DEVLET GÜVENİLİR OLDUĞUNDA GÜÇLÜDÜR!

**Bu yazı daha önce yazılmış olup 6 Şubat depremi nedeniyle gecikmeli yayımlanmış bir yazıdır.
Ana gövdesini 2018 seçimlerine katılan “Millet İttifakı” oluştursa da sonradan katılımlarla Altılı Masa ismiyle anılmaya başlanan ve 6 partiden oluşan masa, iktidara geldiklerinde yapacaklarına dair Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ni nihayet 30 Ocak 2023 tarihinde açıkladı. Öncelikle şunu belirtmeliyim, yazımda değineceğim eksikliklerinden bağımsız olarak, 6 farklı partinin bir araya gelmesi ve uzun süren çalışmalar sonucu Türkiye’nin sorunları ile çözüm önerilerine dair ortak bir program açıklamaları, Türkiye demokrasi tarihinde bir ilktir ve değerlidir.
Elbette farklı 6 partinin ortaya koyduğu bu uzunca metnin olumluluklarının yanı sıra, eksiklikleri veya değinmediği sorunlar vardır. Ben bu yazımda tek tek değinilmeyen ya da görülmek istenmeyerek üstünden atlanan sorunlara değinecek ve buna yol açan temel bakış açısını irdelemeye çalışacağım. Çünkü bu ülkede yaşayan 85 milyon insanın sorunları ile bu sorunların çözümüne dair önerilerin yer aldığı metne can veren temel bakış açısı, ülkenin geleceğinde önemli bir yere sahiptir.
Yazılarımı takip edenler bilirler. Zaman zaman yazılarımda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze kutsal devlet anlayışını aşamadığını ve tam olarak demokratikleşemediğini vurgularım. Aslında devletin tarihsel gelişimine bakıldığında, dayandığı toplumsal katmanların özelliklerinin yanı sıra, tek tek devletlerin yapılanma biçimlerine göre farklılıklar olmakla birlikte, bu özelliğin ilkel komünal toplumdan bu yana karakteristik bir özellik olarak varlığını sürdürdüğünü görmek mümkündür. Devletten devlete farklılık gösteren bu özellik, Türkiye gibi az gelişmiş, farklı etnik köken, din ve mezhepten insanların bir arada yaşadıkları ülkelerde kendini çok daha fazla hissettirmektedir. Zira birçok farklılığın bir arada yaşadığı ülkelerde kutsal devlet anlayışının kendini baskın bir şekilde dayatmasının nedeni, ülke rejiminin o an için dayandığı etnik veya dini yapı ile sınıflı kapitalist toplumda yönetme erkini elinde tutan sermaye sınıfının bu erki kaybetmemek için uyguladığı ayrıştırıcı politikadır.
Ne yazık ki, 99 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin bu özelliği sistem içi siyasetin sınırlarını belirleyen önemli bir etkendir. O zaman Altılı Masa’da oturan ve hepsi bu kutsallığın gölgesinde siyaset yapmaya çalışan partilerin hazırladıkları metnin sistemi reddeden bir metin olması beklenmemelidir. Öyleyse burada hemen cevaplandırılması gereken en can alıcı soru şu: “Peki, bu partilerin kutsal devleti aşmak ve insanı öne çıkarmak gibi bir dertleri yoksa sorunları kiminle, kime muhalefet ediyorlar?“
Eminim bu soruya verecekleri cevap, AKP-MHP ve BBP’den oluşan Cumhur İttifakı’nın ülkeye dayattığı tek adam yönetimini sonlandırmak ve demokratik parlamenter sisteme geçmek olacaktır. Elbette amaç mikro düzeyde bir iktidar değişikliği ve onun dayattığı tek adam yönetimini sonlandırmakla sınırlı tutulunca, ortaya çıkacak mutabakat metni de ona uygun olacaktır.
Ancak yine de masaya şu soruları sormakta yarar var: Daha geniş bir perspektiften bakıldığında, 99 yıllık cumhuriyet ve 1946-2023 yıllarını kapsayan 77 yıllık demokrasi macerası olduğu halde, bir türlü tam olarak demokratikleşemeyen ve kronikleşmiş sorunlarının üstüne yenileri eklenen bir devlette geçmişin yaşanmışlıklarını yok saymak mümkün mü? Bu soruya mümkün değil cevabı veriyorsanız, sistemi bir bütün olarak ele alıp dönüştürmeniz gerekmez mi? Cumhuriyet halkın kendi kendisini yönettiği rejimin adı değil mi? Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşememesi sorunu sadece bugünün sorunu mu? Mevcut tekçi anlayış terk edilmedikçe sorunlar devam etmeyecek mi? Kuruluşundan günümüze, her on yılda bir yenilenmiş olan anayasa ile onun ruhunu yansıtan kanunlarda, cumhuriyetin demokratik cumhuriyete evirilmesinin önünü kapatan ve yurttaşların temel haklarını kullanmalarını imkânsız hale getiren bir dizi kayıt ve şart yok mu? Yeni anayasada bunları tasfiye edecek misiniz? Elbette bu soruları çoğaltmak mümkün. Ancak, Altılı Masa’nın halka güçlü bir alternatif sunabilmesi için şimdilik bu soruları cesaret ve samimiyetle cevaplandırması yeterli diye düşünüyorum.
