AYET-İ KERİME YOKSA KİM TAKAR ANAYASAYI!

“Savaş hali dışında seçim ertelenmezmiş. Ayet-i Kerime mi var? Allah’tan korkun.”
Bu sözler, depremden birkaç gün sonra, “Seçimler ivedilikle ertelenmelidir!” çıkışı nedeniyle muhalefetin sert eleştirilerine yol açan hukukçu, 1995-2015 yılları arası kesintisiz 19 buçuk yıl milletvekilliği yapmış, 2002- 2007 yılları arası Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı, 2009-2015 yılları arası Başbakan Yardımcısı ve sonrasında da Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliği yapmış Bülent Arınç’a ait.
Peki bir hukukçu, deneyimli bir siyasetçi olan Bülent Arınç, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Anayasanın 2. maddesine göre demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olduğunu, bu nedenle Ayet-i Kerime’ye göre değil, yürürlükte olan Anayasaya göre, hukuk kuralları içinde kalarak yönetilmesi gerektiğini bilmiyor mu? Elbette biliyor.
Bakın Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 78. maddesi seçimlerin geri bırakılması hususunda ne diyor: “Savaş sebebiyle yeni seçimlerin yapılmasına imkân görülmezse, Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerin bir yıl geriye bırakılmasına karar verebilir. Geri bırakma sebebi ortadan kalkmamışsa, erteleme kararındaki usule göre bu işlem tekrarlanabilir.”
Görüldüğü gibi Anayasa çok açık bir şekilde, seçimlerin ancak savaş halinde, sadece TBMM tarafından bir yıl süreyle ertelenebileceğini hüküm altına almıştır.
Anayasanın bu açık hükmüne rağmen, kendisi bir hukukçu olan ve yıllardır bu ülkede siyasetin içinde bulunan, yaklaşık 20 yıl milletvekili olarak TBMM’de bulunmuş, 5 yıl süreyle TBMM başkanlığı yapmış, TBMM başkanlığı sürecinde anayasaya göre, Cumhurbaşkanı Vekili sıfatıyla, Cumhurbaşkanı mazeretinden dolayı görevi başında olmadığında Cumhurbaşkanlığı makamında oturmuş, daha sonra Başbakan Yardımcılığı ve Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyelikliğinde bulunmuş deneyimli siyasetçi pozlarında ağabeylik taslayan Bülent Arınç, devletin Ayet-i Kerime ile değil anayasa hükümlerine uygun yönetilmesi gerektiğini gayet iyi biliyor. Ancak kendisinden bunu söylemesi istendiği için, “Ayeti Kerime’mi var?” çıkışında bulunuyor.
İlginçtir, Arınç bu talebini Anayasanın 79. maddesine dayandırarak topu Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) atıyor. Bakın Arınç’ın YSK’ye seçimleri erteleme yetkisi veriyor dediği Anayasanın 79. maddesi ne diyor: “Seçimler, yargı organlarının genel yönetimi ve denetimi altında yapılır. Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma, seçim süresince ve seçimden sonra seçim konularıyla ilgili bütün yolsuzlukları, şikayet ve itirazları inceleme ve kesin karara bağlama ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin seçim tutanaklarını ve Cumhurbaşkanlığı seçim tutanaklarını kabul etme görevi Yüksek Seçim Kurulu’nundur. Yüksek Seçim Kurulu’nun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.”
Görüldüğü gibi maddede YSK’nin seçimleri erteleyebileceğine dair hiçbir düzenleme yoktur. Zira Türkiye’de seçim tarihini belirlemeye yetkili iki merci vardır. Bunlar, TBMM ile Cumhurbaşkanıdır. Anayasanın 79. maddesi, tarihi bu iki merciden biri tarafından belirlenmiş olan seçim sürecinin başladığı günden bittiği güne kadar yargı denetiminde olduğunu ve bunun başında da YSK’nin bulunduğunu düzenliyor.
