Nasıl bir Anayasa?
Veli BEYSÜLEN yazdı:
Türkiye, yıllardır süregelen anayasa tartışmalarının yeniden gündeme oturduğu bir süreci yaşıyor. Doğrusu, Türkiye anayasa tartışması hiç bitmeyen bir ülkedir. Bunun temel nedeni, Türkiye’de anayasanın çağdaş dünya normlarından uzak, kırmızı çizgiler denen devletin temel ideolojisinin hakim olduğu özüdür. Bunun yanına, mevcut yönetimin anayasayı kendi dünya görüşünü hayata geçirmenin aracı haline getirmek için, 2017 yılında yaptığı anayasa değişikliği ile getirdiği tek adam yönetimini kalıcı hale getirme çabası da eklenince, anayasa tartışmasının en azından bir süre daha ülke gündemini işgal edeceği görülüyor. Zira 2017 anayasa değişikliği ile getirilen yeni yönetim şeklini kabul etmeyen muhalefet bloku, iktidar olduğu takdirde, ilk hedefinin demokratik parlamenter sisteme geçmek için yeni bir anayasa yapmak olduğunu söylüyor. Buna karşın, mevcut iktidar bloku aslında uzun süredir, iktidarın ideolojisinin temsilcisi olan basın organlarında dillendirilen milliyetçi kesimin desteğine duyulan ihtiyaç nedeniyle, şimdilik milliyetçilik sosuyla boyanmış İslamcı devlete geçişin hazırlıklarını adım adım hayata geçirmeyi hedefliyor.
İşte tam da bu nedenle, öncelikle 19
yıllık uygulamaları ve 2010 ile 2017 yıllarında yaptığı iki anayasa değişikliği ile ne yapmak istediği çok açık olan iktidar blokunun yeni anayasa yapma önerisini, sistem içi sığ tartışmalardan uzak, asıl niyetine odaklanarak değerlendirmek gerekir. Zira ancak bunu yaptıktan sonra, muhalefet kanadına nasıl bir anayasa yapmayı düşündüğüne dair çokça soru sorulabilir diye düşünüyorum.
Kuşkusuz, iktidar bloku adına açıklama yapan partili Cumhurbaşkanı’nın, “Gelin yeni bir anayasa yapalım, Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılında, yeni bir anayasa ile yeniden kuruluşunu gerçekleştirelim.” demesi, Anayasa’nın başlangıç maddelerinin tartışılmak istendiği yönünde yoğun eleştiri alıyor. Öncelikle şunu belirtmeliyim, konuşma sonradan değiştirilmiş olsa da, Cumhurbaşkanı’nın adına konuştuğu AKP-MHP iktidar blokunun yapısına baktığımızda, anayasa değişikliğini, en azından milletin tanımı, devletin dili, bayrak, milli marşı gibi konular açısından tartışmanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. Ben bu tartışmanın, devletin temel niteliklerinin belirlendiği, anayasanın ikinci maddesine yoğunlaştırmanın daha doğru olacağı kanaatindeyim. Zira bu madde de, “Türkiye Cumhuriyeti ……………… Demokratik, Laik, Sosyal Hukuk Devletidir.” denmektedir. Açıkçası, bu nitelikler Türkiye’de hiçbir zaman tam olarak hayata geçmedi ise de hiçbir dönemde bugünkü kadar ayağa düşürülmemişlerdi. İktidar bloku, Anayasa’nın ikinci maddesinde laik olduğu yazılı olmasına rağmen, yıllar içinde tırpanladığı, inanç özgürlüğü ile yaşam tarzına müdahaleyi yeterli görmüyor ve kağıt üstünde yazılı da olsa bu ilkeyi Anayasa’dan çıkarmayı hedefliyor. Kuşkusuz, bu ilkeyi Anayasa’dan çıkarmak istemesinin nedeni, 1980’lerden beri verilen Türk-İslam sentezli eğitimi yeterli görmemesi ve eğitimi daha çok dini referanslara dayandırmak suretiyle, fazlasıyla itaatkar, sadakaya razı toplum yaratmaktır.
Elbette iktidar blokunun yeni anayasa talebi, laikliğin kaldırılması isteği ile sınırlı değil. Çünkü iktidarın demokrasi ile sorunu var. Bu nedenle, düşünce özgürlüğünü, düşünceyi ifade etme, yazılı ve görsel olarak yayma özgürlüğünü, örgütlenme özgürlüğünü, sendikalaşma, toplu sözleşme ve grev hakkının kullanılmasını, kadın erkek eşitliğini, toplantı ve gösteri hakkını, kişi ve konut dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği gibi, birçok hak ve özgürlüğü yıllardır fiilen kullandırmamayı yeterli görmüyor ve Anayasa’dan çıkarmak istiyor.
