İNSAN HAKLARI, “SÖZLEŞMEDEN ÇEKİLİYORUM” DEMEKLE BUHARLAŞMIYOR!
Veli BEYSÜLEN yazdı:
Türkiye, 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarının tanınmaması ile başlayan, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, 20 Temmuz 2015 tarihinde ilan edilen Olağanüstü Hal ve iktidar blokunun, her şeye tek adamın karar verdiği baskıcı yönetime geçiş için yaptığı anayasa değişikliğinin tırmandırdığı ciddi bir siyasi kriz yaşıyor.
Elbette, siyasi kriz bu ülkede bir günde ortaya çıkmadı. Bu kriz, 1960’lı yıllardan itibaren nerdeyse her 10 yılda bir, ulusal ve uluslararası sermayenin korkulu rüyası olan demokratik uyanışın önünü kesmek için yapılan darbelerin ertelediği uzun süreli bir krizdir. Ne yazık ki, her darbenin baskı altına aldığı demokratik uyanış geriletildiği gibi, 1980 darbesinin, toplumsal dokuyu Türk-İslam senteziyle yoğurmasından dolayı, toplumsal doku bu ideolojik formasyonla yeniden yapılandırıldı. 2000’li yıllara gelindiğinde, bitip tükenmek bilmeyen ekonomik krizlerin, özellikle 2001 krizinin bunalttığı toplumun, bu bunalmışlığın aşılması umudunu kullanan, söylemde eskiden farklı, özünde ise eskinin devamı, milliyetçi muhafazakar AKP koalisyonu iş başına geldi. Koalisyon, kendisinden önceki iktidarların, demokrasi, insan hakları, temel hak ve özgürlükler ile adalet gibi konulardaki eksikliklerini kullandı ve bu değerlere sahip çıkacağı söylemi ile toplumdan destek aldı.
Evet, demokrasi, insan hakları, temel hak ve özgürlükler ile evrensel hukuk normlarını bu ülkede hakim kılacağını vaat ederek iktidara gelen ve hemen akabinde Avrupa Birliği ile tam üyelik görüşmelerini başlatarak bunu gösterilerle kutlayan AKP, paralel yapı koalisyonu, böylece AB değerlerini benimsediği imajı verdi ve süreç içinde bazı uluslararası sözleşmeleri imzaladı. Amacı bu konuda samimi olduğunu iç ve dış kamuoyuna göstermekti. Kuşkusuz iktidarın bu süreçte imzaladığı önemli sözleşmelerden birisi de, şimdi tek imza ile çekildiğini ilan ettiği “İSTANBUL SÖZLEŞMESİ”dir.
Peki, nedir İstanbul Sözleşmesi? Dün imzalayan iktidar bugün neden çekilmek istiyor?
İstanbul Sözleşmesi; 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da toplanan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nde imzaya açılan, kadın ve aile içi şiddetin şekilleri, bu şiddetin önlenmesine ilişkin devletlerin alacakları tedbirler ile kuracakları teşkilata dair esasların belirlendiği bir sözleşmedir. Sözleşme sadece kadınları değil, aile içi şiddet mağduru aile bireylerinin, çocukların, ebeveynlerin korunmasına dair düzenlemeler de içeriyor. Aile içi şiddet kavramı ile ailenin tüm bireylerinin korunmasını amaçlayan sözleşme, temel insan haklarına atıf yapan ve bu hakların düzenlendiği sözleşmelerde ifade edilen eşitliği esas alan bir sözleşmedir ve Türkiye bunun ilk imzacılarındandır.
Peki, İstanbul sözleşmesi neleri içeriyor?
Kadına yönelik şiddetin kabullenilmesine neden olan tutumların, toplumsal cinsiyet rollerinin ve klişelerin değiştirilmesini, kadın erkek eşitliğinin gözetilmesini ve ayrımcılığa son verilmesini istiyor.