2017 Anayasa Değişikliği ile Türkiye Cumhuriyeti’nin defolu demokrasisini bile yok eden, TBMM’yi devre dışı bırakan ve “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir.” ilkesini askıya alan mevcut iktidar blokunun sandık yoluyla gönderilmesi önemli. Ancak ülkenin sorunlarının çözümü için yeterli değil. Dolayısıyla şimdilik tarihi henüz kesinleşmemiş olan seçim için Ortak Mutabakat Metni açıklayan Altılı Masa’nın, geçmişin yanlış politikalarında ısrar edilmeyeceğine dair topluma güven vermesi gerekiyor. Ancak açıklanan Ortak Mutabakat Metni bu güveni vermekten uzak. Çünkü muhalefetin ana gövdesini oluşturan partiler, kutsal devlet anlayışını aşabilmiş değiller.
Kuşkusuz bir yılı aşkın süredir, çok sayıda kişinin yoğun bir emek harcayarak ortaya çıkardıkları bu metin top yekûn reddedilecek bir metin değildir. Anlayışları, sorunlara yaklaşımları, sorunları çözme yöntemlerine ilişkin öneri ve düşünceleri birbirinden farklı altı partinin yan yana gelmeleri ve bu çalışmayı ortaya koymuş olmaları önemlidir. Kuşku yok ki, metnin bütününde Masa’nın iyi ve doğru şeyler yapma çabasını görmek mümkündür. Ancak gerek iktidar bloku ile yandaşı medyadan gelen eleştirilerin etkisinde kalınmış olması gerekse masadaki partilerin kutsal devlet anlayışının temsilcisi olma hedefi, Ortak Mutabakat Metni’nde ülkenin önemli birçok sorununa dair çözüm önerilerini ortaya koymalarını engellemiş görünüyor.
Yukarıda açıklamaya çalıştığım nedenlerle, metinin yurttaşlardan önce devleti işaret ediyor olması önemli bir sorun. Zira metin baştan sona devletin büyütüleceğini ve güçlendirileceğini vurguluyor. Bence sorun kutsal devlet anlayışından zihni kopuşu göze alınamamasından kaynaklanıyor. Bu nedenle Masa olaya devlet penceresinden bakıyor. Elbette devletin otoriterleşmesine, keyfi yönetimin hakim kılınmasına, devlet kurumlarının işlevsizleştirilmesine yol açan tek adam yönetimine karşı çıkmak ve devleti yeniden yapılandırmak önemlidir. Ancak tüm bunların merkezine devleti değil bireyi koymak ve ülke de birlikte yaşamın aracı barışın tesisi için etnik, dini, mezhepsel ve kültürel farklılıklar ile bireysel tercihlerin belirleyici olduğu yaşam tarzlarının korunmasına dair hangi tedbirlerin alınacağına metinde yer verilmesi gerekirdi. Unutulmamalıdır ki, tüm bu hakların kullanılmasına dair düzenlemeler yapılmadan, tek başına güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmekle gerçek demokrasiye geçilmiş olmaz.
CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, son aylarda zaman zaman neoliberalizme karşı olduğunu açıklasa da metnin ekonomiyle ilgili bölümleri neoliberal ekonomiyi işaret etmenin ötesine geçmiş değil. Maalesef aynı liberal bakış özgürlüklerle ilgili bölümlerde de kendisini hissettiriyor. Bu nedenle kolektif haklar, grup hakları, sınıf hakları hiçbir şekilde metne yansımamış.
