KÜRT SORUNUNUN DEMOKRATİK ÇÖZÜMÜ, SADECE KÜRT HALKININ DEĞİL, TÜRKİYE’DE YAŞAYAN TÜM HALKLARIN HAKLARI İLE YAŞAMALARI DEMEKTİR…

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kürt sorununun çözümünde meşru bir muhatap lazım, HDP’yi meşru muhatap olarak alabilir ve bu sorunu parlamentoda çözebiliriz” çıkışı, Türkiye’de Kürt sorunu etrafında yeni bir tartışma başlattı. Her ne kadar iktidar cenahından, özellikle iktidarın küçük ortağı MHP’den, Kürt sorunu yoktur açıklamaları gelse de; genel kabulün Kürt sorununun varlığı yönünde olması olumluya işarettir. Ancak sorunun varlığını kabul edenlerin önemli bir kısmında henüz aşılamamış milliyetçilik damarı bulunması ve buna göre pozisyon almaya çalışmaları esas sorun olmaya devam edecek gibi.
Evet iktidar ortakları AKP ve MHP yok deseler de Kürt sorunu yüz yıllık geçmişi olan, içeride çözümü sağlanamadığı için gün geçtikçe uluslararası boyut kazanan, bu ülkenin en yakıcı sorunu olmaya devam ediyor. Kürt sorunu aynı zamanda sürmekte olan çatışma ortamından dolayı, Türkiye’nin demokratik, ekonomik ve sosyal gelişmesinin önünde önemli bir engel olarak varlığını sürdürüyor. Zira yüz yıldır bu topraklarda güvenlikçi politikalar dayatılan ve yokmuş gibi gösterilmeye çalışılan bu sorun, özellikle son kırk yıldır süren çatışmalarla, bu ülke halklarına on binleri bulan can kaybı, ekonomik kayıplar ve toplumsal barışı tehdit etme yönleri ile ağır bedeller ödetmektedir. Böyle bir sorun yok diyenlerin görmedikleri ya da görmek istemedikleri, sorunun bu ülke halkları arasına kin ve nefret tohumları ekerek, her gün biraz daha içinden çıkılmaz bir hal aldığı, hızla çözümsüzlüğe doğru gittiği ve çatışmaların sürmesinin yüzyıllardır yan yana yaşayan halklar arası duygu birlikteliğini yok ettiğidir.
Öte yandan Kılıçdaroğlu’nun açıklamasının ardından, HDP’nin resmi görüşünü açıklayan Eşgenel Başkanı Mithat Sancar ile Edirne Kapalı Cezaevi’nde tutulan eski Eşgenel Başkan Selahattin Demirtaş’tan gelen, “HDP Kürt sorununun çözümünde siyasi muhataptır açıklamaları ile parti eşgenel başkanları Pervin Buldan ile Mithat Sancar’ın 27 Eylül 2021 tarihinde, açıkladıkları 11 Maddelik tutum belgesinin 4. maddesinde, “Kürt sorununda demokratik çözüm: Türkiye’nin çözmesi gereken en köklü sorunu Kürt sorunudur. HDP, demokratik çözüm ve barış konusunda üzerine düşen her şeyi yapmaya, Türkiye’deki bütün toplumsal kesimlerin sorunlarını ve kaygılarını dikkate alan yapıcı bir rol üstlenmeye hazırdır. Cumhuriyetin demokratikleşmesi ile doğrudan bağlantılı ve iç içe geçmiş olan bu sorunun çözümü için muhataplarla diyalog kurulması, inkâr ve bastırma siyaseti yerine demokratik ve barışçı bir çözüm için adım atılması gereklidir. Meclis, diyalog ve çözüm zeminini kurarak, demokratik müzakere yöntemleriyle tüm toplum için geleceğin kazanılmasına önayak ve odak olmalıdır. Bu çerçevede, başta anadili hakkı olmak üzere tüm evrensel kimlik haklarının tanınması için gerekli düzenlemelerin yapılması büyük önem taşımaktadır.