O zaman soru şu: Anayasanın bu açık hükmüne rağmen, Bülent Arınç neden YSK’nin seçimi ertelemeye yetkili olduğunu söylüyor? Bu sorunun cevabı maddenin “Yüksek Seçim Kurulunun kararları aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.” cümlesinde saklıdır. Evet maddenin bu son cümlesine göre YSK kararları kesindir ve bunlara karşı başka herhangi bir mercie başvurulamaz. Ancak YSK’nin kesin olan kararları, seçimin yürütülmesi ve sonuçlarıyla ilgili olanlarıdır. Bu nedenle YSK’nin kendisine anayasa ile tanınmamış bir yetkiyi kullanması ve seçim tarihini belirlemeye kalkması mümkün değildir. Diyelim ki, YSK Bülent Arınç’ın adına konuştuğu iktidar blokundan gelen baskılara dayanamadı ve böyle bir kararı aldı. Öncelikle bu karar yok hükmündedir. Sadece yok hükmünde değil, aynı zamanda bir anayasa ihlalidir. Peki, bu durumda muhalefetin ya da yurttaşların, anayasaya aykırı iş ve işlemler ile kanun düzenlemelerini anayasaya uygunluk yönünden incelemeye ve aykırılığı tespit ettiği takdirde iptale yetkili yüksek mahkeme, Anayasa Mahkemesi’ne başvurma hakları yok mu? Elbette var. Bu durumda Anayasa Mahkemesi, önüne gelen bu başvuruları görmezden gelme ve YSK’nin kendisini TBMM’nin veya Cumhurbaşkanının yerine koymak suretiyle anayasa ile kendisine verilmemiş yetkiyi kullanmasını yani anayasa ihlali yapmasını görmezden gelip, “YSK kararları kesindir, dolayısıyla kararlarını incelemek ve iptal kararı vermek yetkimde değildir.” deme hakkına sahip değildir. Zira Anayasa Mahkemesi’nin anayasayı korumak gibi önemli bir misyonu vardır. YSK’nin yetki gaspını görmezden geldiği takdirde kendisi anayasayı ihlal etmiş pozisyonuna düşecektir.
Kuşkusuz bu durum, bugüne kadarki tüm uygulamaları ile iyi veya acı her olayı, “Allah’ın lütfu” olarak gören AKP iktidarı için anayasa ile hukukun öneminin olmadığını ortaya koyuyor. Peki Yüksek Yargı organı olan YSK böyle bir karar verir mi? Ne yazık ki, gerek 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan anayasa referandumunda, sandıkların açılmasına saatler kala verdiği mühürsüz oyların geçerli kabul edileceği kararı, gerekse 31 Mart tarihinde yapılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin iptaline ilişkin kararı, böyle bir karar verebileceğine dair şüphelere yol açıyor. O zaman burada görev muhalefet ile Anayasa Mahkemesi’ne düşüyor.
Muhalefet YSK’nin böyle bir hukuksuzluğa imza atmaması için teyakkuzda olmak ve Kurul üzerinde baskı kuracak her türlü aracı kullanmak zorundadır. Her şeye rağmen Kurul böyle bir karar aldığında ise, bir yandan Anayasa Mahkemesi’ne başvururken diğer yandan toplumun bu hukuksuzluğa karşı tepki vermesini sağlayacak mekanizmaları harekete geçirmelidir.