· Mağdurlar üzerinde çalışan profesyonel kadroların eğitilmesi;
· Farklı şiddet türleri ve bunların travma yaratıcı özellikleri hakkında farkındalık yaratılması;
· Eğitimin her kademesinde, eşitliği ele alan konuların ders müfredatına dahil edilmesi;
· Halka ulaşabilmek için STK’larla, medyayla ve özel sektörle işbirliği yapılması;
· Tüm tedbirler içinde, mağdurların ihtiyaçlarına ve güven içinde olmalarına en büyük önemin verilmesinin sağlanması;
· Mağdurlara ve çocuklarına psikolojik ve hukuki danışmanlığın yanı sıra tıbbi yardım da sağlayan özelleşmiş destek hizmetlerinin düzenlenmesi;
· Yeterli sayıda sığınma evinin tahsis edilmesi ve günün her saati kullanılabilecek ücretsiz telefon yardım hatları sağlanması.
· Kadınlara yönelik şiddetin suç sayılmasının ve gerekli cezaların verilmesinin sağlanması;
· Gelenek, töre, din ya da “namus” gerekçelerinin, herhangi bir şiddet eyleminin bahanesi olarak kabul edilmemesinin sağlanması;
· Soruşturma ve yargılama sürecinde mağdurların özel koruma tedbirlerinden yararlanmalarının sağlanması;
· Kolluk kuvvetlerinin yardım isteyenlere anında yardıma gidebilmelerinin ve tehlikeli durumlara yetkinlikle müdahale etmelerinin sağlanması.
Bütüncül politikalar :
· Yukarιda belirtilen tüm tedbirlerin kapsamlı ve koordineli politikaların bir parçası olmasının sağlanması ve kadına şiddete karşı bütüncül bir mukabelede bulunulmasının temin edilmesi.
Sözleşme taraf devletlere, aşağıda belirtilen davranışlara yönelik cezai veya başka bir hukuki yaptırım öngörmeyi zorunlu kιlmaktadιr:
· Ev içi şiddet (fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik)
· Taciz amaçlı takip;
· Tecavüz dahil, cinsel şiddet;
· Cinsel taciz;
· Zorla evlendirme;
· Kadınların sünnet edilmesi;
· Kürtaja zorlama ve kısırlaştırmaya zorlama.
Şiddetin çeşitleri ile devletlerin almaları gereken tedbirlere dair kısaca bunların yer aldığı sözleşmeden iktidar neden çekiliyor dersiniz? Çünkü yapılan kamuoyu araştırmaları, iktidar blokunun oranlarının gerilediğini gösteriyor. Bu da AKP’nin ilk dönemlerde destek aldığı liberallerin, artık kendisine destek vermediklerini gösteriyor. Dolayısıyla, 2010’lu yıllarda, bu kesimden destek almak için yaptığı düzenlemelerden dönüş yapıyor. Zira şimdi ki hedef, milliyetçi muhafazakâr tabanın desteğini almaktır. Aslında buna şöyle demek daha doğru, yıl 2011 AKP seçimi kazanmak için İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamayı kullanıyor. Yıl 2021 AKP gelecek seçimi kazanmak için İstanbul Sözleşmesi‘nden çıkıyor. Kısacası her şey seçim kazanmak için!
Elbette İstanbul Sözleşmesi‘nden çekilmeyi, sadece tabana mesaj vermeye bağlamak, bu iktidarın, özgür, eğitimli ve sözleşmenin getirdiği tedbirlerle korunmuş kadından korktuğu gerçeğini göz ardı etmek olur. Evet, iktidarın dünya görüşüne göre özgür kadın, aile yaşamı ve sistemin devamının teminatı olan erkek için bir tehlikedir. Kadının tehlike olmaktan çıkması için önce baba-evinde, sonra da koca-evinde terbiye edilip, evinin kadını, çocuklarının annesi, çocuklar ile aile büyüklerinin bakıcısı olma rolü kendisine kabul ettirilmelidir. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek, iktidarın temsilcisi olduğu erkek egemen zihniyetin genel anlayışından bağımsız değerlendirilemez.