Savaş politikaları, silah ve çatışma yöntemleri yerine, diyalog ve müzakere seçeneklerinin kendini tarihsel olarak dayattığı ve güncel olduğu aşikârdır. Bunun için Türkiye halklarının tümünün yararını ve geleceğini düşünerek herkes özveride ve fedakârlıkta bulunarak adım atmalıdır. Sorunlarımızı şiddet aracılığıyla değil; konuşarak, müzakere ederek, diyalog yoluyla çözmek temel düsturumuzdur.” düzenlemesine yer verilmiş olması, HDP’nin Türkiye’nin en yakıcı sorununda üzerine düşeni yapmaya hazır olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Kılıçdaroğlu’nun açıklamasının ardından, CHP’nin başını çektiği Millet İttifakı’ndaki ortakları, İyi Parti ile Saadet Partisi’nin yanı sıra henüz resmi ortak olmayan ancak Millet İttifakı’na yakın duran, DEVA Partisi ile Gelecek Partisi’nden destek yönünde açıklamalar gelmesi de Türkiye’nin barışı için umut vaat eden gelişmeler olarak, son günlerin gündemini oluşturdu.
Kuşkusuz Kürt sorunu, silahların susması ve şiddetin sonlandırılması için öncelikle parlamentoda kültürel haklar, anadilde eğitim, yaşam tarzı, inanç özgürlüğü, yerel demokrasinin güçlendirilmesi, halkın iradesine saygı gösterilmesi, seçilmiş yerel yöneticilerin görevden alınması ve yerine kayyım atanması uygulamasına son verilmesi, ekonomik ve sosyal birçok alanda snayasal ve yasal düzenlemeler gerektiren çok boyutlu bir sorundur. Bunların yapılacağı yer elbette parlamentodur. Ancak kabul etmek gerekir ki, HDP’nin oy aldığı seçmen kitlesinin önemli bir bölümü, çatışma ortamının mağduru olmuş ve çocuklarının eve dönmeleri için gerçek bir barışın sağlanmasını ivedilikle isteyen insanlardan oluşuyor. Bu nedenle, HDP yasal bir parti olarak çocukları için kaygılanan bu insanların barış taleplerini mecliste dile getirme sorumluluğu bulunan bir partidir. Yine kabul etmek gerekir ki, silahlı örgüte hükmedecek ve onu yönlendirecek bir iradeye sahip olması işin doğasına aykırıdır. Kılıçdaroğlu’nun açıklamasının hemen ardından, HDP önceki dönem Eşgenel Başkanı İstanbul Milletvekili Sezai Temelli’nin “muhatap İmralı” açıklaması tepkiyle karşılansa da Temelli’nin açıklamasında gösterdiği muhatap, silahların susturulması muhatabıdır. Zira HDP silahların susturulması hususunda ancak kolaylaştırıcı rol üstlenebilir. Çünkü silahı susturmaya ve sonuçta bırakmaya karar verecek olan elinde silah tutan örgütün kendisidir. Yani silahın susturulması hususunda muhatabın farklılığı gayet açıktır. Dolayısıyla, kimin muhataplığının nereye kadar olabileceğini bilerek yola çıkmak, sorunun çözümünde kolaylık sağlayacak en önemli faktördür.
Elbette yapılması gereken, siyasetin sorumluluk alması ve parlamentoda gerekli düzenlemeleri yapmasıdır. Bu nedenle, sorunun çözümü hususunda sadece HDP değil, tüm siyasi partiler sorumluluk üstlenmek durumundadırlar. Yapılacak ilk iş yıllardır tekrarlanan hamasi nutuklardan uzak durmak ve sorunun güvenlikçi politikalarla çözülemeyeceğinin kabulü ile barış için cesaretli adımlar atarak, sorunu çözme iradesini ortaya koymaktır. Bu yapılıp, parlamento gerekli yasal düzenlemeleri yaptığında sorunun muhatapları üzerlerine düşenleri mutlaka yapacaklardır. Kısacası çözüm için gerekli adımlar atıldığında muhatabın kim olduğunun bir önemi kalmayacaktır.