Görünen o ki, iktidar önemsemediği anayasa ile hukuka rağmen, anketlerin aylardır kaybedeceğini ortaya koyduğu seçimleri erteleme telaşında. Yani iktidar, ülkenin büyük bir yıkımla karşı karşıya kaldığı depremi, “Allah’ın lütfu” olarak değerlendirmek ve iktidardan gitmemek veya en azından gidişini geciktirmek için kullanmak istiyor. Zira ülke, tek adam yönetimine geçtiği 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerinden bu yana, yönetilememe krizinin tetiklediği bir alt üst oluş süreci yaşıyor. Özellikle son iki yıldır uygulanan ekonomik politika, Türk lirasına hızla değer kaybettirdi. Bu değer kaybetmenin tetiklediği yüksek enflasyon ise milyonlarca insanı sefalete sürükledi. Üstüne üstlük, 21 yıldır ülkenin şehirlerini şantiyeye çevirip ülke kaynaklarını betona gömerken, kentlerde yükselen koca koca süslü binaları denetlemeyen hatta defalarca imar affı çıkarmak suretiyle depreme dayanıklı olmayan, birçoğu kaçak, proje dışı yapılan binalara iskan veren ve on binlerce insanın çöken binaların enkazının altında kalarak can vermesine yol açmış olan iktidar, sandıktan korkuyor ve onu geciktirmeye çalışıyor. Hele hele ülke yönetiminin tek adama bağlanmasından dolayı deprem sonrası yaşanan kaos ve koordinasyonsuzluk nedeniyle müdahalede gecikilmesi, arama kurtarma çalışmalarının geç başlaması, yaralı kurtarılabilecek birçok insanın can vermesi, iktidarın çok övündüğü otoyollar ile havaalanlarının çökmesi nedeniyle yardımların deprem bölgesine geç ulaşması gibi birçok olumsuzluk bir araya getirildiğinde iktidarın, tüm bunların halkta yol açtığı öfkenin sandığa yansımasından korkmaması mümkün değil.
O zaman Bülent Arınç’ın söylediklerini, iktidarın tepesinden bağımsız okuyamayız. Nitekim binlerce insan henüz enkaz altında, bizi kurtarın diye yukarıya seslenirken ve arama kurtarma çalışmaları yeni başlamışken, bölgeyi ziyaret eden partili Cumhurbaşkanının, yıkılan konutları 1 yıl içinde yapacaklarını söylemesi de bunun kanıtıdır. Seçimleri ertelemek için yapacakları ilk iş, Anayasanın 78. maddesini değiştirmek. Ancak AKP-MHP iktidar blokunun milletvekili sayısı bu değişikliği yapmaya yetmiyor. O zaman, kendilerince olabileceğini düşündükleri ikinci alternatifi devreye sokmak ve YSK’ye daha önce aldırdıkları iki kanunsuz kararın bir benzerini aldırmak istiyorlar. Böylece seçimleri YSK eliyle erteleyerek zaman kazanacaklar. Ancak bu kararı aldırmak çok kolay değil. Zira önceki iki karar, kurulun yetkili olduğu seçim işlemleri veya sonucuyla ilgili iken, benzer bir kararla seçimleri ertelemesi yukarıda belirttiğim gibi aleni bir anayasa ihlalidir.
Tüm bunlara rağmen, iktidar bir yandan muhalefet ile toplumun nabzını ölçmek, diğer yandan YSK üzerinde basınç oluşturmak üzere, duayen rolü oynayan Bülent Arınç’a bu açıklamayı yaptırıyor. Tabii tepki gelince de her zaman yaptığını yapıyor ve “Bizim böyle bir düşüncemiz yok!” demek suretiyle konuyu gündemden düşürmeye çalışıyor. Bu nedenle, burada muhalefete düşen, iktidarın kaybedeceği bir seçimi yaptırmamak için kendisinin birçok eksiği bulunan böylesi büyük bir trajediyi, iktidarını sürdürmenin fırsatına dönüştürme hamlesine karşı en sert tepkiyi vermesidir. Daha açık ifade edersem: “Ayet-i Kerime mi var” diyerek anayasayı yok sayan Bülent Arınç ile arkasındakilere anayasanın varlığını hatırlatmaktır. Böyle yapılmazsa, bundan sonra “Ayet-i Kerime” yoksa anayasanın bir önemi yok mantığı ülkede hakim hale gelecek ve devlet dini esasların hakim olduğu yönetim biçimi ile yönetilecektir!