PARTİLİ ŞAİR NÂZIM HİKMET…

Herkesin bir Nazım Hikmet’i var. Vatan şairi Nazım, devrimci Nâzım Hikmet, partili şair Nâzım Hikmet, yurtsever şair Nâzım Hikmet… Sadece bu kadar mı? Hayır. Devrimci bir şair çoğaltarak söyleyebileceğiniz her şeydir. Çünkü hayatın tüm akarsuları dolaşır onların bilincinde.
Burjuvazi örgütlü mücadeleye ve onun örgütlü sanatçılarına karşı uzlaşmaz sınıf tavrını sürdürüyor ve sınıf kini azalmadan devam ediyor. Yenemediği, etkisini kıramadığı ya da satın alamadığı örgütlü aydınları örgüt bilincinden kopartarak sadece “sanatın” içinde değerlendirmeye ve öyle anlamamıza sağlamaya çalışıyor. Sınıf aydını olmak egemenlerin tahammül edemediği bir durumdur. Çünkü kitlelerin bilincinde, yaşamın soluk aldığı her yerde üretilen değerler hayatı örgütlemeyi sürdürüyor.
Nâzım Hikmet’in partili bir aydın olması çok da dillendirilmiyor. Burjuvazini korkusu aydının örgütlü olmasıdır. Muhalif olması değil. Örgütlü mücadeleye uzak durarak örgütlü olmanın sanatçı yaratıcılığı baskı altına aldığını, yaratıcılığın engellendiği, örgütlü olarak sadece bir çevreye seslendikleri oysaki örgütsüz olarak söyledikleri ve yazdıklarının daha geniş kitlelerle kabul gördüklerini durmadan söylerler. Bunlar burjuvaziden ödünç alınmış safsatalardır. Gerçek durum bu değildir. Kavganı getirdiği yükleri taşıyamama, kendisi için bencil küçük dünyalar yaratma, sorumluluk duygusunun feda ruhunun zayıflayarak “eski solcu” olmayı seçmişlerdir. Bu telaş kendi korkularını gizleme telaşından başka bir şey değildir. Örgütlü aydınlar küçümsendikleri gibi kendileri de bu çemberin dışında dururlar. Oysa geçtiğimiz yüzyıla damgasını vuran aydınlar, sanatçılar, şairler örgütlü partili sanatçılardır. Herkes Nâzım Hikmet’ten bahsederken onun bir partili aydın olma özelliğine vurgu yapmaktan kaçınırlar. Çünkü bu kendi konumlarını yadsıyan bir durumdur. Nâzım Hikmet birçok şiirinde partisinden, yoldaşlarından söz eder.
TKP tarihi bir anlamda Nâzım Hikmet kavranarak anlaşılabilir. Nâzım Hikmet’in eksikleri, hataları ve başarıları şiir serüveni bu partili süreç içinde değerlendirilmelidir. Bu bahiste Nazım’ın sanat parti ile ilgili düşüncelerini aktarmak istiyorum.
Nâzım Hikmet’in şiirlerini tahlil ederek değil doğrudan doğruya kendi söyledikleri aktararak yapacağım bunu. Bunun için başvurduğum kaynak; Nâzım Hikmet, “Sie Haben Angst vor Unseren Liedern”. “Türkülerimizden Korkuyorlar” kitabından yararlanacağım. Bu kitabın 1. Baskısı 1977 yılında yapılmış ve Kitap, Türkischer Akademiker und Künstlerverein e.v”, “Türkiye Akademikerler ve Sanatçılar Derneği” tarafından hazırlanmış. Derneğin başkanı Mehmet Aksoy kitabın editörlüğünü yapmış. Aslında kitabı yeniden basılmak gerekiyor. Nazım Hikmet’e adanmış bu çalışmanın içinde Nâzım Hikmet tüm yönleriyle incelenmiş. Değerli bir çalışma Nâzım fotoğrafları, desenler ve afişler fotoğraflarla şiirle görselliğin öne çıktığı bir çalışmaya dönüşmüş.
