SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ, DÜNÜ VE BUGÜNÜ! (2)

Bu yazının geçen hafta yayınlanan birinci bölümünde, dünya genelinde sosyal güvenlikten kopuş yaşandığını, dolayısıyla dünya nüfusunun yarıdan fazlasının sistemin korumasından mahrum kaldığını belirtmiştim.
Halbuki literatürde yer verilen sosyal güvenlik tanımındaki hususların başında, sosyal güvenliğin kapsamının alabildiğine geniş olması ve mümkünse ülke nüfusunun tamamını kapsaması gerektiği gelmektedir. Dar tanımıyla sosyal güvenlik, kişileri fiziki ve mesleki sosyal risklere karşı koruyan ve toplumun genelini kapsamayı hedefleyen sistemdir. Bu yönüyle sistem, dezavantajlı toplum kesimlerini koruyan ve onlardan her biri için önceden kestirilemeyen risk veya riskler ortaya çıktığında, kendisine sağlanacak desteklerle yaşamını idame ettirmesini ve sağlığına yeniden kavuşmasını sağlamayı hedeflemektedir. Geniş tanımıyla sosyal güvenlik temel ve vazgeçilmez insan hakkıdır. Uluslararası belgeler, devleti bu hakkın kullanımını sağlamakla görevli kılmıştır. Bu anlayışta sosyal güvenlik, fertleri iradeleri dışında maruz kaldıkları önceden bilinmeyen tehlikelerin zararlarından kurtarmanın yanı sıra, çalışma gücü kayıpları ile gelir kayıplarını, kişi ile ailesinin insan haysiyetine yaraşır bir hayatı sürdürmelerini temin edecek şekilde karşılamayı amaçlamaktadır. Ayrıca sosyal güvenlik, birbirini tamamlamak üzere oluşturulmuş olan sosyal sigortalar ve kamu sosyal güvenlik harcamalarının tamamından oluşan bir sistem olmasına ek olarak toplumun mağdur özel gruplarını, kimsesiz bakıma muhtaç çocukları, yaşlıları ve özürlüleri kapsayan ve onların sosyal refahını temin edecek hizmetlerden yararlanmalarını sağlayan bütüncül bir sistemdir.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ile Uluslararası Sosyal Güvenlik Teşkilatı’nın (ISSA) 1 Eylül 2021 tarihinde yayınlanan “Dünya Sosyal Koruma 2020-2022” başlıklı raporu, dünya devletlerinin yukarıda ki tanıma uygun kapsamı geniş sosyal güvenlik sisteminden uzak olduklarını gösteriyor. Nitekim rapora göre, dünyada çocukların %26,4’ü, yani her dört çocuktan sadece biri sosyal korunmaya sahip. Çocukların büyük çoğunluğunun sosyal korumadan yoksun olmalarının yanı sıra sosyal korumadan yararlanma oranlarında bölgeler arasında bariz farklılıklar da var. Oranlar bazı bölgelerde çok daha aşağıdadır. Örneğin; Asya ve Pasifik bölgesinde yaşayan çocukların %18’i, Arap ülkelerinde %15,4’ü, Afrika kıtasında ise %12.6’sı kapsam içindedir. Yine aynı rapora göre, doğum yapan kadınların yalnız %45’i nakdi annelik ödeneği alırken, engelli her üç kişiden biri %33,5 engellilik ödeneği alıyor. Dünyada etkin işgücünün sadece %35,4’ü iş kazası sigortası kapsamındadır. İşsizlik ödeneklerinin kapsamı ise daha da dar. Herhangi bir işte çalışmayan işsizlerin sadece %18,6’sı etkin sosyal koruma kapsamındadır. Ayrıca emeklilik çağının üzerindeki kişilerin %77,5’i bir tür emekli aylığı alıyor. Ancak tüm bu sosyal korumaların dağılımında dünyada bölgeler arasında, kentsel yerler ile kırsal yerler arasında, kadınlar ile erkekler arasında büyük eşitsizlikler vardır.
Nitekim ISSA’nın tespitine göre, mevcut durumda düşük gelir grubuna dahil ülkelerde çalışan nüfusun %25’inden daha azı, orta gelir grubuna dahil ülkelerde %25’i ile %50’si emeklilik sisteminin kapsamında iken, yüksek gelir grubuna dahil ülkelerde bile bazı kesimler halen zorunlu emeklilik sistemlerinin kapsamı dışındadırlar. Ayrıca, finansal sürdürülebilirlik için birçok ülkenin emeklilik sisteminde aylık bağlama oranında kesintiler yapmasının yaşlı bireyleri gelecekte yoksulluğa iteceği açıktır. Rapora göre, COVID-19 pandemisinin başlangıcından bu yana tüm bireylere asgari düzeyde de olsa bir sosyal koruma sağlamak için gereken finansman açığı yaklaşık %30 arttı. Kapsamlı temel sosyal koruma sistemini güvence altına almak için düşük gelirli ülkelerin her yıl ek olarak 77,9 milyar, düşük-orta gelirli ülkelerin 362,9 milyar, üst-orta gelirli ülkelerin 750,8 milyar dolar daha yatırım yapmaları gerekiyor. Bütün bunlar raporda yer verilen veriler.
Özellikle devletlerin sosyal güvenlik katkıları aşağı çekilirken, emeklilik sistemlerinde yapılan ve emekli aylıklarını aşağı çeken sözde reformlar mali sürdürülebilirlik olarak açıklanmaktadır. Başlı başına bu açıklama sistemin insan öncelikli olmaktan ziyade para öncelikli tasavvur edildiğinin göstergesidir. Maalesef bu mantık devletlerin sisteme daha fazla kaynak aktarmalarını ve toplumun genelini kapsayacak bir sistemi oluşturmalarını engelliyor. Halbuki ciddi bir planlama ile daha çok kaynak aktarmak suretiyle sistemin işlevli bir şekilde gelecek kuşaklara devrini sağlayacak kurumsal yapılanma mutlak suretle oluşturulmalıdır.
