Peki ya sizi nerede, nasıl saklayayım çocuklar?
Siz, sokakta gördüğünüz bir ağaca, hiç “merhaba” dediniz mi, ya sokağa terk edilen bir köpeğe, kediye ya da kuşlara, çiçeklere, ağaçlara?
*
Peki ya dokunduğu her yeri güzelleştireni, her yarayı iyileştireni gördünüz mü?…
*
Ben gördüm desem inanır bir çoğunuz değil mi? Çünkü siz de görmüşsünüzdür mutlaka. Bunlar ya sizin çocuğunuzdur, ya komşunuzun ya da ailenizden birinin… Evet çocuklardan bahsediyorum. Zaten böylesine sonsuz ve büyük bir sevgiye kim daha çok sahip olabilir ki, kim bu kadar güzel bir sevgiyi o küçücük yüreğine sığdırabilir ki, kim hiç karşılık beklemeden böylesine berrak, narin, samimi, içten ve tertemiz sevebilir ki, kim böylesine güzel bakabilir, dokunabilir ki?…
*
Koca koca adamlar, koca koca kadınlar, koca koca yüreklerimizle sevemedik çocuklar kadar. O yüzden değil mi ki onlar masum, biz ise masumiyetini yitirenlerden olduk. Çocuk yanımızı öldürerek büyümek, en büyük suç olmalı öyleyse. Büyümemeli insanın çocuk yanı, öyle genç olmalı, öyle yetişkin, öyle yaşlanmalı ve öyle ölmeli insan. Ve asla büyütmemeli ilk doğduğu anı, çocuk olduğu zamanları. Belki ruhunun bir yanını, belki kalbinin bir parçasını, belki de her ikisinde de bir yer ayırmalı, çocuk gülüşleriyle renklendirilmiş mavi bir gökyüzüne. Her zaman dönüp bakabileceği, arınabileceği, temizlenebileceği, sığınabileceği, yüzleşebileceği, kendiyle baş başa kalabileceği, göz göze gelebileceği, korkmayacağı, endişe duymayacağı, ürpermeyeceği, gurur duyacağı, utanç duymayacağı bir yeri olmalı. Evet, düşe kalka özgürce koşabileceği, oyunlar oynayabileceği, oyun oynarken kanattığı dizinden başka bir yarası olmayacağı bir yeri, bir sığınağı olmalı insanın. Sokakta, parkta, okulda, kapısının önünde, bir akraba ziyaretinde kaçırılmamalı, saldırıya uğramamalı, el sürülmemeli, dövülmemeli… Ruhu ve bedeni küçücük belki ama, masumiyetin diliyle ve rengiyle yoğurduğu o kocaman yüreği incinmemeli, incitilmemeli, onlara tecavüz edilmemeli; çocuk yanını unutmuş, katletmiş, kirletmiş, karartmış, kanatmış ve öldürmüş olanlar tarafından…
O yüzden hep çocuk kalmalı bir yanımız. Korumalı, kollamalı, saklamalı, beslemeli ama asla büyümemeli, büyütmemeli…
*
Çünkü tek bir şeye tutunuyoruz artık, tek bir şeye; çocukluğumuza, çocuklara…
*
Çocukların mavi gülüşlerine…
*
Çünkü o sayede katlanıyoruz bu kadar acıya, ölüme… Ve o yüzden alışamıyoruz, alıştırılamıyoruz bunca katliama, zulüme, zalime ve kirliliğe…
*
Çünkü o yüzden kabul etmiyoruz, boyun eğmiyoruz.
*
Çünkü tertemiz gülüşlü çocukların yanağına değen cesaretten alıyoruz gücümüzü ve onların sunduğu, yarattığı sadece onların sahibi olduğu tertemiz bir dünyada saklıyoruz kendi içimizde sakladığımız çocuğu ve onlara güvenerek onlarla beraber salıyoruz sokaklara, caddelere, parklara, okullara, komşulara, akrabalara ve onlara güvenerek özgür bırakıyoruz ve öyle büyütüyoruz içimizdeki çocuğu…
*
Şimdi ne olacak peki, nasıl özgür bırakacağız bundan sonra, çocuklarımızla beraber kendi çocukluğumuzu da?
İçimizde masumiyetini koruyan mavi gülüşlü çocukluğumuzdan ve umudumuzu dayadığımız çocukların körpecik gülüşlerinden vurdular. Çocuklarımızla beraber bizi insan yapan, güzel kılan çocukluğumuza da el uzattılar, ona dokundular, onu incittiler ve onu öldürdüler. Dünyaya en güzel bakan en güzel gözlere kıydılar…
*
Şimdi ne diyeceğiz peki?
Kirlenmesin, kirletilmesin, kaybolmasın, elimizden alınmasın diye içimizde saklı tuttuğumuz, sıkı sıkıya tutunduğumuz çocuğa…Ya yetim, öksüz bırakılan kedilere, köpeklere, kuşlara, çiçeklere, ağaçlara… Küçücük bedenlerine ölümün soğukluğu değmiş kanatsız meleklere; Eylül’e, Leyla’ya… Ve dünyanın bütün çocuklarına ne diyeceğiz?…
*
Peki ne diyeceğiz, nasıl diyeceğiz mevsimlere, aylara, günlere… Sizleri görecek, yaşayacak ve sizlerle büyüyecek çocuk bırakmadık mı diyeceğiz? Bu yüzden; fırtına kopmaz mı, seller akmaz mı, dolu yağmaz mı üzerimize, sıcaklık kavurmaz mı etimizi, ruhumuzu, insan yanımızı?
*
Peki ya rengini çocukların gözlerinden alan mavi gökyüzüne ne diyeceğiz? Rengini saldığın yeryüzünde çocuk bırakmadık mı diyeceğiz? Küsmez mi bize, kararmaz mı, solmaz mı, güneşe hasret bırakmaz mı bizi?…
*
Peki ya insanlık hesap sormaz mı bize?
Demez mi; “Dokunmayın çocuklara, dokunmayın erkek müsveddeleri. İçimde her gün bir çocuk ölüyor, bu kaçıncı ölmem, öldürülmem”…
*
Peki şimdi nerede saklıyayım sizi, nerede çocuklar?
Açılmamış gonca güllerin, çiçeklerin, ağaçtaki tomurcukların içine mi?…
*
Ne dersiniz çocuklar
Orada da bulurlar mı sizi?…
Zarif LAÇİN
Zarif LAÇİN Kimdir?
25 Mart 1981 doğumlu Zarif, “kaliteli insan, kaliteli bir yaşam doğurur ve geride bırakabileceği de yine öyle bir hayat olur” diyor.
Tüm hikayeler o ilk nefesten itibaren hayat bulur. Suya atılan taşın oluşturduğu küçük çaptaki dalganın, bir başka çapta büyük dalgaları peşinden sürüklediğini unutmamak gerekir. İşte bunu hiç unutmayan kişidir Zarif.
Radyo-Tv Yayıncılık sadece bir meslektir onun için…
25 Mart 1981 doğumlu Zarif, “kaliteli insan, kaliteli bir yaşam doğurur ve geride bırakabileceği de yine öyle bir hayat olur” diyor.
Tüm hikayeler o ilk nefesten itibaren hayat bulur. Suya atılan taşın oluşturduğu küçük çaptaki dalganın, bir başka çapta büyük dalgaları peşinden sürüklediğini unutmamak gerekir. İşte bunu hiç unutmayan kişidir Zarif.
Radyo-Tv Yayıncılık sadece bir meslektir onun için…
Reklamcılık