Kanlı ‘ARAP Baharı’ projesi devreye sokulmadan önce Suriye’de huzur içinde yaşıyorduk…
Malasi: “Burada kimi güçler arasında danışıklı dövüş yaşanacak. Bilinmesi gereken şu ki vatanın kucağına dönmeyen her gücü hazin bir son bekliyor. Kim hangi oyunu devreye sokarsa soksun, kazanan Suriye ve direniş ekseni olacak. Bundan eminiz…”
28 Eylül 2019’da “Suriye’de Barışa Açılan Kapı” sloganıyla düzenlenen “Uluslararası Suriye Konferansı”na Suriye’den davet edilen Antakya Kadim Süryani Patrikhanesi Halkla ilişkiler Müdürü Wael el Malasi ile Suriye’yi, Suriye’de yaşanan 8 yıllık savaşı, Suriye devletinin savaş sürecindeki tutumunu, CHP’yi, AKP’yi, Hıristiyanları, Suriye halkını, İdlip’i, Suriye’nin kuzeyini, Kürtleri ve Konferansı konuştuk.
Tevfik USLUOĞLU- Ferhat AKTAŞ
-Hoş geldiniz. Kendinizi tanıtır mısınız? Türkiye’ye hangi vasfınızla geldiniz?
Wael el Malasi: Ben Türkiye’ye iki vasıfla geldim. Birincisi, BAAS Partisini temsil eden vasfım. Buraya gelmeden önce, bu konferansta BAAS’ı temsil edebilmek üzere tam yetki ile görevlendirildim. Bu vasıfla iktidarda olan ve Suriye’yi temsil eden BAAS Partisi dış ilişkiler adına temsilen buradayım. Bu vasıfla da CHP Genel Merkezine ve Konferans katılımcılarına mesaj iletmek adına katılımcıydım. İkinci vasfım, Süryani Kilisesi, İncil kilisesi, Rum Ortodoks Kilisesi, çalıştığım cemiyetler, Mesih’in Şahsiyeti, Suriye’de yaşayan her genci, her insanı, Suriye’ye düzenlenen yıkım politikalarıyla göç etmek zorunda kalan her insanı toplumsal ve hukuksal olarak temsil etmek üzere buradayım.
-Suriye’de sekiz senedir yaşananları nasıl açıklayabiliriz? Türkiye halkına bunu nasıl anlatabiliriz?
-Suriye olayları, planmış bir strateji üzerine geliştirilmiş, tamamen resmedilmiş, siyasi, askeri ve iktisadi olarak ilan edilmiş bir savaş olarak tanımlayabiliriz. Bu ilan, Arap Baharı olarak adlandırıldı. Aslında bölgenin tamamına yayılması hedeflenen, planlı, (Kanlı) ARAP Baharı projesidir.
Bu proje devreye sokulmadan, biz Suriye’de huzur içinde yaşıyorduk. Ülkede kalkınma hamleleri artmış, kuzeyden güneye kadar her yerde bir düzenleme harekâtı başlamıştı. Eğitim alanında, ekonomide, yatırım, imar, anayasa ve kültürel alan da ciddi hamleler gerçekleştirilerek 21.yy’ın Suriye’si imar edilmeye çalışılıyordu. Ancak Kanlı Bahar için düğmeye basılınca, iki şahıs arasındaki meseleler bile siyasi bir probleme dönüştürülüp insanların sürüklenmeleri için yol açıldı. Cami minberlerinden cihat çağrıları yapıldı kimi yerlerde. Gösteriler organize edildi. Çeşitli vaatlerle insanlar sürüklendi. Gösteriler başladığında kimileri göstericilere ateş açmaya başladılar. Kim bunu yaptı. Tabi ki gösterilere çıkan insanların içinden birileri. Çünkü problemin büyümesi için kan ve kargaşa gerekiyordu. Bir kurşun atıldığında bile gösteriler silahlı eyleme dönüşebiliyor. Bir baktık ki, silahlı birey ve gruplar Suriye sahasına sokulmuş, yıkım ve terör için hazırlıklar tamamlanmıştı. Böylece ölümler, katliamlar devreye sokularak, tankların, uçakların, ağır silahların asıl aktör olması sağlandı. Söz sustu, kelimeler yok oldu. Silahlar konuştu. Ülke yangın yerine çevrildi. Suriye’nin yıkımını planlayan uluslararası aktörler ve onların içerdeki vekilleri olan terör grupları böylece başlarda istediklerini elde ettiler. Ancak Suriye hala ayakta. Suriye Devleti tüm kurumlarıyla işlevsel. Dolayısıyla başta zafer elde ettiğini sanan terör grupları, onların destekçisi emperyalistler, maşa devletler medya aracılığıyla yıkım politikalarını pompalarken, onları hazin bir sonun beklediğini göremediler. Suriye Devleti tüm siyasi geleneği ile meseleleri diyalogla çözmeye çalıştı. Ülkenin farklı yerlerinden insanlar, partiler, aşiretler, din insanları, yazarlara kadar herkesle diyalog çalışmaları yürüttü. Ancak silahların konuştuğu bir dönemde askeri kanadın müdahaleci olmaması mümkün değildi. Bugün, Suriye sahasında büyük oranda yayılmış bir Suriye ordusu var.
