SENDİKALARIN ORTAYA ÇIKIŞI, GELİŞİMİ VE TOPLUMSAL ROLÜ! (2)

Bu yazı dizisinin bir önceki bölümünde, buhar enerjisinin üretimde kullanılmaya başlanmasıyla birlikte, hızla gelişen sanayileşmeye paralel olarak Sanayi Devrimi’nin gerçekleştiğini belirtmiştim.
Sanayi Devrimi, sınıflı kapitalist toplum sistemini ortaya çıkardı. Bu sistemin ortaya çıkması ile birlikte, önceki toplum sistemleri olan, köleci toplumda köle sahibi ile tamamen ona bağımlı köle, feodal toplum sisteminde ise toprak sahibi feodal bey ile toprağı işleyen köylünün iç içe oldukları toplumsal yapı; kapitalist sistemde daha katı çizgilerle birbirinden ayrılan ve aralarında sınıfsal çıkarlar bakımından uzlaşmaz çelişki bulunan sermaye sahibi işveren ile onun paraya çevireceği meta üretmek üzere emeğini satın aldığı işçinin olduğu farklı bir yapıya evrildi. Bu evrilme ile birlikte, eski yakın olma durumu ortadan kalktı ve birbirinden farklı iki ayrı yaşam biçimi ortaya çıktı. Bir yanda sermaye ve üretim makinelerinin sahipliği avantajı ile işçinin emeğinin büyük kısmına el koyan ve bunun getirisi ile şatafatlı yaşam süren sermaye, diğer yanda ise köyden kopmuş, geldiği kentte sermaye sahibinin kendisine verdiği ücretle yaşama tutunmaya çalışan işçi.
Kuşkusuz bu yeni toplumsal yapının, yeni örgütlenme biçimlerini ihtiyaç olarak dayatması kaçınılmazdı. Bu ihtiyaca yol açan koşulları irdelemek önemli. Sadece önemli değil, ortaya çıkan örgütlenme biçimlerine ulaşılmasında karşılaşılan zorluklar ve bu zorlukları aşmak için verilen mücadeleleri bilmek için gereklidir de.
Evet, kapitalizmde sermaye sahibi, daha çok kazanmak ve sermayesine sermaye katmak üzere üretim alanına taşıttığı hammaddeyi, mülkiyeti kendisine ait makine ve teçhizatı kullanmak suretiyle pazarda paraya çevrileceği metaaya dönüştüren işçinin emeğinin cüzi bir kısmını ücret olarak işçiye öderken, ödediğinin çok daha fazlasına artı değer olarak el koymaktadır. Dolayısıyla işveren, daha çok kazanmak için işçinin emeğinin daha fazlasına el koyma çabası içindedir. Buna karşın kendisine ödenen ücret, kendisinin ve ailesinin insanı koşullarda yaşayabilmesine yetmeyen işçi ise emeğini daha yüksek ücretle satmak istemektedir. Görüldüğü gibi kapitalist sistemde iki sınıftan birinin daha çok kazanması, diğerinin daha az kazanması anlamındadır. Hiç kuşku yok ki, biri paraya dönüştüreceği meta üretiminde kullanacağı emeğe, diğeri ise sistemin dayattığı koşullarda geçimini sağlamak üzere, emeği karşılığı alacağı ücrete mecbur olan bu iki sınıf arasındaki çelişki uzlaşmaz bir çelişkidir.
