Kızıldere, emperyalizmin yol temizliğidir!
Veli BEYSÜLEN yazdı:

12 Mart faşizminin hüküm sürdüğü 1972 yılının 30 Mart’ında, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) önderi Mahir Çayan ve arkadaşları, Tokat’ın küçük bir köyü olan Kızıldere’de katledildiler.
Elbette bu katliama giden bir süreç var.
Kuşkusuz bizim kuşağımıza düşen, bu katliamı öncesi, yaşandığı dönem ve sonrası ile gelecek kuşaklara aktarmaktır. Zira ancak bu şekilde, gelecek kuşakların, bu ülke tarihinde yaşananları doğru analiz etmeleri ve ondan ders çıkarmaları sağlanabilir.
Peki, bu katliama giden süreçte neler yaşanmıştı Türkiye’de?
Evet, işçi sınıfı ile devrimci gençliğin yükselen mücadeleleri, 1960’lı yılların ikinci yarısında, özellikle de 1968 yılında başta Avrupa kıtası, bütün dünyayı sarsıyordu. Kuşkusuz 1950’li yıllarda Demokrat Parti iktidarında, emperyalizmin saldırı örgütü NATO’ya üye olan Türkiye’de de, devrimci gençlik hareketi aynı yıllarda dünyada esmekte olan özgürlük ve devrim rüzgarından etkilenmekteydi. Üniversitelerde önemli bir gücü bulunan devrimci gençlik hareketi, 1960 Anayasası‘nda bulunan kısmi demokratik düzenlemelerden de aldığı güçle, “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye” sloganıyla, ciddi bir antiemperyalist direniş sergiliyordu. Bu çerçevede, İstanbul’a demirlemiş olan 6. Filo’yu, “6. Filo Türkiye’den Defol!” sloganıyla protesto eden devrimci gençlik, hükümetin izlediği politikalar ve kendisine yönelen faşist saldırılara karşı, boykot ve üniversite işgalleriyle cevap veriyor ve dönemin iktidarı Adalet Partisi hükümetini sarsıyordu.
1970’li yıllara girerken bir yandan öğrenci gençliğinin, diğer yandan ise DİSK’in öncülüğünde yükselen işçi sınıfı mücadelesi ve bu mücadelenin zirvesi olan 15-16 Haziran büyük işçi direnişinin sistemi temelden sarsmaya başlaması, sistem sahiplerinin uykularını kaçırıyordu. Bu nedenle darbe zembereği harekete geçti ve 12 Mart 1971 tarihinde ordu komuta kademesi verdiği muhtıra ile hükümeti istifa ettirdi. Parlamento göreve devam ediyor ve sözde tarafsız başbakan Nihat Erim başkanlığında seçilmişlerden oluşan bir hükümet görev başında ise de ülkeyi fiilen ordu yönetiyordu.
Nitekim 12 Mart Muhtırası‘ndan yaklaşık 1,5 ay sonra, 26 Nisan 1971 tarihinde Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Diyarbakır ve Hatay’da sıkıyönetim ilan edildi. Böylece ülkenin sözde güvenliği, orduya bırakıldı.
1960 Anayasası’nın demokratik yapısından rahatsız olan darbeciler, yaptırdıkları anayasa değişikliği ile temel hak ve özgürlükleri tırpanladılar. Bu arada sıkıyönetim ilanıyla birlikte, devrimci gençliğe yönelik sürek avı başladı.
Türkiye’nin tam bağımsızlığını savunan ve 6. Filo’yu İstanbul’dan kovan devrimci gençlik öderleri, ya pusularda, işkencehanelerde katledildi ya da idam edildi. Ne yazık ki, bundan 49 yıl önce, 30 Mart 1972 tarihinde, Türkiye devrimci hareketi önderlerinden Mahir Çayan ile arkadaşları da Tokat’ın Kızıldere köyünde katledildiler.
12 Mart 1971 muhtırasından sonra yakalanan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını engellemek için harekete geçen ve bunun için 27 Mart 1972’de Ordu’nun Ünye ilçesinde bulunan NATO üssünde görev yapan yabancı görevlileri kaçıran Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi (THKP-C) önderi Mahir Çayan ile arkadaşları, 30 Mart tarihinde ablukaya alındılar. Mahir Çayan, kendilerine teslim olmaları yönünde çağrı yapan görevlilere, “Sıradan askerleri çekin üst düzeyler gelsin. Biz bu yola dönmek için değil ölmek için girdik” şeklinde cevap verdi. Daha sonra ise, “Çatıya çıkın görüşelim” diyen görevlilerle görüşmek için çatıya çıkan Mahir Çayan ile Ertuğrul Kürkçü’ye ateş edilmesi üzerine çatışma başladı.