Gelelim Suriye olaylarına “devrim harekâtı” diyenlere; nitelik olarak Suriye devletine kastedenler, devrimci olma özelliğine sahip değildi. Büyük oranda silah ve para desteği ile eylem yapan gruplardı ve her bir grup diğerini suçlayan hatta tekfir eden nitelikte idi. Bu boyutuyla, bu gruplar, tamamen bir yıkım harekâtının aktörleri olarak, Suriye’nin sahip olduğu tüm değerleri gasp etme adına devreye sokulmuş, çeteler, haydutlar ve terör şebekelerinden oluşmakta idiler. Bu şebekeler, Suriye gibi laik bir ülkede “Hıristiyanlar Beyrut’a, Aleviler tabuta” şiarıyla Suriye’nin Sünni kitlesini terörize etmeyi denediler. Tekbirlerle hareketlenerek dini istismar etmeye, yanlarında yer almayan herkesi tekfir etmeye başladılar. Bir süre sonra da birbirlerini tekfir ettiler.
Grupların nerdeyse tamamı, selefi, cihadi, tekfiri gruplardır. Bu gruplar tüm Suriye’yi kimliklere, aşiretlere, dinlere bölerek, ayrıştırarak kaos ve yaratıcı anarşi yöntemiyle yıkım politikalarını gerçekleştirdiler.
Bu sürece devrimci kalkışma diyenlere sormak istiyorum? Bu hareket sivil hareket mi? Laikçi mi? Özgürlükçü mü? Tabi ki hayır. Suriye’nin tüm değerlerine karşı, dünyanın birçok yerinden devşirilen, dini ya da farklı değerleri araç sallaştırarak, ismi garip, şekli kanlı, dayanağı gericilik, emperyalizm ve Siyonizm olan birer maşa olan bu güçler. İŞİD… HTŞ-Nusra… ÖSO… Sultan Murad, Zengi, Cephetul Ekrad …vs… gelip bize yaşadığımız ülkenin değerlerini yok saymamızı dayattılar.
Bunlar ülke düzenimize “Esed Nizamı” diyorlar. Öncelikle şunu düzeltelim, Suriye’de “Esed nizamı” diye bir şey yok. Suriye’de “CUMHUR NİZAMI” var. Yani Suriye devleti bir Cumhuriyettir ve egemen olan Suriye halkıdır. Bu Cumhur’u temsil eden Suriye Parlamentosu, Hükümeti, Baas Partisi ve Suriye devletinin Başkanı Sayın Beşşar Esad’dır. Bugün bu “nizam” egemen olandır.
-Peki Suriye’ye yıkım getiren terör gruplarının halktaki karşılığı nedir, Suriye halkı ne kadar bunları kabul etti ve neyi temsil ediyorlar?
-Hiçbirinin halkın teveccühünde karşılığı yok. Bundan emin olun. Bunu tek bir örnekle açıklayalım. Bugün sadece Halep Suriye yönetimine karşı ayaklansaydı, yönetim ayakta kalamazdı. Ancak mesele böyle değil. Bunu herkesin anlaması lazım. Kafası bulanık olanların elini yüreğine koyup, gözlerini açmaları gerek ve hangi ülke hangi örgütü desteklerse desteklesin, Suriye devleti ve yönetimine karşı silah kullanarak hareket eden herkes teröristtir. Nitekim BM’nin terör listesine aldığı örgütlere bakarsanız bunu görürsünüz.
