PANDEMİ VE KAPİTALİZMİN EN BÜYÜK EKONOMİK KRİZİ (1)
Geçtiğimiz Aralık ayında başlayan ve hızla bütün kuzey yarım küreyi etkisi altına alan Covit-19 pandemisi 1912 İspanyol Gribi pandemisinden beri dünya ölçeğinde görülen en büyük salgın hastalıktır. Dünya, sosyal, siyasal ve ekonomik risklerin bir araya geldiği ve karmaşık sonuçlar üretmesi kaçınılmaz bir durumla karşı karşıyadır.
Temel görüntüsü itibariyle bir sağlık krizi olarak tezahür etse de hiç kuşkusuz bu kriz bir ekonomik krizdir. Kelebek etkisiyle, neo liberal dünya düzeninin yarattığı kırılgan hatlar üzerinden küresel kapitalizmin kurumlarına ciddi hasarlar vererek ilerlemektedir.
Bir Virüsün Bu Etkiyi Üretme Gücü Var mı?
1980’li yılların ikinci yarısında atağa geçen finansal kapitalizm 1990’lı yıllarda büyük bir gelişim göstermiştir. Bu gelişimde, teknolojinin finansal alana uygulanmasının da belirleyici etkisi olmuştur. Swift sistemiyle uluslararası para transferleri kolaylaşmış, VİSA, MASTERCARD gibi kredi kartı organizasyonları ile bu kolaylık hane halklarına kadar uzanmıştır. ABD bankalarının mali önderliğinde hesap limitlerinde artışlar yoluyla, ulusal ve uluslararası düzeylerde bankaların kendi aralarındaki kredi alma ve verme işlerinin yaygınlaşması, krediye ulaşımda coğrafi olarak önemli kolaylıklar sağlanmıştır. Tüm bunlarla birlikte görülmemiş ölçüde kredi hacmi artışı meydana gelmiştir. Bu genişleme Belle Epoque döneminden bu yana yaşanan en mühim genişlemeydi diyebiliriz.
Sözünü ettiğim mali sermaye gelişimi mühim oranlarda bir üretim artışına ve ticari faaliyet genişlemesine de neden olmuştur. Clinton’un ekonomi danışmanlarından Nobel Ekonomi Ödüllü Stıglıtz, 90’ların yükselişi adlı kitabında bu yılları söyle anlatır:
“Bizler ucuza büyümeyi başarabildik, bunun için yanlış yönlendirilmiş bir girişimin içinde bulunduk. Vergi indirimleri sayesinde vergi gelirlerinin artacağına inanan Reagan’ın voodoo ekonomisi yoluyla yapmadık bunu, ekonomiye egemen olan yanıltıcı bir görüntüyle –şişmekte olan bir balonla-yaptık.”
Daha sonra da bildiğiniz gibi, konut/inşaat sektöründeki varlık balonuyla birlikte 2007 dünya ekonomik krizi patlak verdi. Ardından ABD’nin önderliğinde başlayan ve başta AB, Çin, Japonya gibi gelişmiş ülkelere ve çevre ülkelere yayılan parasal genişleme politikaları ve toksik varlık alım programları aracılığıyla sözünü ettiğim bu kredi hacmi yeniden ve daha da büyüdü. 2007 krizi, kamu borçlanmasıyla maliye politikalarının gücünü yitirdiği ve parasal müdahale yöntemleriyle ülke merkez bankalarının ön plana çıktıkları bir dönem olarak iktisat tarihindeki yerini aldı.
Pandemi ve Kriz…
2007-2009 kriz dönemin ve krizle mücadelenin oluşturduğu borç dağları bugün tüm heybetiyle tam karşımızda durmaktadır. Öte yandan Covid 19 kriziyle birlikte İMF, OECD, İLO gibi uluslararası kurumlar ekonomik faaliyetlerde gözle görülür ekonomik yavaşlama ve işsizlikle artış tespiti yapıyorlar. Yaşanan kredi genişlemesine rağmen azalmayan işsizlik düşük büyüme oranlarıyla birlikte değerlendirildiğinde bu yeni kriz, kapitalizmin tarihinde bugüne kadar yaşanan ve analiz edilmiş hiçbir krize benzemeyen, atipik bir kiriz olarak karşımızda duruyor.
