PANDEMİ VE KAPİTALİZMİN EN BÜYÜK EKONOMİK KRİZİ (2) SALGINDAN İLERİSİ Mİ?
“ORADA CANAVARLAR YAŞIYOR!”
İMF henüz 2019 Ekim ayında yayınladığı raporuyla finansal krizle ilgili erken bir uyarı yapmıştı. Henüz daha Covid 19 virüsü ortada yokken 2020 yılı için dünya genelinde GSYİH’larin ortalama %4 oranında gerileyeceğini vurgulayan IMF raporunda ayrıca 2021 yılında bankacılık sektörünün özel şirketler üzerinden yüklendiği sorunlu kredi riskinin 19 Trilyon dolar seviyesine çıkacağı vurgulanmaktaydı. Bu tutar global ölçekte bankaların özel şirketlere verdikleri toplam kredinin %40’lık bir bölümüdür. Salgınla birlikte bu tahminlerin yukarıya doğru revize edildiğini söylersek krizin büyüklüğü hakkında daha net fikir sahibi olunacaktır.
COVID 19 salgınıyla birlikte dünyanın hemen her yerinde harcamalar ertelendi. Bu durum nedeniyle şirketlerin cirolarında önemli düşüşler yaşanırken harcamalar üzerinden alınan KDV türü vergilerde de büyük düşüşler ortaya çıktı. Yani oluşan yeni konjonktür kamunun gelir kayıplarını da artırırken yanı sıra şirketleri de mali zorluklar sarmallıya karşı karşıya bırakıyor. Hane halklarına, küçük ve orta ölçekli işletmelere yapılan doğrudan destekler ve kredi kolaylıkları, büyük şirketlere yönelik şirket kurtarma operasyonları ekonominin bu üç oyuncusunu yüzeyde batmadan tutmaya yarıyor ama bunun bedeli bu üçlünün üzerlerindeki borç yükünün çok daha fazla artması oluyor. IFC verilerine göre, yaklaşık 250 trilyon dolar seviyesinde olan toplam kredi stoku tüm zamanların en büyük kredi stokunu oluşturuyor. Yukarıda saydığımız nedenlerle borcun çevrimi ve/veya geri dönüşü açısından hayli riskli ve belirsiz bir sürece girilmiş bulunulmaktadır.
İçinde bulunduğumuz kriz, 1990’ların sorunlu büyüme ve kredi politikalarının etkisiyle temellenen ve 2007’de konut balonunun patladığı mortgage piyasası kriziyle başlamıştır. ABD’de başlayan 2007 krizi yaklaşık 10 milyon insanın işsiz kalmasına, tüketici finansmanı tarafı yoğun Chrysler, GM gibi otomotiv, AIG gibi sigorta, Lehman Brothers gibi finans tekellerini iflasa sürüklemiştir. Ardından İtalya, İspanya, İrlanda ve İzlanda’yı derin bankacılık ve emlak krizine sokan 2010 dönemi ikinci dalgası gelmiştir. Sonrasında Yunanistan’ın deyim yerindeyse sömürgeleşmesine yol açan kamusal borç krizini üretmiştir. Bu kriz Brezilya, Güney Afrika, Türkiye, Arjantin gibi ülkelerin makro ekonomik göstergelerini ve sosyal dengelerini altüst eden artçı sarsıntılarla yaygınlaşmıştır. Bu süreçte büyüyen borç dağlarıyla bankacılık ve mali sektör kırılganlığı artmıştır. Ekonomik faaliyetlerde, salgınla birlikte görülen ani düşüşten kaynaklanan resesyonla bankacılık ve mali sektördeki kırılganlık birleşip, deyim yerindeyse mükemmel bir fırtınaya dönüşmek üzeredir.
Kısaca tekrar vurgulayacak olursak içinde bulunduğumuz dönem devletlerin, şirketlerin ve hane halklarının en yüksek borçluluk seviyelerinde oldukları bu dönemdir. Devletler düzeyindeki değerlendirme ayrı bir yazının konusudur ama ekonomik faaliyetlerde görülen düşüş devletlerin vergi gelirlerinde önemli düşüşlere sebebiyet vermektedir. Ekonomik durgunluk şirket karlılıklarını ve bilanço değerleri hakkında olumsuz beklentileri artırmaktadır. Yığınsal işsizlik riski dünya genelinde çalışanlar açısından artık güncel bir tehdit durumuna gelmiştir. Ekonominin üç oyuncusunun varlığından beslenen bankacılık ve mali kurumlar ise global ölçekte alacakları bir yana alacaklarının faizlerini bile tahsil edememe riskiyle yüz yüzedirler.
Eski denizcilik haritalarını yapanlar bilinen bölgelerin bitip, bilinmeyen bölgenin başladığı yerlere “Hıc Sunt Dragones” yazarlarmış… Anlamı ise dünya ekonomisinin geleceğini de tanımlıyor gibi: “Burada canavarlar yaşıyor.”
Hüseyin ORTAK