Terör grupları önce okullara, kültür merkezlerine, devlet binalarına, şehirlerin alt yapısına saldırdılar. Raslan bölgesinde 400 milyon Suriye Lirasına mal olan kültür merkezini yaktılar örneğin. Bu bir örnek. Okullar, üniversiteler, fabrikalar, müzeler, hastaneler yakılıp yıkıldı, talan edildi. Peki neden? Halkın malı olan bu değerler neden yok edildi sormak lazım. Madem ki dertleri devrim, bu değerler halk için gerekmeyecek miydi? Daha hırsızlık, yağma, organ mafyası, cihat nikahı adı altındaki tecavüzleri konuşmadık bile…
Aslında halk ne olduğunun farkında değildi başta. Bu guruplarla dirsek temasında olanlar meseleyi görünce ortada kaldı. Bunlara silah ve para verildi. Hareketlendirildi. Sonra da ödemeler durunca, böylece kimden destek geldiyse onun adamı ve örgütü oldular. Kullanışlı birer suç örgütü haline geldiler. Devlete ve halka karşı suç işleriler. Onlarca katliam yaptılar. Kim silah ve para verirse onun aracı, onun askeri oldular. Birer yıkım şebekesine dönüştüler. Bugün bu süreçten artakalan, İdlib, Afrin, Membiç ve Suriye’nin kuzeyinde grupların tamamı birilerinin kullanışlı malzemesi halindeler.
ÖSO, SDG hepsi birilerinin araçsallaştırılmış malzemeleri durumundalar. Bu gerçeği göremeyenler gözlerini açsınlar.
ABD’nin, AKP’nin ya da Suudilerin…
Suriye’yi askeri, siyasi, iktisadi ve toplumsal olarak yıkmak için devreye sokulan yıkım araçları.
Halk bu kalkışmaya karşı, Suriye devletinden yana gösteriler, mitingler, uzlaşı ve diyalog çabalarını ortaya koydu. Evet. Eğer devrimci aranıyorsa Suriye’de, hepimiz devrimciyiz. En büyük devrimci örgüt de BAAS Partisi’nin kendisidir.
Programıyla, Filistin davasına verdiği destekle, Emperyalizme, gericiliğe ve Siyonizme karşı verdiği direnişle. Başkan Esad da devrimci. İsterseniz Başkan Esad’ın BM, Arap Birliği, TV, sendika, konfederasyonlardaki konuşmalarını dinleyin. Ancak bizler kimseyi bir şeye zorlamıyoruz. Kimseyi tekfir etmiyoruz. Dini suistimal etmiyoruz.
-Türkiye’de birçok grup, Suriye’de özgürlüklerin olmadığını, Alevilerin egemen olduğunu ve ülkenin diktatörlükle yönetildiğini iddia ederler. Bunun için ne söyleyebilirsiniz?
-Dinsel ya da mezhepsel boyutlarıyla Suriye’yi değerlendirirsek, İngiltere’de Katolik ve Protestan algısı ve çatışması Suriye’deki din ve mezhep algısı üzerinden değerlendirme daha fazladır diyebilirim. Bu söylem algı yaratmak için ortaya atıldı. Sayısal veriler, Suriye’deki uygulamalar bunun tersini söyler. Nitekim Aleviler egemen olsaydı Sünni kesimin ve diğer herkesin buna isyan etmesi gerekirdi. Halep, yönetim karşıtı ayaklanırdı; öyle olmadı.
Milyonların katıldığı yönetim yanlısı gösteriler gerçekleşti. Ramazan el Buti, Suriye Müftüsü Ahmed Bedrettin Hassun gibi isimler yönetim karşıtı olması gerekirdi. Patrikler karşı gelmeliydi. Oysa biz hepimiz Suriye’yiz ve Suriyeliyiz. Teröre destek verenler olduğu gibi karşıt olanlar da var her kesimden. Ama ezici çoğunluk terör karşıtı.
Suriye’de yürütülen çok uluslu terör savaşında iki din, iki mezhep vardı. Birincisi terörün dini ve mezhebi. Bunun sapıklıklarını, tecavüz ve fetvalarıyla gördük. İkincisi, vatan evlatlarının dini ve mezhebi. Vatan sevgisi, fedakârlık ve direnç.