Yine aynı maddede bulunan devletin sosyal hukuk niteliği de askıda. Türkiye’nin sosyal devlet olmadığının en önemli kanıtı, içinde bulunduğumuz pandemi sürecinde devletin muhtaç yurttaşlara yardım edememesidir. Halbuki sosyal bir devlet, beklenmeyen risklere karşı yurttaşlarının asgari düzeyde de olsa yaşamalarını sağlamak için onlara destek sunan devlettir. Hukuk devleti derseniz, Anayasa’da yazılı olsa da, bu ülke insanına oldukça yabancı bir kavramdır. Çünkü ülke hiçbir zaman gerçek bir hukuk devleti olamadı. Ülkede daima hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku hakim oldu. Özellikle bu iktidar döneminde hukuk, ülkeyi yönetenlerin muhalifleri susturma ve terbiye etme aracına dönüşmüş bulunuyor. Ülke hukuktan o kadar uzaklaşmış durumda ki, ulusal yargının en tepesindeki Anayasa Mahkemesi ile Anayasa’nın 90. maddesine göre, ulusal yargının da üstünde bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını tanımadığını, yani 90. maddeye uymayacağını ilan eden bir iktidar ve ulusal yargı organları var. Başlı başına bu bile, Türkiye’de hukukun içine düşürülmüş olduğu vahim durumu gözler önüne sermeye yeter.
Evet, Türkiye’de son yıllarda tüm bu yaşadıklarımız, iktidar blokunun yeni anayasadan ne anladığını gösteriyor. Dolayısıyla burada esas olan, muhalefetin nasıl bir anayasa yapmayı hedeflediğidir. Bu nedenle, muhalefetin bir an önce iktidarın gündeminden sıyrılmasına ve bu ülkenin demokratik bir ülke olması için yapacağı anayasada nelere yer vereceğini toplumla paylaşmasına ihtiyaç vardır. Bunun için de, muhalefet blokunun aşağıdaki sorulara net bir şekilde cevap vermesine ihtiyaç vardır:
Demokratik parlamenter sisteme döneceğiz demek yeterli mi? Peki, parolası mutlak iktidar, hem de ebedi iktidar olan iktidar bloku, iktidarda kalmasının bu talebe olumlu yanıt vermekle mümkün olduğunu görür de, demokratik parlamenter sisteme dönme talebini kabul ederse, muhalefet bloku onunla masaya oturacak mı? Oturacaksa ilkeleri neler olacak? Kuru kuruya demokratik parlamenter sisteme dönmek yeterli mi? Demokratik parlamenter sisteme geçerken, demokrasi, hukuk, insan hakları, barış, eşit yurttaşlık, özgürlük hususlarında neler düşünülüyor? Seçilmişlerin görevden alınmamaları için Anayasa’da ne tür düzenlemeler yapılacak? Gelir dağılımı eşitsizliğini gidermek için hangi düzenlemeler yapılacak? Genel anlamda, örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılacak mı? Şiddete başvurmadıkça herkesin düşüncesini açıklamasının, yazmasının ve yaymasının önündeki engeller kalkacak mı? Buradan hareketle bu ülke düşünce suçu ayıbından kurtarılacak mı? Makamı ne olursa olsun, masumiyet karinesini ihlal edip insanları peşinen suçlu ilan eden kişiler hakkında Anayasa’ya cezai müeyyide konacak mı? Yine makamı ne olursa olsun, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması yönünde düşünce belirten yönetenler ile bu kararlara uymayan alt mahkemeler hakkında yaptırım uygulanmasına dair hükümlere Anayasaya’da yer verilecek mi? Kolluk kuvvetlerinin keyfi uygulamalarına, mesela sabahın köründe kapıları kırarak evlere girmelerin son verilecek mi? İkamet ve iş adresi belli, çağırldığında ifade verecek kişilerin, gözaltına alınmaları hukuksuzluğuna son verilecek mi? Ve en önemlisi, gerçek bir demokrasiye ulaşmak için herkesle görüşülecek mi? Yani kırmızı çizgiler bir kenara bırakılıp, amalar, fakatlar terk edilecek mi?