Hiç kuşkusuz, ülkenin esas sorunu, süren çatışma ortamından dolayı iki taraftan gencecik insanların ölmesine yol açan Kürt sorunudur. Maalesef bu sorun aynı zamanda, 85 milyon ülke insanının refahı için kullanılması gereken milyarlarca lira paranın heder olmasına yol açıyor. Bu nedenle, Kürt sorununun çözümüne dair hiçbir önerinin metinde yer almamış olması büyük bir eksikliktir. Burada masaya şu soruları sormakta yarar var: Siz, yüzlerce sayfalık detaylı programda ülkenin esas sorunu olan bu soruna değinmeyince, sorunun buharlaşıp yok olacağını mı düşünüyorsunuz? Türkiye’yi yaşadığı çıkmazdan çıkarmayı vaat ediyorsanız, ülkenin yapısal sorunlarının başında gelen ve yaşanan sorunların birçoğunun nedeni olan Kürt sorununun köklü çözümüne ilişkin, proje ve önerilerinizi topluma sunmanız gerekmez mi? Bunu yapmak yerine, yuvarlak ifadelerle güvenlikçi politikalarda ısrar edileceğine vurgu yaparak milyonlarca Kürt seçmen ile demokrasi ve barış savunucusu seçmenden nasıl oy almayı düşünüyorsunuz?
Metinde Alevilerin inanç özgürlüğü ve eşit yurttaşlık talepleri de görmezden gelinmiştir. Yine metinde Türkiye’nin kanayan yarası, kadına şiddeti önlemek için alınacak tedbirler ile İstanbul Sözleşmesi’ne dönülüp dönülmeyeceği konusuna net ifadelere yer verilmemiştir. İşçilerin, kamu çalışanlarının, emeklilerin sendikal örgütlenme haklarını kullanmalarının önündeki engellerin kaldırılması, serbest sendikalaşma ve serbest toplu pazarlık haklarını kullanabilmeleri, grev hakları, sendikal özgürlükler, eylem, yürüyüş hakları, sosyal güvence ile iş güvenliği hakları, LGBT+’ların ayrımcılığa uğramaktan kaynaklı beklentileri gibi temel konuların üzerinden atlanmıştır.
Tüm bu eksikliklerin nedeni kutsal devlet anlayışını aşamamaktır. Yapılması gereken şey, güvenlikçi devlet yerine özgürlükçü devlet anlayışını hakim kılmak ve toplumun özgürleşmesinin önünü açmaktır. Yani devletin sadece düzenleyici olması ve eksiksiz demokrasiye dönüştürülmesi hedef olmalıdır. Zira Türkiye Cumhuriyeti’nin sorunu güçlü devlet değil, güvenilir demokratik devlettir.
Veli Beysülen
Not : Bu yazı daha önce yazılmış olup, 6 Şubat depremi nedeniyle gecikmeli yayımlanmış bir yazıdır.
Ana gövdesini 2018 seçimlerine katılan “Millet İttifakı” oluştursa da sonradan katılımlarla Altılı Masa ismiyle anılmaya başlanan ve 6 partiden oluşan masa, iktidara geldiklerinde yapacaklarına dair Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ni nihayet 30 Ocak 2023 tarihinde açıkladı. Öncelikle şunu belirtmeliyim, yazımda değineceğim eksikliklerinden bağımsız olarak, 6 farklı partinin bir araya gelmesi ve uzun süren çalışmalar sonucu Türkiye’nin sorunları ile çözüm önerilerine dair ortak bir program açıklamaları, Türkiye demokrasi tarihinde bir ilktir ve değerlidir.
Elbette farklı 6 partinin ortaya koyduğu bu uzunca metnin olumluluklarının yanı sıra, eksiklikleri veya değinmediği sorunlar vardır. Ben bu yazımda tek tek değinilmeyen ya da görülmek istenmeyerek üstünden atlanan sorunlara değinecek ve buna yol açan temel bakış açısını irdelemeye çalışacağım. Çünkü bu ülkede yaşayan 85 milyon insanın sorunları ile bu sorunların çözümüne dair önerilerin yer aldığı metne can veren temel bakış açısı, ülkenin geleceğinde önemli bir yere sahiptir.
Yazılarımı takip edenler bilirler. Zaman zaman yazılarımda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze kutsal devlet anlayışını aşamadığını ve tam olarak demokratikleşemediğini vurgularım. Aslında devletin tarihsel gelişimine bakıldığında, dayandığı toplumsal katmanların özelliklerinin yanı sıra, tek tek devletlerin yapılanma biçimlerine göre farklılıklar olmakla birlikte, bu özelliğin ilkel komünal toplumdan bu yana karakteristik bir özellik olarak varlığını sürdürdüğünü görmek mümkündür. Devletten devlete farklılık gösteren bu özellik, Türkiye gibi az gelişmiş, farklı etnik köken, din ve mezhepten insanların bir arada yaşadıkları ülkelerde kendini çok daha fazla hissettirmektedir. Zira birçok farklılığın bir arada yaşadığı ülkelerde kutsal devlet anlayışının kendini baskın bir şekilde dayatmasının nedeni, ülke rejiminin o an için dayandığı etnik veya dini yapı ile sınıflı kapitalist toplumda yönetme erkini elinde tutan sermaye sınıfının bu erki kaybetmemek için uyguladığı ayrıştırıcı politikadır.