Özgürlükten söz edenlere söylüyorum. Hıristiyanlar, Suriye’deki her vatandaş gibi Suriyelidir ve Suriye’nin sahipleridirler. Devletin tüm katlarında varlar. Davut Rajha, Rum Ortodoks’tu ve Suriye’nin genelkurmay başkanı idi. Ben Hristiyan’ım ama herhangi bir Suriyeli gibi, bir fark gözetilmeden her Suriyeliyi temsil etmek üzere gerçekleşen konferansta sizlere ve herkese mesajı ben ilettim. Her Suriyeli dini, mezhebi fark etmeden bakan, vali, askeriyenin en üst kademesinde ve her yerde olabiliyor. Alevi, Sünni, Dürzi, İsmaili, Şii, Ortodoks, Katolik, hiçbir fark gözetmeksizin her Suriye evladı tüm haklarıyla yer alır. Ermeni, Süryani, Keldani anadilinde kendi okullarında eğitim alıyorlar. Başkan Esad, dini mercilerimizi sürekli Başkanlık makamında kabul eder.
Rum Ortodoks Patriği vefat ettiğinde canlı yayında cenaze töreni yayınlandı. Başkan Esad tüm bayramlarımıza ihtimamla yaklaşır, katılım gösterir.
Suriye üzerine yazıp çizenlerin önce Suriye’yi bilmeleri, anlamaları gerek. Buyursunlar ülkemize, vatanımıza gelsinler. Öyle yazsınlar. Ellerini vicdanlarına koyup konuşsunlar. Özgürlük ve demokrasiden söz ederken önümüze yağmacıları örnek göstermesinler. Projecilerin kalemşorları olmasınlar. Tüm bölge ve Suriye üzerine oynanan kirli oyunu algılasınlar. Haktan söz edenler, medyada feryat edenlerin tiyatro yaptıklarını, algı operasyonu yaptıklarını anlasınlar.
Abartılı bir sosyal mühendislik projeleri, yaratıcı anarşi, yıkım ve medya yalanları üzerine kurulu safsatalarla Suriye’nin gerçek sahiplerini şeytanlaştıran ve ülkemizi yıkıma götürenler mi özgürlükçü… Sahi özgürlük nedir? Dünyada hâkim olan haydut devletlerin koyduğu kurallar mı? Dünyanın dört tarafından toplanan terör şebekeleri elemanları mı özgürlüğün kurallarını koyacak? Geçin bunları…
Ahlaki bir kriz yaşayan dünyaya ahlakı, direnmeyi, vatan sevgisini, vazgeçmemeyi, kahramanlığı öğrettik. Suriye’de vatanı için direnen, yıldızlaşan, toprağı kanıyla sulayıp vatanı vatan yapanlar özgürlüğün ve demokrasinin tanımını bilir.
Başkan Esad’a gelince, her Suriyelinin başkanı. Herkese eşit ve aynı ihtimamla yaklaşır. Bu bizi Suriyeli yapan kimlik bilinci. Türkiye’de algı başka bunu biliyoruz. Milliyetçilik ve taassup her ülkenin halkının kimi bireylerinde olabilir. Türkiye, Almanya, ABD, Suudi Arabistan, Mısır ya da herhangi bir ülkede.
Suriye devletinin savunucularında Suriyelilik bilinci var. Dinsel, mezhepsel bir algı yok. Çünkü savaş öncesine kadar her bir Suriyeli olarak güven içinde ve kardeşçe yaşıyorduk.
Ben savaşı başından beri gördüm, yaşadım. Devlet görevlisiydim. Açıkçası devlete karşı ayaklanmak ve silah kullanmak için bir neden yoktu. Bunu içerden yapanların aslında şu ana kadar ne yaptıklarının farkında olduklarını sanmıyorum. Ruhları, duyguları, beyinleri körelmiş birer kukla olmanın ötesinde değiller. Bir insan kendi vatanının değerlerini yıkıyorsa bu nasıl bir yaratıktır?
Ülkenin yıllar içinde yaptığı birikimleri yağmalatanlar, yıkanlar Suriyeli olabilir mi sizce?