Almancaya çevrilen şiirlerin yanı sıra birçok yazarın Nâzım’ın ölümü ve kavgasıyla ilgili değerlendirmeler sunuyor bize. Bu çalışma içinde benim açımdan öne çıkan 1958 yılında Paris’te Charles Dobzynski’nin Nâzım Hikmet’le yaptığı söyleşi öne çıkıyor. Söyleşi çeşitli konularda derinlikli bir tartışmadan sonra siyaset ve ozan tavrına geliyor ve Charles Dobzynski soruyor;
“- Az önce, aynı zamanda ozan da olan siyasal bir yöneticinin, özel bir yazınsal sorun karşısındaki tutumundan söz ediyordunuz. Tersine, size göre siyasal sorunlar karşısında ozanın tutumu ne olmalı? Onun da oynayacak bir rolü, yerine getirilecek bir görevi olduğunu düşünür müsünüz? Kısacası, haksız olarak “bağlanma” (engagement) adı verilen şeyin zorunluluğuna inanır mısınız?
-Biliyorsunuz, 1923’ten beri Komünist Partisi üyesiyim. ÖVÜNDÜĞÜM TEK ŞEY BU (ben büyük yazdım). Bana öyle geliyor ki, devletler arasındaki ilişkilerde yansızlık politikası yararlı ve etkili olabilir, ama yazarlarda olmaz. Dünya tarihinde, çağının sorunları karşısında büsbütün yansız ve ediğin kalmış bir tek büyük yazar göstermek kuşkusuz güç olacaktır. Yansız olduğu sanılabilir ve söylenebilir, ama nesnel olarak hiçbir zaman yansız olunamaz. Bana gelince ben kesinlikle yan tutmayı yeğlerim.
Evet doğru, geçtiğimiz yüzyıla damgası vuran şairler, ressamlar, müzisyenler, edebiyatçılar bilim sanat insanlarının hepsi de örgütlü bir kavganın aydınlarıdır. Elbette ki onları büyük kılan sadece yetenekleri değildir, örgütlü olmak yaratıcılıklarını geliştirdiği gibi, insanın özgürleşme mücadelesi sanatlarını yeni içerikler kazandırarak biçimlendirir de aynı zamanda.
Söyleşi sürüyor ve birçok konu yalın biçimde yanıtlanırken Nâzım “kendi payıma ben kesinlikle bir parti edebiyatından yanayım” diyor ve Charles Dobzynski son sorusunu soruyor:
“- Parti edebiyatından ne anlıyorsunuz?”
Nazım yanıtlıyor
“-Ben konuyu Lenin’in anladığı gibi düşünmeye çalışıyorum. İşte bu da çok güç; çünkü tüm derin düşünceler gibi, Lenin’in düşüncesi görünüşte çok yalın. Önce yazar olarak, Parti üyesi olarak, parti ile benim aramda kurulan bağ, hiç de edilgin değil, ama etkin bir bağ var. Bir değişim var: Parti bana bir şeyler verir ve sıram gelince ben de ona bir şeyler vermeliyim.
Ben partiye Kongre tarafından onaylanmış bulunan tüzük ve programı ile bağlıyım. Bu belli ilkeler dışında kimseden buyruk almam. Kuşkusuz partinin belgelerinden, tüm bilgilerinden, onları halka yaymak için, esinlenirim: ama onları gerçekten sanatsal bir düzeye yükseltmeye çalışarak.
Öte yandan Partinin halkımın ruhunu benim yapıtlarımdan öğrenip kavrayabileceği bir biçimde yazmaya çalışırım. “Ozanlar geleceği önceden sezerler” diyordu Engels, eğer onlar geleceği önceden sezmeye yetenekli iseler, o zaman bugünün sorunlarını haydi haydi sezinleyebilirler. Parti tarafından önerilen genel konular ile ozanın duyduğu şey arasında çelişki olamaz.”
Yasadır bu, yeryüzünün her yerinde dalgalar kıyıları dövmeye, aşındırmaya devam ediyor. Biz de karanlığın kapılarını dövmeye devam edeceğiz. Kapalı kapılar kırılana kadar.