık hale getiriyordu.
Konuyu işlemeye devam edeceğimiz bir sonraki bölümde buluşuncaya kadar hoşça kalın.