Başka bir soru daha: Arap Baharı niye Suudi Arabistan’da, Ürdün’de, Katar’da, BAE’de olmadı da Suriye’de oldu? Aslında en çok bunların bahara ve demokrasiye ihtiyacı var. Suudilerin kadınlarına bakın, ne durumdalar. Kendi konsolosluk binasında vatandaşını açık açık doğrayan bir zihniyet mi bize demokrasi getirecek?…
Düşünsenize… Suudi Krallığı açıktan terörü ve yıkımı Suriye’de destekledi. Suriye’de teselli arayan, parayla satın alınabilinen, popüler olmak isteyen, lümpen, cahil, hastalıklı bireyler üzerinden din tüccarları eliyle yıkım tezgahlandı demiştik. Cami minberlerinden hutbelerle kitleler harekete geçirildi. Din öyle kullanıldı ki, bugün Suriye gençleri dinleri sorgular duruma geldiler. Suudiler para gönderdi, bunlar Suudi patronları için yıktılar. Para ile satın alınanlar sokağa çıktı. Sokaktakilerin arasına silah girdi. Silahlar ateşlendi. Kan deryası oluştu. Kan, intikam, yangın ve yıkım… Suriye meselesinin özeti bu.
-İdlip, Membiç, Afrin ve Suriye’nin kuzeyindeki meseleler nasıl çözülür?
-Nasıl diğer yerlerdeki meseleler çözüldüyse buralar da öyle çözülecek. Önce siyasi çözüm sonuna kadar zorlanacak, olmaz ise elbette askeri çözüm.
Biz önce siyasi çözümü arzuluyoruz. Çünkü buralar vatan toprağı. Bu bölgelerde daha fazla yıkım olsun istemeyiz.
Örneğin İdlib’de siyasi çözümü çok zorladık. Olmadı, olmuyor. Askeri çözümü devreye soktuğumuzda da uluslararası güçler yalanlarla, terör hamiliği yaparak Suriye ordusunun taarruzunu durdurmaya çalışıyorlar. Bu yöntemle Suriye’yi daha çok zayıflatacaklarını düşünüyorlar.
Suriye aslen egemen olduğu alanlarda yaralarını sarmakla daha çok meşgul. Geleceğin Suriye’sini oluşturmakta yani. Neticede yakın bir süreçte göreceksiniz Suriye İdlib’de egemen olacak, uluslararası otoyol terörden temizlenecek. Kullanışlı birer araç olan terör grupları adım adım Membiç ve daha ötesine geçirilecekler. O bölgelerde yeni bir proje için devreye sokulacaklar.
Burada kimi güçler arasında danışıklı dövüş yaşanacak. Bilinmesi gereken şu ki vatanın kucağına dönmeyen her gücü hazin bir son bekliyor. Kim, hangi oyunu devreye sokarsa soksun, kazanan Suriye ve direniş ekseni olacak. Bundan eminiz. Biz silahlardan kurtulmak istiyoruz. Ülke ve bölge barışı için. Ama çivisi çıkmış bir dünyada ne yazık ki bu çok zor görünüyor.
Bakın biz Humus, Şam ve birçok yerde terör guruplarını kuşatıp teslim olmalarını istedik. İnsani geçiş koridorları açtık. Yıkımı ve ölümleri en aza indirmek için. Her zaman silahın dışında çözümler sunduk. Uluslararası güçler İdlib’i işaret edince terör gruplarının Suriye’nin iç bölgelerinden İdlib’e tahliyesini sağladık. Öncelikle diğer bölgelerin güvenliğini sağladık.
Herkes şu soruyu sordu: Bunları İdlib’de topluyorsunuz, peki ya sonra?
Askeri operasyon başlatıyoruz, medya devreye giriyor. Algı operasyonuyla bize ‘katil’ diyorlar. ‘Sivilleri vuruyor’ diyorlar. Terörün sivilleri canlı kalkan olarak kullandığından kimse bahsetmiyor. Sıkıştırıyoruz, Türkiye’ye kaçıyorlar. Mesele çözülmüyor. İdlib’de bunların arasında siviller var. Bu büyük bir sorun. Ordu bunları nasıl ayırt edecek. Problem bu. Suriye ordusunu yavaşlatan şey bu aslında.
Daha da ötesi AKP’nin maceracı ve tehlikeli politikaları. Güvenli bölge, gözlem noktaları, Suriye’de terör estirenler ile ilişkiler. Bu meseleler sadece Suriye açısından değil, Türkiye açısından da büyük sıkıntılar doğuracak.
Bugün Türkiye ve Suriye ordularının karşı karşıya gelme olasılığı büyük. Hayalperest politikaların sonu Türkiye’de büyük bir kriz doğuracak. Hem de Türkiye’nin belini bükecek nitelikte bir kriz.
