Politik bir duruş olarak doğurmamak…
“Evli ya da bekâr fark etmez, eğer doğurmamış kadınsanız hayatınızın her döneminde sizi zor anlar bekler…”

Gülfer AKKAYA yazdı:
Evli ya da bekâr fark etmez, eğer doğurmamış kadınsanız hayatınızın her döneminde sizi zor anlar bekler.
Sürekli yargılanırsınız.
Dışlayıcı, küçümseyici, hor gören, şüphe duyan, kadınlar dünyasına ait görmeyen bakışlara, mimiklere, imalara, tavırlara maruz kalırsınız.
Sevilmemiş, güvenilmemiş, anne olmaya aday görülmemiş, “mutlulukların en büyüğünü” yaşayamamış eksiksiniz.
Sıradışı, bencil, mutsuz.
Duyguların en güzelini yaşayamamış, sevilmemiş, bir suçlu.
Kimi zaman üzerinize “Acaba doğurabiliyor mu?” kuşkuları kusulan kişisinizdir.
Azımsanmayacak sayıda kadının idolü: “Şimdiki aklım olsa ben de doğurmazdım.” “Hem doğurmamış hem mutlu olmak mümkün.” “Çok doğru karar vermişsiniz.”
“Doğurmayı hiç istemedin mi?” “Hiç pişman olmadın mı?” sorularına verilen cevaplarla gözleri parlayan nice kadın.
Evet, hiç istemedim doğurmayı. Hatta hiç aklıma gelmedi. Gündemim olmadı. Olmak zorunda değil. Ömrümün bir yerinde pişman da olmadım. Neden olayım ki.
Çocukluğumdan itibaren hamile kalıp doğuran kadınları gözlemleme fırsatım oldu çokça. Hepsini hayretler içinde izliyordum. Eğilemeyen, bazen ayakta bile duramayan, hamileliğin önemli kısmını yatarak geçirmek zorunda olan kadınların hamileliği överek anlatmasına şaşırıyordum çocuk halimle. Daha patriarka ne bilmiyordum. Koca şiddeti ve zorundan henüz haberim yoktu. Etrafımdaki kadınlar sürekli hamile kalıyor ve çocuk doğuruyor…
Hamilelik süresince saçları dökülen kadınlar gördüm. Dişleri dökülen kadınlar gördüm. O kadınların peş peşe hamile kalışlarını da…
Çoğunun kocaları istiyormuş çocuk doğurmasını. Bir araya gelen kadınların sohbetlerinden ilk feminizm derslerimi alıyordum. Hepsini kafama kazıyarak yazıyordum.
Evlenmemek, çocuk doğurmamak, erkeği hayatının odağına alarak hayat kurmamak… Çocukken öğreniyorsunuz bunları.
Hayattan öğrendiklerinizi unutmanızı isteyecekler çıkıyor karşınıza gençlik ve sonrasındaki yıllarda. Yani bedeninizin doğurmaya uygun olduğu, cinsel hayatınızın aktif oldu yıllarda.
Kürtaj için gittiğiniz doktorun annelik övgüsü, doğurun gitsin deyişi, çevrenizdeki kadınların doğur “nasihatı” ile baskının en beteri sarıveriyor dört yanınızı. Bu insanlar kim, neden susmazlar? İlişkiniz varsa ve birkaç yıl sürmesine rağmen hala doğurmamışsanız komşulardan mahalle sütçüsüne dek herkes bu konuda “nasihat” etme hakkı görür kendisinde.
“Olmuyorsa zaman değişti, utanacak bir şey yok, çaresi var” diye “yol, iz” gösterirler üstelik.
Hiç akıllarına gelmez doğurmak istemediğiniz. Kadın dediğin doğurur. Kadın dediğin annedir. Her kadın bu duyguyu yaşamalıdır. Hele doğurduktan sonra kucağına ilk verdiklerinde yaşadığın o duygu yok mu? Hiçbir şey ona benzemez.
Ne biliyorsun?
Ah bu cevaplara hazırlıksız yakalanmaları yok mu, o da ayrı matrak ya, biz konumuzdan çıkmayalım.
Kızgın bir yaz gününde bir kız çocuğunun avaz avaz “Anne anne anne” diye sesinin en tiz haliyle bağırışını unutamam. Teyzemin cenazesindeydik. Bir sahibin, efendinin çıkartacağı tonda ve yükseklikteki o buyurucu histerik çığlık. Buyurgan çığlığın gücünü daha 2-3 yaşlarında fark etmiş bir çocuk efendi. O an yanımda olan kişiye “Hayatım boyunca kimse bana anne diye seslenemeyecek, ne güzel” demiştim. Gülmüştü.
Kadın bedeni ile yaşamanın zorluğunu bilmeyenlerin kadın bedeni üzerinde karar vermesine karşı durmak, “benim bedenim, benim kararım” demek bana göre feminizmin en devrimci alanlarından. Bu kadar devrimci az şey var hayatta.
Biz kadınlar bedenimizle ilişkimizi cinsiyetçi toplumsal ağlar üzerinden kuruyoruz. Bedenimiz üzerinde söz sahibi olanlar erkekler. Bizden beklenen onların koyduğu kurallara uymamız. Oysa bedenlerimiz bizim.
Ve kadınların bedeni üremenin ötesinde niteliklere sahip. Zevk, estetik, cinsellik, özgürlük. Doğurmaktan öncel olanlar.
Doğurmaksa sadece tercih olabilir. Kadınlar açısından cinsel zevkle kıyaslanamayacak bir tercih.
Patriarka için tehlikeli alanlarından ikisi; kadınların cinsel zevkle ve özgürlükle aralarında kurdukları bağ. Bu bağ güçlü ise doğurmak sadece bir tercih olarak yer alacak kadınların hayatında. Varlıklarını üzerine kurdukları yer değil.
Anneliği tercih etmeyen, annelikle arasında ilişki bile kurmayı kabul etmeyen bir kadın olarak, bedenimin doğurma yetisine sahip oluşunun sona ermesine saatlerin kaldığı şu anda tüm baskı ve ötekileştirmelere rağmen doğurmama kararımdan bir kere bile kuşku duymamanın keyfini yaşıyorum. Kadınlar doğurmadan çok mutlu olabilir. Keyifli, konforlu bir hayat yaşayabilir. Bunlar bilinsin istiyorum. Bunları daha çok konuşalım. Malum kadınlarla kadınlar arasında bir yol var patriarkanın asla giremediği. İşte o yolda daha çok konuşalım bu konuları.
Ömrümün doğurabilmenin söz konusu olamayacağı kısmına doğru yol alırken “Aaa nasıl yani doğurmadın mı?” sorularının kesilmeden üstüme üstüme yağacağını öngörmek beni deha yapmaz elbette. Nasılsa güzel bir cevabım var; doğurmamak politiktir.
Ha bir de baskı ve ötekileştirmelerinize rağmen doğurmamak bal gibi de direniştir.