Çayan evin çatısında vuruldu ve yaşamını yitirdi.
Helikopter destekli operasyonda ev ateş altına alındı.
Bir süre sonra, evden dışarıya silah atışının sonlanması üzerine eve giren kolluk kuvvetleri, can çekişmekte olan Saffet Alp’i katlettiler. Geriye kalanlar savunma mevziine geçerek kapının arkasına yerleştiler, güç olarak kendilerinden kat ve kat üstün olan kolluk kuvveti karşısında fazla tutunamadılar. Maalesef içerideki herkes katledilerek operasyon tamamlandı.
Orada bulunan devrimcilerden, ilk ateşte çatıda yaralanan ve samanlık tarafına geçmiş olan Ertuğrul Kürkçü katliamdan yaralı olarak kurtulurken, Mahir Çayan, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Ertan Saruhan, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ömer Ayna, Cihan Alptekin hayattan koparıldılar.
Ne yazık ki, faşizmin hakim olduğu devlet mekanizması, düşman gördüğü devrimci gençleri öldürerek ortadan kaldırmayı hedeflememiş olsaydı, abluka altına alınmış ve ellerinde sınırlı mühimmat bulunan gençleri teslim alır ve yanlarındaki yabancı görevliler de kurtarılmış olurdu. Ancak devleti yöneten 12 Mart faşist darbe hükümeti, muhalifleri katliamlarla yok etmek suretiyle toplumu korkuyla sindirmeyi amaçlıyordu. Bu nedenle, Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarını katlederken, kurtarmak için operasyon yaptığı yabancı görevlilerin ölmelerinde de sakınca görmedi.
Kuşkusuz Kızıldere, devrimci dayanışmanın önemini kafalara kazıyan derslerle doludur. Zira Kızıldere, başka bir devrimci örgütün liderini, faşist diktanın kurduğu idam sehpasından almak için ölüme yürümeyi göze alan devrimcilerin, ölüme yürümekle yazdıkları destanın adıdır. 12 Mart faşist darbesi, ülkenin yetişmiş genç devrimci kadrolarını ortadan kaldırarak, ülkenin demokrasi, insan hakları, özgürlük ve barıştan koparılmasının ve emperyalizmin çıkarları için savaşa sürülmesinin alt yapısını yapmak üzere yapılmış yol temizliği çalışmasıdır. Eminim ki, 12 Mart’ın idam ettiği veya pusularda, işkencelerde katlettiği devrimci gençlik önderleri yaşasalardı, bu ülke çok farklı yerlerde olurdu. Ne yazık ki, 12 Mart ve 12 Eylül faşizminin arkasına gizlenerek emperyalizmin davulunu çalanlar, “O gün komünistleri ezdik, 6. Filo gelebilir artık” diyerek gençliğin İstanbul’dan kovduğu ABD askerlerini geri çağıranlar, bugün antiemperyalist kesiliyorlar.
Hiç kuşku yok ki, bugün ülkenin savaş batağına sokulması, yoksulluğun diz boyunda olması, ülkenin demokrasiden uzaklaşması, insan haklarının, barışın ve özgürlüğün mumla aranır olmasının önemli nedeni, geçmişte emperyalizmin karanlık dehlizlerinde yazılan darbe planlarını uygulayanların, bu ülkenin pırıl pırıl devrimci gençlerini yok etmeleridir.
Evet, Kızıldere katliamının üzerinden 49 yıl geçti. Ne orada katledilenler, ne cellatların suratına haykırarak idam sehpasına yürüyenler, ne işkence altında ser verip sır vermeyenler asla unutulmadılar ve unutulmayacaklar.
Görüldüğü gibi, bu katliam da dahil, özellikle 1960’lı yılların ikinci yarısından itibaren, bu ülkede yaşanan katliamlar, idamlar ve işkencelerde yok etmelerin tamamı, toplumun aydınlanmasının ve sosyal uyanışının önünün kesilmesi için emperyalist merkezlerde yazılan planların hayata geçirilmesi sonucu yaşanmıştır. Bu nedenle ülke, düşünce üretemeyen insanlar topluluğuna dönüşmüş bir toplumla her gün biraz daha geriye savruluyor.
Bu ülkenin geçmişini unutmadan, geleceğinin insanlarının barış ve demokrasi içinde, eşitçe yaşadıkları bir ülke olarak kurgulanmasına ihtiyaç vardır.
Hiç şüphe yok ki, gün, geçmişte hayatlarını ortaya koymuş insanların ideallerini gerçekleştirmek üzere, “Unutmadık, Unutturmayacağız!” diyerek ayağa kalkmanın ve geleceği kurmanın günüdür.
Reklamcılık