Sorun terör örgütleri sorunu olmanın çok ötesinde. Türk ordusu uluslararası sözleşmelere göre işgalci konumda. ABD de öyle. Suriye devletinin onayını almayan herkes işgalci.
Biz Türkiye ile siyasi çözümden yanayız. Bunun için bu konferansa geldik. Aksi durumda sorun daha da büyüyecek; hem de her iki ülke için.
AKP ve Erdoğan, Suriyeli göçmenler ve terör grupları üzerinden sürekli Batıya mesaj veriyor. Bu üslup Türkiye için büyük sorun yaratabilecek nitelikte. AKP gerçek çözümün farkında değil. Hala kendi ajandalarını uygulama konusundan vazgeçmiyorlar. Oysa çözümün tek adresi Şam ile tam bir işbirliği ve diyalog. Başka uygulamalar her türlü Türkiye’ye de ciddi zarar verecektir.
Suriye’nin de bu uygulamalara karşı bir stratejisi var tabi ki. Siyasi ya da askeri. Suriye ordusunun yakaladığı her yabancı terörist ilerde kendi ülkesine karşı Suriye’nin kullanacağı bir kart haline gelecek. Suriye’ye yıkımı dayatanlara karşı bu kart siyasi arenada önemli bir araç haline dönüşecek. Mesela Suudiler, yıkımın faturasını fazlasıyla ödeyecekler. Bu fatura öyle bir fatura olacak ki, Suudilerin yıllarca gelirleri bize akmak zorunda kalacak. Ülkemize terör grupları kimin eliyle sokulduysa bunları temizlemek ve bedel ödemek onun vazifesi olacak. Bu da bu güçler için ağır bir bedel getirecektir.
Kürt meselesine gelince; Suriye’de Kürtler, her Suriyeli kadar Suriyelidir ve her Suriyeli kadar ülke içinde hakları vardır. Suriye hiçbir Suriyeliden vazgeçmez. Kürtlerinden de vazgeçmez. Suriye tüm kesimleriyle olduğu kadar Kürtleriyle de güçlüdür.
Suriye 21. yy verileriyle kendini inşa edecek ve Kürtler de herkes kadar burada yer alacaklardır. Ancak Kürtler adına hareket ettiğini iddia edenlerin bir kısmı savaşta türemiş fırsatçılardan, çetelerden öte değiller. Kürtler devletin her kademesinde varlar. Nitekim Suriye kendini yenilemek için savaş öncesinde önemli adımlar atmıştı. Diyalog ve müzakere yöntemini, işçilere, köylülere uyguladığı kadar Kürtlerle de uyguladı. Kırsal kalkınma programı kapsamınca onlarca projeyi devreye soktu. Türkiye ve Irak’tan gelen Kürtler için çeşitli reformlar, yasa ve kanunlar çıkardı. Siyasi, kültürel ve toplumsal alanda önemli adımlar atıldı. Dolayısıyla kimse bir şeyi bahane edip ABD’nin taşeronluğunu yapmasın. Suriye kendi Kürtleriyle en barışçıl ve en pozitif ülkedir. Burada şimdilik detaylara girmeyeceğim. Çünkü Türkiye’de bu mesele çokça konuşulan ve algı operasyonuna ve suistimale baştan beri en açık konulardan biri oldu. Suriye Kürtlerinden vazgeçmez. Vazgeçecek olursa, her renginden vazgeçerdi. Hristiyan’ından, Müslümanından, Asuri- Süryani’sinden, Alevi’sinden, Sünni’sinden vazgeçmek anlamına gelirdi vazgeçecek olursa. Kürtler adına hareket edenler, silahın belirleyici güç ve ABD’nin de iyi bir koruma olduğunu düşünüyorlar. Çok yakında yanıldıklarını görecekler.