Bu soruların cevaplarının bir an önce verilmesi, bu ülkenin geleceği açısından oldukça önemlidir. Örneğin masumiyet karinesinin ihlal edilmesinin önlenmesi hususunda ne yapılması düşünülüyor? Çünkü Türkiye, özellikle Boğaziçi protestoları ile çok daha görünür olduğu üzere, bu ihlalin aleni hale geldiği bir süreci yaşıyor. Kuşku yok ki, bu ihlal basit bir ihlal olmayıp bilerek ve isteyerek yapılan bir ihlaldir. Çünkü bunu yapan kişi, yargıyı etkileyecek bir makamda bulunuyorsa, hazırlık soruşturmasını yapan kolluk, onun yaptığı soruşturmayı esas alarak dava açan iddia makamı ve iddia makamının hazırladığı iddianame üzerinden yargılama yapacak olan yargılama makamı, kendilerini baskı altında hissetmektedirler. Bunun adına, yargıyı dolaylı olarak baskı altına almak denir. Ne yazık ki, kim olduğu bilinmeyen ihbarcı gizli tanık ifadelerinin delil kabul edildiği, dijital ortamda delil üretmenin çok kolaylaştığı günümüzde, devletin üst makamlarından gelen bu tür açıklamalar, ilgili birimlerin yasaları çiğnemek suretiyle gerekli delilleri hazırlamalarına zemin sunmaktadır. Tüm bunlar varken, muhalefetin iktidara yönelik, suçu yargıda kanıtlanıp ceza almamış kişiyi peşinen suçlu ilan ederek masumiyet karinesini ihlal ettiği yönündeki eleştirisi havada kalıyor. Zira makamda oturan kişi, yaptığı açıklamayla ilgili birimlere talimat verdiğinin ve onların gerekli delilleri sağlayarak, kendisinin suçlu ilan ettiği kişi veya kişileri mahkum edeceklerini çok iyi bilmektedir. O zaman, muhalefetin cevap vermesi gereken diğer sorular da burada ortaya çıkıyor. Sahte delil ve gizli tanık uygulamalarını Türkiye’nin yargı sisteminden temizleyerek, bu yolla yargılanmış ve mahkum olmuş insanlardan devlet adına özür dileyecek misiniz? Bundan sonrası için, bu yöntemlere başvurmaya kalkacak görevlileri en ağır şeklide cezalandıracak düzenlemeler yapmayı düşünüyor musunuz? Kim olursa olsun, devletin verdiği görevi suç işlemek için kullanan ve bunun için çeşitli yapılar oluşturanlar devletten temizlenecek mi? Bunların yanı sıra, yolsuzluk, rüşvet, devlet gücünü çıkar için kullanma hususlarında ne gibi tedbirler alınacak? Anayasa tüm toplumu kucaklayacak mı? Bunun sağlanması hususunda ne gibi çalışmalar yapılacak? En önemlisi kutsal devlet mantığını bu ülkeden kaldırıp, insan devlet içindir anlayışının yerine, devlet insan içindir anlayışını devletin tüm birimlerine hakim kılacak mısınız? Böylece en üstten en alta kadar devlet görevi yapanların ben devletim, istediğimi yaparım diyerek insan hakları ihlali yapmalarına son verecek misiniz? Devlet görevinde suç işleyenler için izlenen cezasızlık politikası, yurttaşı mağdur ettiği gibi, devleti de zan altında bırakmaktadır. Buna son verecek misiniz? Etnik köken, dil, felsefi ve dini inanış, mezhep, siyasi düşünce ile cinsiyet ayrımına son verilecek mi?
Mevcut iktidarın böyle bir anayasa düşünmediği, onun hedefinin anayasa tartışması ile ülkenin içinde bulunduğu ağır ekonomik ve siyasi kriz ile dış politikadaki sıkışıklığının tartışılmasının önüne geçmektir. Zira iktidar, muhalefetin toplumda karşılık bulması muhtemel, yeni bir anayasa yapılacağı ve demokratik parlamenter sisteme dönüleceği söylemlerinin oluşturacağı gündemi bloke etmeyi ve inisiyatifi elinde tutmayı hedeflemektedir.
Bu nedenle, muhalefetin bir an önce, iktidarın dayattığı gündemin dışına çıkarak tüm bu sorulara cevap olacak bir hazırlık yapmasından başka yolu yoktur!