Kapitalizmin ilk dönemlerinde, devletin müdahaleden uzak, işçi işveren arasındaki ilişkilerde tarafsızmış gibi davranması işveren lehine bir durumdu. Bu nedenle işçiler, haklarını koruyup geliştirmek üzere arayışa girdiler. Bu arayışta, önceleri tek tek bireyler olan işçiler, işyerlerinden başlayarak bir araya geldiler. Zamanla işyeri düzeyindeki dayanışmanın yetmediğini gören işçiler, ortak amaçlar için işyeri düzeyinde başlayan dayanışmayı, önce kent, ardından ülke ve oradan da dünya düzeyine taşıdılar. Elbette bu çok meşakkatli, bedeli zaman zaman ölüm ve idamlarla ödenen önemli bir sıçramaydı. Bu sıçrama, ilk zamanlarda yasal düzenleme olmadığı için illegal faaliyet yürüten sendikalarda örgütlenmeyi ve sınıf bilincine ulaşmayı sağladı. Bu bilinçlenme, sistemi tehdit etti ve yer yer üstesinden gelinemeyen direniş ve çatışmalara yol açtı. Tüm bunlar devleti harekete geçirdi ve onu hakemlik rolü üstlenmeye zorladı. Zira ancak bu yolla sistem kendisinin sorgulanmasının önüne geçerek devamını sağlayabilirdi. Böylece devlet, yaptığı yasalarla sendikalara yasal statü kazandırdı ve çalışma hayatına kurallar getirdi. Bununla da yetinmedi, taraflar arasında görüşmeler yapılmasını ve bu görüşmeler sonucu varılan mutabakata uyulmasını denetlemek üzere de yasal düzenlemeler yaptı. Bu düzenlemelerle kapitalist sistem, emek- sermaye çelişkisini çözmedi ancak onu kurumsal yapılar eliyle kontrol altına alma yoluna gitti. Nitekim sendikalar aracılığıyla yürütülen toplu pazarlık ve imzalanan toplu sözleşme, uzlaşmaz çelişkinin kurumsal yapı yoluyla kontrol edilebilir seviyede tutulmasını sağlamış oldu.
Görüldüğü gibi, işçiler karşı karşıya kaldıkları baskı ve şiddete rağmen verdikleri mücadeleler sonucu sendikalarına yasallık kazandırdılar. Böylece, örgütlü kurumsal yapı aracılığıyla elde ettikleri toplu pazarlık hakkını kullandılar ve imzalanan toplu sözleşmelerle sermayenin tek söz sahibi olduğu sistemin kısmen kontrol altına alınmasını sağladılar. Bunun yanı sıra, aileleriyle birlikte daha insani koşullarda yaşamalarına yetecek ücret ve sosyal haklar elde ettiler.
Sanayi Devrimi’nin beşiği olan İngiltere, sendikaların ortaya çıkmasının ve yasal statüye kavuşmasının da beşiği oldu. Çünkü yaygın sanayileşme ülkede kalabalık bir işçi sınıfının ortaya çıkmasını sağlamıştı. Öte yandan sanayileşmenin yol açtığı sosyal ve siyasi hareketler de ilk olarak İngiltere’de ortaya çıktı ve giderek dünyaya yayıldı. Zira kapitalizm öncesi üretim malzemeleri ile kendi emeğiyle ürettiklerine sahip olan, piyasa denetimini kısmen elinde tutan zanaatkâr orta sınıf, büyük sanayi tesislerinin üretimde boy göstermesiyle onlarla rekabet edemedikleri için, artık emeğini bu tesislerde pazarlayan işçi statüsüne geçmişti. Bunun yanı sıra, İngiltere’de köylülük neredeyse yok olmuş, büyük kısmı sanayi kentlerine göç ederek işçi statüsünde çalışmaya başlamıştı. Bir başka deyişle, sanayi devrimi ile kurulan kapitalist toplum düzeni, insanları üretim içindeki rolüne göre sınıfsal olarak konumlandırdı. Tüm bu faktörler bir araya gelince, farklı işyerlerinde çalışsalar da aileleriyle birlikte sanayi kentlerinin kenar mahallelerinde iç içe yaşayan işçiler, sınıf bilinçli öncü işçiler ile aydınların kendilerine aktardıkları bilgilerin yol göstericiliğinde sendikalarda örgütlendiler.