Suriye onlarca terör örgütünü silah ve uluslararası desteklerine rağmen yendi. Kimse bunu unutmasın derim. Kuzeyde de Suriye kazanacak durumda. Aslında defalarca vatan kucağına bu güçlerin dönmesi için çağrıda bulunuldu. Müzakere yapıldı. Ancak güçlerini abartan bu kesimler, hayal dünyasında yaşıyorlar. Suriye ordusundan zaman zaman destek istediler. Ordu vatan kucağına dönün destek verelim aksi durumda siz kendi yaptıklarınızla hesaplaşırsınız dedi. Bölgede Suriye ordusu hala mevcut. Kamışlı, Haseke ve birçok yerde. Hastaneler, Havaalanı ve kimi devler kurumları Şam’ın yönetiminde. Dolayısıyla kuzeydeki güçler bir an önce karar vermeliler. Vatanın kucağı mı yoksa ABD’nin kucağı mı? Buna karar vermeliler.
Eğer ABD kucağını seçerlerse, birçok güç arasına sıkışacaklardır. Böylece ya yok olacaklar ya da diğer tüm güçler malzeme haline getirilip atılacaklardır. Kimi zaman da danışıklı dövüş için araçsallaştırılacaklardır.
ABD’ye güvenmek her zaman büyük hezeyanlar doğurur, bunu kimse unutmasın. Suriye devleti kuzeye yönelip nihai çözümü ortaya koyduğunda buna kim direnirse kaçınılmaz bir şekilde askeri çözümle karşı karşıya kalacaktır. Bu güçler de herhangi bir terör örgütü muamelesi görürler. Bu güçlerin vatanın kucağına dönmeleri, vatanın bütünlüğüne ve geleceğine hizmet etmeleri onlar açısından daha anlamlı olacaktır. Kimse Suriye’den toprak koparma ve kendi ajandalarını dayatma hevesine girmesin. Suriye’nin sekiz yıllık direnişinden sonra bu ancak onlara hazin sonuçlar getirir.
Kimse göçmenleri araçsallaştırmasın. Herkes kalıcı bir barış ve çözüm için ikna olmalı. Yine unutulmasın; ABD çıkarları için vardır. Kullanıp atar. ABD kimseye dost olmaz. ABD politikalarına direnenler kazanır.
Birazcık geçmişi karıştırsalar bunu dünyanın birçok yerinde görecektirler. Biz bölge için, her renk ve kimlik için kalıcı barış, refah ve güvenlik hedefliyoruz. Ajandamız da bu yönde işlemekte.
-Türkiye’ye geldiniz. Konferansa katılıp önemli bir mesaj ilettiniz. Sizce sonuç ne olur?
Buradan bir daha Sevgili Deniz Büstani’ye emekleri için teşekkür ederim. Türkiye ve Suriye için önemli bir adıma aracılık etti. Bu çok anlamlı.
Türkiye’de en büyük muhalefet partisi olan CHP’nin düzenlediği konferansın içeriği ile ilgili tartışılabilir birçok konu vardı elbette. Ancak CHP’nin bu cesur tavrı barış için bir umut oldu açıkçası. İlkti. Yıllar sonra Türkiye siyasi kimliğimizle çıkıp kendimizi anlatabildik. Bu olağanüstü. CHP’nin sonuç bildirisi önemliydi açıkçası. Türkiye ve Suriye ilişkilerinin düzeltilmesi için bir kapı aralandı diyebilirim.
Sonuç bildirisinde Türkiye ordusunun Suriye’den çekilmesi gerektiği vurgusu barış için CHP’nin önemli bir misyonu oynayabileceğini bize hatırlattı. (Tezkerenin kabulünden önce görüşülmüştü)
AKP’nin politikalarının dışında Türkiye’de hatırı sayılır bir kesimin gerçekçi düşündüğünü ve barışın mümkün olabileceğini gösterdi. Suriye devleti adına yetkili olan hükümet, Başkan Esad ile BAAS Partisi ile iletişime geçilmesi gerektiği vurgusu çok anlamlı oldu. Niye anlamlı derseniz: Suriye’den aldığım yetki ile Suriye halkının, Başkan Esad’ın ve Suriye bayrağının duvarlara yansıyan resimleri ile sunumumu yaptım. Bu Suriye devletinin resmen muhatap alındığı ve bu şekilde ancak barışın tesis edilebileceğini CHP’nin bildiğini gördüğümüz için anlamlı. Yıkımın, kanın durabileceğini umut edebileceğimizi hissettiğimiz için anlamlı. CHP’nin her iki ülkenin geleceği için ilişkileri düzeltmeye ve barışı tesis etmeye muktedir olduğunu gördüğümüz için anlamlı. Teröre terör dendiğini gördük. Terörün bertaraf edilmesi ile barışın olabileceğini anlatabildik. Bu bize CHP’nin siyaseten Türkiye ve bölge istikrarının tesisi için hazır olduğunu gösterdi. Yakın zamanda CHP’nin önemli misyonlar yükleneceğini düşünüyorum. Birebir görüştüğümüz birçok kişinin samimi ve içten olduğunu gördüm. Aynı dünyanın insanları olduğumuzu hissettik. Türkiye adına siyaset yapan AKP’nin yolunun bataklık olduğunu ifade eden birçok insanla karşılaştık. Suriye’de problemlerin uzaması, dünya çapında daha büyük bir krizin ya da daha büyük savaşların ortaya çıkmasına sebep olabileceğini ifade edenler oldu. Bu çok yerinde bir tespit.
