Linç, beka provokasyonu ve çözülen AKP
Türkiye bir yerel seçim atmosferini daha geride bıraktı. Partiler nezdinde başarı-başarısızlık noktalarına dair rasyonel sorgulama ve politik muhasebenin başlaması gerekirken seçim öncesini aratmayan holiganca şartlanma hali, nefret dili ve kurgusal beka polemiği olağan süreci sabote eden faktörler olarak öne çıkmaya devam ediyor. Muhalefetten ziyade iktidar kanadı seçim yenilgisiyle beraber agresif tutumlarını yıkıcı temelde sürdürüyor, gerilimden fayda uman sığlıkla siyaset kurumuna zarar veren yaklaşımını esnetmiyor. MHP gibi bir vizyon ve misyondan uzak paramiliter oluşumun fiili olarak belirleyici olduğu provokatif süreçlere yedeklenen AKP, kaybettikçe daha çok MHP’lileşiyor, MHP’nin olmayan vizyon ve misyonuyla dayattığı marjinal projelere bel bağlıyor. AKP açısından adeta kara mizah örnekleriyle dolu bir tükeniş yaşıyor.
AKP’nin tükenişine olumlu anlam yükleyen, değişimin kaçınılmazlığına inanan biri olarak, süreçlere yayılacak bu değişimin daha az sancılı, daha az buhran üreten bir yörüngede karşılık bulmasına önem atfediyorum. Ülkede ekonomik ve sosyal krizi hafifletmek için salt hükümet değişimi yeterli olmaz, yasamanın yeniden güçlendirileceği, Cumhurbaşkanlığının yetkililerinin bu çerçevede sınırlandırılacağı yapısal adımlar ivedilikle atılmalıdır. Erkler arası bozulan dengenin yeniden kurulması doğrultusunda reformlar yapılmalı, toplumla-siyaset kurumu arasındaki ilişkiyi sekteye uğratan ve derinleşen güvensizliğe yol açan kurumsal-bürokratik yozlaşmanın üzerine gidilmelidir. Türkiye’yi MHP’lileşen siyasal İslamcı açmazdan kurtarmak, kliklere dayalı ajandaların yarattığı kaotik kirlilikten arındırmak ve devleti demokratikleştirmek bu tarihsel evre de olmazsa olmaz zorunluluktur.
Amerikalı siyaset bilimci Robert Dahl’ın demokrasi üzere yaptığı çıkarımlar güncelliğini yitirmedi. Dahl, devletin demokratik forma kavuştulması ve topluma eşit değerlerde yaklaşmasının önemine dikkat çekerken şu hatırlatmayı yapıyor; “Demokratik kurumların gelişiminde üç büyük kilometre taşı bulunmaktadır: Oylama yoluyla kamusal kararlara katılma hakkı, temsil etme hakkı ve muhalefet yapma hakkı.”
Türkiye’ye indirgediğimizde eksikliğini gördüğümüz şey işletilmeyen yapısal mekanizmalar, sınırlandırılan ifade ve özgürlük alanları, yetkinin tek elde toplanması ve muhalefetin zapturapt altında tutulması gerçeğidir. Yasama ve yürütme organlarına karşı teknokratlardan oluşan paralel kabinenin varlığı, parti aidiyetini önde tutan kadroların kamusal alanda bu kimlikleriyle görevler üstlenmesi, hukuka duyulan güveni zedeleyen keyfi ve menfi uygulamaların geçerlilik kazanması tabloyu daha da karamsar boyutlara taşıyor. Tapınmacı geri özelliklere yaslanan, lider kültü üzerinden ‘mutlak güç’ devşiren, kamu yönetiminde şeffaflık ve hesap verilebilirliği iğdiş eden icraatlar ile kendine mahsus bir ‘yol hikayesi’ yazan iktidar anlayışı siyasal alanı sakatlayan, aşılması gereken öncelikli sorun haline geldi.
‘Donkişot misali yel değirmeniyle savaştırılan’ veya sözüm ona ‘küffara karşı ümmet için cihat’ ettiğini sanan paranoyak kitlelerin varlığı gündelik yaşamı zehirleyen yönüyle sorun oluşturuyor lakin bunları dolduruşa getiren, afyonlayan ve gerçeğin yerine yalanı yaşamalarını koşullayan egemen politik yapının nüfuz alanı zayıflatılır, emperyalizm işbirlikçisi, emek ve halk düşmanı kimyası en geniş kesimlere gösterilirse başlayan çözülme hali hız kazanacak, aldanan kitlelerin önemli bir bölümü için illüzyon sona erecektir. İhvan menşeli siyasal İslam tüm bölgede tasfiyeye eşitlenen yenilgiler yaşadı/yaşıyor. Bu paydaş halkanın Türkiye’deki karşılığı olan AKP de barutu tüketti.