Ne yazık ki, 99 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin bu özelliği sistem içi siyasetin sınırlarını belirleyen önemli bir etkendir. O zaman Altılı Masa’da oturan ve hepsi bu kutsallığın gölgesinde siyaset yapmaya çalışan partilerin hazırladıkları metnin sistemi reddeden bir metin olması beklenmemelidir. Öyleyse burada hemen cevaplandırılması gereken en can alıcı soru şu: Peki, bu partilerin kutsal devleti aşmak ve insanı öne çıkarmak gibi bir dertleri yoksa sorunları kiminle, kime muhalefet ediyorlar? Eminim bu soruya verecekleri cevap, AKP-MHP ve BBP’den oluşan Cumhur İttifakı’nın ülkeye dayattığı tek adam yönetimini sonlandırmak ve demokratik parlamenter sisteme geçmek olacaktır. Elbette amaç mikro düzeyde bir iktidar değişikliği ve onun dayattığı tek adam yönetimini sonlandırmakla sınırlı tutulunca, ortaya çıkacak mutabakat metni de ona uygun olacaktır.
Ancak yine de masaya şu soruları sormakta yarar var: Daha geniş bir perspektiften bakıldığında, 99 yıllık cumhuriyet ve 1946-2023 yıllarını kapsayan 77 yıllık demokrasi macerası olduğu halde, bir türlü tam olarak demokratikleşemeyen ve kronikleşmiş sorunlarının üstüne yenileri eklenen bir devlette geçmişin yaşanmışlıklarını yok saymak mümkün mü? Bu soruya mümkün değil cevabı veriyorsanız, sistemi bir bütün olarak ele alıp dönüştürmeniz gerekmez mi? Cumhuriyet halkın kendi kendisini yönettiği rejimin adı değil mi? Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşememesi sorunu sadece bugünün sorunu mu? Mevcut tekçi anlayış terk edilmedikçe sorunlar devam etmeyecek mi? Kuruluşundan günümüze, her on yılda bir yenilenmiş olan anayasa ile onun ruhunu yansıtan kanunlarda, cumhuriyetin demokratik cumhuriyete evirilmesinin önünü kapatan ve yurttaşların temel haklarını kullanmalarını imkânsız hale getiren bir dizi kayıt ve şart yok mu? Yeni anayasada bunları tasfiye edecek misiniz? Elbette bu soruları çoğaltmak mümkün. Ancak, Altılı Masa’nın halka güçlü bir alternatif sunabilmesi için şimdilik bu soruları cesaret ve samimiyetle cevaplandırması yeterli diye düşünüyorum.
Elbette 2017 Anayasa Değişikliği ile Türkiye Cumhuriyeti’nin defolu demokrasisini bile yok eden, TBMM’yi devre dışı bırakan ve “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir.” ilkesini askıya alan mevcut iktidar blokunun sandık yoluyla gönderilmesi önemli. Ancak ülkenin sorunlarının çözümü için yeterli değil. Dolayısıyla şimdilik tarihi henüz kesinleşmemiş olan seçim için Ortak Mutabakat Metni açıklayan Altılı Masa’nın, geçmişin yanlış politikalarında ısrar edilmeyeceğine dair topluma güven vermesi gerekiyor. Ancak açıklanan Ortak Mutabakat Metni bu güveni vermekten uzak. Çünkü muhalefetin ana gövdesini oluşturan partiler, kutsal devlet anlayışını aşabilmiş değiller.
Kuşkusuz bir yılı aşkın süredir, çok sayıda kişinin yoğun bir emek harcayarak ortaya çıkardıkları bu metin top yekûn reddedilecek bir metin değildir. Anlayışları, sorunlara yaklaşımları, sorunları çözme yöntemlerine ilişkin öneri ve düşünceleri birbirinden farklı altı partinin yan yana gelmeleri ve bu çalışmayı ortaya koymuş olmaları önemlidir. Kuşku yok ki, metnin bütününde, Masa’nın iyi ve doğru şeyler yapma çabasını görmek mümkündür. Ancak gerek iktidar bloku ile yandaşı medyadan gelen eleştirilerin etkisinde kalınmış olması gerekse masadaki partilerin kutsal devlet anlayışının temsilcisi olma hedefi, Ortak Mutabakat Metni’nde ülkenin önemli birçok sorununa dair çözüm önerilerini ortaya koymalarını engellemiş görünüyor.