Dünya Çalışma Örgütünün geçtiğimiz Nisan ayında hazırladığı rapora göre Dünya iş gücünün %38’lik bölümü -ki bu 1.250 milyar kişiye denk gelmektedir- ciddi üretim düşüşü ve yüksek işten çıkarma riski taşıyan perakende ticaret, otelcilik, restaurant hizmetleri gibi sektörlerde çalışmaktalar.
Yine İLO’nun sözünü ettiğim raporuna göre içinde bulunduğumuz yıl içinde çalışma saatlerinde %6,7 oranında azalma yaşanacağı hesaplanmaktadır. Dünya çapında çalışma saatlerinde görülecek bu azalma 195 milyon tam zamanlı çalışan işçinin işsiz kalmasıyla aynı etkiye sahiptir. 195 milyon işsizin ortalama üç kişilik bir ekonomik etki alanına sahip oldukları varsayımı altında, bu üretim düşüşünün yaklaşık 600 milyon kişiyi etkileyeceği ortadadır. Yine başka bir kurumun, Birleşmiş Milletler’in değerlendirmesine göre, iktisadi faaliyetlerdeki düşüş 500 milyon kişiyi fakirlik seviyesine çekecektir.
Salgın ABD’nin Hegemonyasını Etkiliyor mu?
Bu yeni ve yaşanmış en büyük krizin ilk belirtilerini Covid-19 salgınıyla başlayan ani üretim kayıplarında gözlemlemeye başladık. Her ne kadar salgınla ve sonuçlarıyla başa çıkılması konusunda küresel iş birliği vurguları yapılsa da salgınla ve onun sosyo ekonomik sonuçlarıyla ulusal düzeylerde başa çıkılmaya çalışıldığı aşikardır. Bu salgın bir başka açıdan da şimdiye kadar ki krizlerden önemli bir farklılık göstermektedir.
Geçmiş krizlerden çıkış sürecine Amerikan Merkez Bankası ve Hazinesi tarafından liderlik yapıldığını gözlemlerken bu yeni kriz sürecinde çok farklı bir tabloyla yüz yüzeyiz. Trump yönetimi bilindiği gibi Dünya Sağlık Örgütüne yapılan Amerikan yardımını -DSÖ’nün ABD yararına bir şey yapmadığı gerekçesiyle- kesti. ABD’nin kiriz sürecine önderlik etmekten imtina etmesi salgının çözümünün kaçınılmaz biçimde tek tek ülkeler temelinde ve parçalı bir şekilde ele alınmak zorunda kalınmasına yol açtı. Oysa 2007-2009 küresel krizinde önce Bush ve devamında Obama yönetimleri küresel liderlik rolüne talip olmuşlardı. ABD hegemonyası askeri ve ekonomik üstünlük üzerinde şekillenir. Askeri tarafta Pentagon ve ABD dış işleri; ekonomik tarafta ise ABD bankacılık sistemi ve Amerikan Hazinesi vardır. Amerikan bankacılık sistemi dolar cinsinden borçlandırma yoluyla, Amerikan Hazinesi ise ambargo ve yaptırımlar yoluyla küresel piyasaları kontrol etmektedir. Bu mali kontrol mekanizması kimi ülkelerin ve şirketlerin kredi kanallarına ulaşımını etkileyerek Amerikan mali hegemonyasının aynı zamanda bir cezalandırma mekanizması olarak da işlev görmektedir. Trump’ın ise bugünkü küresel krize böyle bir önderlik niyeti olmadığı ortadadır. Daha önemlisi başkaca bir devletin de krizden çıkışa liderlik etme gücü yoktur. Krizden çıkışın liderliğiyle ilgili ABD’nin deyim yerindeyse havlu atması, global ölçekte ABD hegemonyası aleyhine bir durum oluşturabilir mi? bu sorunun yanıtını vermek uzun vade için zordur ama kısa ve orta vadelerde net olarak bu sorunun yanıtı “evet”tir.
Hüseyin ORTAK