Burjuva karakterli siyasal İslamcı hareketin çözülüşüyle birlikte çöküşü de sınırlı bir zaman diliminde gerçekleşecek. İnşasına soyundukları yeni rejime don tutturamadılar, kurumlar arası hiyerarşik bütünlükten ziyade anarşik keşmekeşlik aldı başını gidiyor. Yeni rejim inşası ihale ve komisyon vurguncusu arka plan yüzleriyle bir avuç asalak zenginin servetine servet kattığı koşullara zemin sunarken büyük çoğunluğun daha fazla yoksullaşmasına hizmet etti. Küresel sermayeye tam biat ve ranta, talana dayanan tüketim ekonomisiyle yolun sonuna gelindi. Bugün sebep oldukları ve halka fatura edilen borç yükü en çok mutfağı vurdu. Açlık sınırının altında yaşayan büyük çoğunluğa her geçen gün farklı kesimler eklemleniyor. Siyasal İslamcılar har vurup harman savururken, kamudaki israf ‘Mısır’daki sağır sultanın bile duyduğu’ şekilde yaygınlık kazanmışken, halka reva görülen çarpıcı gerçeklik onu kuru soğana muhtaç bırakmaktır.
İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerini kaybetmeleri sonrası gösterdikleri hazımsızlık onları bekleyen sonu gördükleri gerçeğinin tezahürüdür. “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” diyen kendileriydi. Seçime hile karıştırıldığı yönünde gündeme getirdikleri safsata iddialar ‘’yavuz hırsız ev sahibi bastırır’’ dedirten kuru gürültü eşliğinde dillendirilse de ilk defa yenilginin onlara neye mal olacağını görüyorlar.
Bir çare olarak sarıldıkları MHP’lileşme olgusu iktidar bloğundaki çözülmeyi durduramaz.
İç Anadolu ve Karadeniz ağırlıklı seçmen desteği iktidarlarını korumalarına yetmez.
Buralarda da ilerleyen dönemde seçmen desteğini önemli oranda yitirecekleri aşikâr.
Siyasal İslam AKP nezdinde tepetaklak olacağı yola geri dönüşsüz girdi. Türkiye son çeyrek asırda ayağına dolanan bu prangadan kurtulacaktır.
AKP’de durduramadıkları çözülme siyaset dili ve tarzlarını birebir etkiliyor. Burada dar kadroların zihinsel kimyası davranışlarına yön vermekte. Olay ve olguları komplo teorileriyle izah eden, demokratik teamülleri işletme talebini kendilerine kurulan kumpas gibi gören ve iktidarlarını sürdürme pahasına halkın iradesini hiçe saymayı göze alan zorlama referanslar söz konusu. Siz buna tavır ve davranışlarını meşruymuş gibi göstermek adına propaganda malzemesi olarak kullandıkları, tarihe karışmış bir dizi monarşiye olan faydacı yaklaşımlarını da ekleyin. Neo-Osmanlıcı ve Emevist damardan beslenen tuhaf aksiyonları devlet yönetimine yaklaşımda ciddiyetsizliği travmatik düzeyde yaşadıklarının delili.
Kriz yönetiminden anladıkları şey gerginlik üretmek, kutuplaştırmak, palyatif gündemler icat edip kamuoyunu bunlarla meşgul etmek ve en tehlikelisi de kontrollü çatışmalara yol açabilecek provokatif adımlardan fayda ummalarıdır.