Yukarıda açıklamaya çalıştığım nedenlerle, metinin yurttaşlardan önce devleti işaret ediyor olması önemli bir sorun. Zira metin baştan sona devletin büyütüleceğini ve güçlendirileceğini vurguluyor. Bence sorun kutsal devlet anlayışından zihni kopuşu göze alınamamasından kaynaklanıyor. Bu nedenle Masa olaya devlet penceresinden bakıyor. Elbette devletin otoriterleşmesine, keyfi yönetimin hakim kılınmasına, devlet kurumlarının işlevsizleştirilmesine yol açan tek adam yönetimine karşı çıkmak ve devleti yeniden yapılandırmak önemlidir. Ancak tüm bunların merkezine devleti değil bireyi koymak ve ülke de birlikte yaşamın aracı barışın tesisi için etnik, dini, mezhepsel ve kültürel farklılıklar ile bireysel tercihlerin belirleyici olduğu yaşam tarzlarının korunmasına dair hangi tedbirlerin alınacağına metinde yer verilmesi gerekirdi. Unutulmamalıdır ki, tüm bu hakların kullanılmasına dair düzenlemeler yapılmadan, tek başına güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmekle gerçek demokrasiye geçilmiş olmaz.
CHP Genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, son aylarda zaman zaman neoliberalizme karşı olduğunu açıklasa da metnin ekonomiyle ilgili bölümleri neoliberal ekonomiyi işaret etmenin ötesine geçmiş değil. Maalesef aynı liberal bakış özgürlüklerle ilgili bölümlerde de kendisini hissettiriyor. Bu nedenle kolektif haklar, grup hakları, sınıf hakları hiçbir şekilde metne yansımamış.
Hiç kuşkusuz, ülkenin esas sorunu, süren çatışma ortamından dolayı iki taraftan gencecik insanların ölmesine yol açan Kürt sorunudur. Maalesef bu sorun aynı zamanda, 85 milyon ülke insanının refahı için kullanılması gereken milyarlarca lira paranın heder olmasına yol açıyor. Bu nedenle, Kürt sorununun çözümüne dair hiçbir önerinin metinde yer almamış olması büyük bir eksikliktir. Burada masaya şu soruları sormakta yarar var: Siz, yüzlerce sayfalık detaylı programda ülkenin esas sorunu olan bu soruna değinmeyince, sorunun buharlaşıp yok olacağını mı düşünüyorsunuz? Türkiye’yi yaşadığı çıkmazdan çıkarmayı vaat ediyorsanız, ülkenin yapısal sorunlarının başında gelen ve yaşanan sorunların birçoğunun nedeni olan Kürt sorununun köklü çözümüne ilişkin, proje ve önerilerinizi topluma sunmanız gerekmez mi? Bunu yapmak yerine, yuvarlak ifadelerle güvenlikçi politikalarda ısrar edileceğine vurgu yaparak milyonlarca Kürt seçmen ile demokrasi ve barış savunucusu seçmenden nasıl oy almayı düşünüyorsunuz?
Metinde Alevilerin inanç özgürlüğü ve eşit yurttaşlık talepleri de görmezden gelinmiştir. Yine metinde Türkiye’nin kanayan yarası, kadına şiddeti önlemek için alınacak tedbirler ile İstanbul Sözleşmesi’ne dönülüp dönülmeyeceği konusuna net ifadelere yer verilmemiştir. İşçilerin, kamu çalışanlarının, emeklilerin sendikal örgütlenme haklarını kullanmalarının önündeki engellerin kaldırılması, serbest sendikalaşma ve serbest toplu pazarlık haklarını kullanabilmeleri, grev hakları, sendikal özgürlükler, eylem, yürüyüş hakları, sosyal güvence ile iş güvenliği hakları, LGBT+’ların ayrımcılığa uğramaktan kaynaklı beklentileri gibi temel konuların üzerinden atlanmıştır.
Tüm bu eksikliklerin nedeni kutsal devlet anlayışını aşamamaktır. Yapılması gereken şey, güvenlikçi devlet yerine özgürlükçü devlet anlayışını hakim kılmak ve toplumun özgürleşmesinin önünü açmaktır. Yani devletin sadece düzenleyici olması ve eksiksiz demokrasiye dönüştürülmesi hedef olmalıdır. Zira Türkiye Cumhuriyeti’nin sorunu güçlü devlet değil, güvenilir demokratik devlettir.