Birinci bölümde kısmen değindiğim gibi, COVID-19 salgını, dünya genelinde kamu sağlık harcamalarının kısılması, kamu sağlık sisteminin günden güne tasfiye edilmesi ve sağlık alanında özelleştirmeye gidilmesi, salgında devletlerin yetersizliğini gözler önüne serdi. Özellikle sağlıkta cepten ödemeler, geliri olmayanlar ile düşük gelirli insanların sağlık hakkına ulaşmalarını engelliyor. Bu nedenledir ki kronik hastalıklarının tedavisine ulaşamayan insanlar önemli bir risk grubunu oluşturuyor. Daha açık ifade etmek gerekirse, pandemi nüfusun tamamını kapsayan sosyal korumanın vazgeçilmezliğini çok açık şekilde ortaya çıkardı.
Sağlık hizmetlerinin kapsamının geniş tutulması sosyal devletin en önemli kıstaslarından biridir. Nitekim ISSA, yurttaşların nitelikli, ekonomik bir sağlık hizmetine ulaşılabilmelerini sosyal güvenliğin önceliği olarak görmektedir. Bunun bireylerin refahını geliştireceğini, sağlayacağı sosyal ve ekonomik kalkınmayla yoksulluğun önlenmesinde rol oynayacağını vurgulamaktadır. Ne yazık ki halen dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu sağlık harcamalarını cebinden karşılamaktadır. Kuşkusuz bu durum, kapsamlı bir sosyal güvenlik sistemine ulaşmayı engelleyen önemli bir unsurdur.
Sosyal güvenliğin yorumuyla yakından ilgili olan sosyal güvenliğin kimleri hangi risklere karşı koruyacağı, bir başka deyişle kapsamının neyi ve hangi kitleyi ifade ettiği sorusunun yanıtlanması doğru bir sosyal güvenlik sisteminin hayata geçirilmesini sağlamada oldukça önemlidir. Bunun için öncelikle sosyal güvenlik hakkının evrensel bir insan hakkı olduğunun kabulü gerekir. Böyle bakıldığında, sistemin en geniş kapsayıcılığı hedeflemek üzere kurgulanması gerektiği kabul edilmiş olacaktır. Kuşkusuz geniş kapsayıcılık tek başına belirleyici değildir. Zira kapsam içinde olan insanların hangilerinin hangi risklere karşı hangi düzeyde korunacağı, ihtiyaç sahiplerine hangi oranda doğrudan gelir desteği verileceği ile sistemin verdiği hizmetlerin kapsam ve nitelikleri de belirleyicidir. Nitekim tarihsel gelişimine bakıldığında sosyal güvenliğin kapsamının zaman içinde genişleyerek günümüze ulaştığı görülecektir. Günümüzde sosyal güvenlik, sosyal sigortalar, sosyal yardımlar ve sosyal hizmetler aracılığıyla gerçekleşmektedir.
Tüm bunlar, antik çağdan günümüze hukuk devleti olmanın temel unsurlarından biri olarak tarihsel süreç içinde gelişen, 19. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın son çeyreğine altın çağını yaşayan sosyal güvenliğin amacından uzaklaştırıldığının göstergesidir.
Peki, buna yol açan nedenler nelerdir?
Gelir dağılımında düşük gelir gruplarına sağladığı nakdi yardım ve ihtiyaç duydukları sağlık, barınma, beslenme gibi hizmetleri vererek dağılımdaki adaletsizliği kısmen de olsa giderdiği için hukuk devletinin temel kriterlerinden biri olarak kabul edilen ve 1800’lü yılların ortalarından itibaren devletlerin anayasaları ile insan hakları belgelerinde yer verilen sosyal devlet ve onun uygulama aracı sosyal güvenlik sistemi, neden bugün 45-50 yıl önceki kapsayıcılığından uzak?
Sosyal devletin uygulama aracı olan ve 1880’li yıllardan itibaren merkez kapitalist devletlerde değişik sigorta kolları ile uygulanmaya başlanan sosyal güvenlik sistemi, gerçek işlevinden neden uzak? Kim veya kimler istedi diye yeterli hizmeti vermekten uzaklaştırıldı? Tarihsel süreçte kapitalist sistemi, sosyal güvenliği uygulamaya zorlayan etkenler ile toplumsal baskı mekanizmaları nelerdi? Toplumsal baskı mekanizmaları neden geriledi? Pandemi hangi ihtiyaçları ortaya çıkardı? Gelecekte bu tür salgınlarla karşılaşılmaması, karşılaşılması kaçınılmaz olduğunda ise daha kısa zamanda ve daha az hasarla atlatılması için hangi tedbirler alınmalı?
Yukarıdaki soruların doğru cevaplandırılması, kapitalist sistemin yol açtığı gelir adaletsizliğini kısmen de olsa gidermenin önemli bir aracı olan sosyal devletin, yeniden ve eskisinden daha güçlü bir şekilde uygulanması için, sosyal güvenlik sisteminin bugün ve gelecekte insanlığın ihtiyacına cevap verecek nitelik ve kapsayıcılıkta kurgulanmasının olmazsa olmazıdır.
Tüm bu soruları, yazının bundan sonraki bölümlerinde cevaplandırmaya çalışacağım. Bir dahaki bölümde görüşünceye kadar hoşça kalın, sağlıkla kalın!