Seçimin ardından kullandıkları baskın dil nasıl bir motivasyona sahip olduklarını özetliyor. Ardı arkası kesilmeyen safsata ‘terör’ kurgularıyla muhalefet alanına yönelik düşmancıl yaklaşımlarını sürdüren AKP iktidarı bunun üzerine bir de yaşadığı seçim yenilgisiyle iyice zıvanadan çıktı. Mevcut durumun konjonktürel olmadığı ve senkronize şekilde devam edeceğini belirtmeliyiz.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara’nın Çubuk ilçesinde karşı karşıya kaldığı fiili saldırı ve sonrasında yaşanan gelişmeler nelerin amaçlandığı hususunda ciddi emareler taşıyor. Bindirilmiş hazır linç kıtalarıyla ülkenin ana muhalefet partisinin liderini hedef alan kirli zihniyet yeni provokasyonlara da imza atabilir. Çubuk’ta yandaş medyanın üfürdüğü gibi, ‘protesto gösterisi, tepki gösteren hassas vatandaş’ yok. Orada yaşanan şey planlı şekilde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu darp edilmesi ve saatlerce tutulduğu evi kuşatıp yakma girişimiyle katletmeye yönelik organize linç saldırısıdır. Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef alan organize linç hareketi 1959 yılında İsmet İnönü’ye Uşak’ta ve yine Bülent Ecevit’e yönelik 1977 yılında Gümüşhane ve Elazığ’da yapılan saldırılarla kıyaslanıyor. Elbette benzerlik noktası var.
Çubuk’tan yansıyan görüntüler daha yakın tarihte yaşanan Sivas katliamıyla da benzerlik gösterdi. Sahnelenen provokasyonda duyulan “yakın o evi yakın” çığırtkanlığı hafızalarımızda güncelliğini koruyan Madımak Oteli’nin önünde toplanan katillerin pratiğini anımsattı. Örgütlü linç güruhunun zihinsel yapısını, pratikte sergilediği tavrı göz önünde bulundurarak, bize 2 Temmuz 93 Sivas’ını çağrıştırdı diyebilirim.
Organize linç saldırısının akabinde medyada öne çıkan çıkarım şuydu; ‘plan belli, Kılıçdaroğlu’na saldırıyla İstanbul Maltepe’de gerçekleşen miting gündemden düşürüldü, millet ittifakının bileşenlerinin rengini verdiği milyonluk kitlenin varlığı gölgelenmek istendi.’
Linci örgütleyenlerin İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Maltepe buluşmasını hesap ettikleri tartışma götürmez bir gerçek. Burada gölgelenmekten ziyade daha tehlikeli bir kışkırtma hedeflenmiş gibi. Şunları söyleyebiliriz:
Çubuk’ta tezgahlanan plan belliydi, tetiğe basan kontrgerilla, Kemal Kılıçdaroğlu’nu katletmeye yönelik organize linç hareketini örgütledi, eğer istediklerini elde etmiş olsalardı, bunun aynı saatlerde Maltepe’de toplanan CHP’li seçmenlere yansıması nasıl olurdu? Ülkenin ana muhalefet partisinin liderinin azılı ve yobaz bir güruh tarafından linç edildiği olağanüstü durum ülkeyi nasıl bir cenderenin içine sürüklerdi, deneyimlenen süreçlerden anlaşılacağı üzere, az çok tahmin edebilir.
Kim ne derse desin; Çubuk’ta kanlı bir kumpasın fitili ateşlenmek istendi. Şans eseri, daha doğrusu olay yerindeki birkaç koruma memuru, danışman ve milletvekilinin çabasıyla ülke direkten döndü.
Organize linç hareketinin hedefi olan ve katledilmek istenen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na sonrasında AKP iktidarından ‘geçmiş olsun’ mesajı gelmemesi, saldırganları değil CHP’yi suçlayıcı açıklamalar yukarıda vurguladığım şartlanma haliyle alakalıdır. Yani lafızda; ‘demiri soğutmamız lazım, kucaklaşmalıyız’ derken, perde arkasında kinlerini diri tutacak yaklaşım gösterecekler. MHP’lileşen AKP’den başka bir davranış beklenemez.
Son olarak yeri gelmişken şunun altını çizmek istiyorum. Kemal Kılıçdaroğlu’nun muhalefet anlayışı ve kimi süreçlerde kitleleri demoralize eden uzlaşmacı çizgisi belirli yönleriyle eleştirilmeli, eleştiriyoruz da; fakat siyaset alanını işgal eden malum politikacılara baktığımızda Kılıçdaroğlu için mezhep tacirliği ve ırkçılık yapmadı, kul hakkı yemedi, halka tepeden bakmadı, devletin olanaklarını yandaşa peşkeş çekmedi, Saray’da yaşamadı, cümbür cemaat sülalesini zenginleştirmedi ve ayrıştırıcı değil birleştirici bir dil kullandı diyebiliriz.
Bugün organize linç saldırısına maruz kalmasının nedenlerinden biri de malum politikacılarla kıyaslanamayacak şeffaflıkta mütevazı yaşamı ve edindiği kültürel kimliğin yansıması olan ahlaklı duruşudur.
Ferhat AKTAŞ