Şunun farkına varıldığını düşünüyorum; Suriye kendi topraklarını savunabilecek durumdadır. Rusya ve İran, Suriye ile ant içmiştir. Bilinmesi gereken, Suriye istikrara kavuşursa bölge istikrara kavuşur. ABD, Suudiler gibi güçlerle işbirliği halinde olanlar büyük hezimet yaşayacaklar. Bunu tekrar ifade etmek isterim. Bizim dileğimiz, Türkiye’nin bu cepheden kopup istikrarın yanında yer alması. Bunu AKP’nin anlayabileceğini sanmadığımız için CHP’nin büyük rol alabileceğini ifade ettim.
Türkiye halkı ABD’nin kendi ortaklarıyla kedi-fare misali oynadığını bilmelidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da bildik tavrıyla Türkiye açısında çözüm üretebilecek konumunu çoktan yitirmiştir. Rusya, İran, ABD ile ilişkilerindeki zikzakları bunun en büyük kanıtı ve handikabıdır. Bir taraftan ABD’nin desteklediği SDG’ye karşı operasyondan söz ediyor. Bir taraftan da ABD ile güvenli bölgeden söz ediyor. Bu danışıklı dövüş ise Türkiye’yi ciddi bir tehlike bekliyor demektir. Bu çıkış ise Türkiye çoktan kaybetti demektir.
Sonuç olarak ABD treni Türkiye için tehlikeli bir vagon haline gelmiştir. Bunun net olarak görülmesi gerekmektedir. AKP politikalarıyla Türkiye siyaseti itibar kaybetmiştir. CHP devletin kurucu partisi olarak ülke için rol almalıdır diyorum. Türkiye halkının inisiyatif alması gerekiyor. Eğer bu inisiyatif alınıp AKP politikaları devre dışı bırakılmaz ise Türkiye’yi, askeri, siyasi ve iktisadi kriz bekliyor diyebilirim.
Son olarak; bu ziyaretin son olmamasını umut ediyorum. CHP, diğer siyasi partiler, yazarlar, sendikacılar, gazeteciler, aktivistleri Suriye’ye davet ediyorum. Gelip temaslarda bulunmalarını ve barış için inisiyatif almaları konusunda ısrar ediyorum. Tüm bölgede barışın tesis edilmesi için hepimizin görev almasını öneriyorum. Türkiye’de yeni neslin, konferanstaki katılımcıların önemli bir bölümünün öngörülü olduğunu düşünüyorum. Türkiye ve Suriye halklarının bir olduğunu bildirmek istiyorum. Bu halklar, tarihi, siyasi, kültürel ve akrabalık bağlarına sahipler. Komşuyuz, yan yana gelip çözüm üretmemiz esastır. Türkiye halkında ve siyasi partilerden çözüm için inisiyatif almalarını ısrarla talep ediyoruz. Bu Türkiye için çok önemli. Bunu anlamanızı istiyorum. Bu hepimiz için anlamlı ve cesaret verici olur. Bu konferans iyi niyetli bir adımdı bu boyutuyla. İşbirliğine açılan yol.
-Sayın Malasi zaman ayırıp sorularımıza cevap verdiğiniz için teşekkür ediyoruz.
-Sizlere de bu röportaj için müteşekkirim. Bize ses verdiniz. Arkanıza hiçbir siyaseti almadan barışın sesi olmak için adım attınız. Biz sizi biliyoruz. Suriye’ye kanlı yıkım dayatıldığı günden beri halkımızın sesini duyduğunuz ve gerçekleri cesurca ortaya koyduğunuz için Suriye halkı sizlere minnettardır.