İngiltere’de sendikalar 1924 yılında yasal güvenceye kavuştular. Bu durum sendikal harekette önemli bir sıçrama sağlasa da sonraki yıllarda hükümetler sendikaların faaliyetlerini engellemeye devam ettiler. Tüm bu baskılara rağmen, sendikalar yerel örgütlenme biçiminden ulusal düzeyde örgütlenmeye geçme yönünde adımlar attılar ve ülke çapında faaliyet gösteren birlikler oluşturdular. Bu yıllarda işçiler arasında benimsenmeye başlanan sosyalist düşünce işçi sınıfı mücadelesine ivme kazandırıyordu. 1831 yılında ulusal emeğin korunması derneği kurulan İngiltere’de, 1834 yılında Büyük Ulusal Sendikalar Birliği kuruldu.
İngiltere’de bu mücadelelerin sürdüğü yıllarda, bir diğer Avrupa ülkesi Fransa’da işçi hareketi önemli adımlar atıyordu. 1831 yılında Fransa’nın Lyon kentinde, 1834 yılında ise Başkent Paris’te işçiler politik sert mücadeleler verdiler. 1848 yılında Paris işçi sınıfı, destansı bir mücadele ile birçok ekonomik ve sosyal hak elde etti. Bu büyük direnişin taleplerinden biri olan “Sosyal Güvenlik” hakkı ilk kez aynı yıl çıkarılan Anayasa’da yer aldı. Böylece sosyal güvenlik hakkı, dünyada ilk kez bir devletin anayasasında güvence altına alınmış oldu. 1871 yılında ise işçi sınıfının politik olarak ilk kez kendi kaderini belirleme hakkını ele geçirdiği ve Karl Marx’ın “Göğü fethe çıkan Komünarların iktidarı” olarak adlandırdığı Paris Komünü, Fransa işçi sınıfının önemli bir başarısı olarak tarihte yerini aldı. Sadece işçiler yönünden değil, toplumun tüm ezilenleri için eşit yurttaşlık, herkese seçme ve seçilme hakkı, görevini yapmayan seçilmişin seçenler tarafından azledilmesi ve laiklik gibi önemli uygulamaları ile 72 gün Paris’i yöneten Komün, serveti paylaşmak istemeyen hâkim sınıf ve onun temsilcisi hükümet işbirliğiyle kanlı bir şekilde bastırıldı. 1831’den başlayarak sert mücadeleler veren Fransa İşçi Sınıfı, bu mücadelelerin başlamasından 53 yıl sonra, 1884 yılında sendikal haklara kavuşabildi.
Önemli sınıf mücadelelerine sahne olan bir diğer Avrupa ülkesi ise Almanya’ydı. Almanya’da sendikalar 19. yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıktılar.
Aynı yıllarda sendikal mücadelenin ortaya çıktığı bir diğer merkez kapitalist devlet ise ABD oldu. ABD’de sendikal mücadele 1860 yılında başladı. 1881 yılında ulusal çapta faaliyet gösteren Amerikan İşçi Federasyonu AFL kuruldu. 1884 yılında Emeğin Şövalyeleri örgütü kuruldu. 1 Mayıs 1886 tarihinde Amerika’nın birçok kentinde işçiler, ücret düşüklüğü ile uzun süreli iş gününü protesto etmek üzere greve gittiler ve gösteriler düzenlediler. Chicago kentindeki gösterilere polisin müdahalesi sonucu olaylar çıktı. En önemli talebi 8 saatlik iş günü olan direniş, Amerikan sermayesi tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı ve tutuklanan 4 işçi önderi daha sonra idam edildi. Ancak mücadele dünyaya yayıldı ve 8 saatlik iş günü kazanıldı. Bu nedenle, sonraki yıllarda 1 Mayıs “İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul edildi.
Sendikaların ortaya çıkışı, gelişimi ve toplumsal rolü başlıklı yazı serimiz; sendikal mücadelenin tek tek ülke örneklerinin yanı sıra, iki dünya savaşının yaşandığı 20. yüzyılda, kapitalist sistem ile sosyalist sistem arasında süren soğuk savaşın kutuplaştırdığı dünyada uluslararası boyuta taşınması ile Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne Türkiye’de sendikaların oluşumu ve gelişmesinin işlendiği bölümlerle devam edecek!