Elbette bir yandan parlamento, çözüm ortamını oluşturacak anayasal ve yasal düzenlemeler yaparken, diğer yandan yıllardır kullanılan düşmanlaştırma dilinin yol açtığı travmanın aşılması, yaraların kapatılması ve toplumun çözüme hazırlanması içinde harekete geçilmelidir. Bu çerçevede ülkede barış dilinin hakim oluşmasına katkı sunabilecek sendikalar, demokratik örgütleri, meslek birlikleri, yerel ve genel sivil toplum örgütleri harekete geçirilmelidir.
Çatışma ortamının yol açtığı hukuksuzlukların sonuçlarının ortadan kaldırılması için, başta yıllardır cezaevlerinde tutulan aydınlar, gazeteciler, parti eşgenel başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları ile parti yönetici ve üyeleri koşulsuz tahliye edilmeli ve genel bir af çıkarılarak, çatışma ortamından zarar görenlerin rehabilitasyonu için gerekli çalışmalar ivedilikle yapılmalıdır.
Köylerinden koparılmış ya da kopmak zorunda kalmış insanların, isteyenlerinin kendi topraklarına dönmeleri sağlanmalı. Döndükleri köylerinde hayatlarını yeniden kurabilmeleri için gerekli ekonomik destekler sağlanmalıdır. Yine devlet bu köylere yol, su, elektrik, sağlık ve eğitim hizmetinin yanı sıra, tarım ve hayvancılık için gerekli destekleri de ivedilikle vermelidir.
Evet, onlarca yıldır, Türkiye yurttaşlarına acılar yaşatan ve onları birbirinden uzaklaştıran bu sorunun çözümünü daha fazla ertelemek, etnik kimliği, dini inancı, mezhebi, felsefi ve siyasi düşüncesi ne olursa olsun, bu ülkenin tüm yurttaşlarına yapılacak en büyük kötülüktür.
Kuşku yok ki, Kürt sorununun çözümünün geciktirilmesi; bir yandan ülkeye ağır ekonomik fatura ödetirken, diğer yandan bu ülkede gerçek bir demokrasinin kurumsallaşmasının, çağdaş demokrasilerde olması gereken kuvvetler ayrılığı ilkesinin hayata geçmesinin, özel hayatın gizliliği ile konut dokunulmazlığının korunmasının, kimliğine bakmaksızın, tüm yurttaşların eşit yurttaşlar olarak, temel hak özgürlükleri ile yaşamalarının, hukukun işlemesinin, ülkeyi yöneten iktidarın denetlenmesinin, devlet yetkisini kullanmak suretiyle suç işleyenlerin yargılanmalarının, anayasa, kanun ve uluslararası sözleşmelerde bulunan bir çok hakkın kullanılmasının önünde engel olarak varlığını sürdürecektir. Nitekim bugün, “Kürt sorunu diye bir sorun yok” diyerek çözüm taleplerini geri çeviren ve çözüm isteyenleri ihanetle suçlayan iktidar bloku, bu sorunun yanı sıra, “Allah’ın bize lütfu” dediği 15 Temmuz darbe girişimini fırsata çevirdi ve bu ülkenin yıllardır kurumsallaştırılmaya çalışılan yarım yamalak demokrasisini yok ederek, yerine tek adam yönetimini getirdi.
Evet, mevcut AKP-MHP iktidar bloku da dahil onlarca yıldır bu ülkeyi yöneten iktidarlar, kullandıkları düşmanlaştırma diliyle bu ülke haklarını etnik köken, din ve mezhep farklılıkları ile ayrıştırdılar. Bir başka deyişle bu sorun, iktidarlar tarafından onlarca yıldır ülkenin tüm yurttaşlarının, demokrasi içinde yukarıda saydığım hakları ile yaşamalarının engellenmesi için kullanılıyor.
Tüm bunlar Kürt sorununun demokratik çözümünün sadece Kürt halkının değil, Türkiye’de yaşayan tüm halkların, kendi hakları ile yaşamaları demek olduğunu gösteriyor!