Kuşkusuz, İstanbul Sözleşmesi’nin cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli tüm ayrımcılık biçimlerine karşı mücadele edilmesi, şiddeti önleyecek tedbirler alınması, şiddete maruz kalan kadınlar ile diğer aile bireylerinin zararlarının tazmin edilmesi ve şiddet uygulayan kişilerin şiddet eyleminin karşılığı olan cezalar ile cezalandırılması konularında taraf devletlere yükümlülükler getirmesi rahatsızlık veriyordu. Zira ilk imzacılardan olan Türkiye, bugüne kadar şiddetin önlenmesi, mağdurların korunması ve şiddet uygulayanların adalete teslim edilmesi hususlarında adımlar atmamış ve sözleşmenin istediği mekanizmaları oluşturmamıştır. Yine erkekler ile kadınlar arasında daha fazla eşitlik sağlamaya yönelik çağrıya uyulmamıştı. Böylece kökleri, toplumda bulunan kadın erkek eşitsizliğine dayanan şiddetin önlenmesi için gerekli eğitim çalışmaları da yapılmadı. Bir başka deyişle sözleşmenin ilk imzacılarından olan Türkiye Cumhuriyeti devleti, sözleşme ile kendisine getirilmiş olan hiçbir yükümlülüğü yerine getirmeyerek sözleşmeyi uygulamadı. Örneğin; Sözleşme’de şiddet türlerine yönelik, cezai veya başka tür hukuki yaptırımlar getirilmesi zorunluluğu olduğu halde, bu yapılmadığı gibi, yürürlükteki ceza yasalarında bulunan cezaların uygulanmasında da hafifletici neden ve iyi hal indirimi gibi cezanın caydırıcılığını yok eden uygulamalara devam edildi.
Elbette bu sorun, bir insan hakları sorunudur ve sadece kadınların üstesinden gelmeleri gereken bir sorun değildir. Çünkü bu sorun, tüm erkekleri zan altında bırakan ve her birinin, hayatı paylaştığı eşi, eşiti kadına karşı mahçubiyetine yol açan erkek sorunudur. Kadına şiddet, birlikte yaşamayı, paylaşmayı ve dayanışmayı yok etmektedir. Bu sorun, toplumun gelişmesinin önünde önemli bir engeldir ve toplumsal bir sorundur. Bu sorun, sisteme karşı mücadele birlikteliğini yok ettiğinden, hakim zihniyetin devamını istediği bir sorundur. Bu sorun, biyolojik farklılığın, kadın erkek her bireyin, insanlık ailesinin eşit birer üyesi olduğunun kabulünün önünde barikat olma işlevini sürdürmesi istenen bir sorundur.
İstanbul Sözleşmesi, genelde Dünya’da özelde ise Türkiye’de kadın mücadelesi ile kazanılmış, kadınların insan hakları belgesidir. Bu belge, kadınlar için, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 10. maddesinde ifade edilen eşit yurttaşlık hakkını yaşama taşıyan belgedir. Bir süredir sözleşme iptal edilsin kampanyası yürütenler ile ben yaptım oldu mantığı ile iptal ettim diyenleri rahatsız eden nokta da burasıdır. Elbette, “Toplumsal cinsiyet eşitliğine karşıyız” diyenler, sadece cinsiyet eşitliğine değil, eşit vatandaşlık ilkesine de karşıdırlar. Ne yaparlarsa yapsınlar, sözleşmeden çekildim demekle insan hakları buharlaşıp yok olmaz. Kaldı ki, TBMM devre dışı bırakıldığı için, çekilme işlemi yok hükmündedir ve sözleşme hâlâ yürürlüktedir.
O zaman yapılması gereken, insan haklarına sahip çıkmak, cinsiyet farkı gözetmeksizin hep beraber mücadeleyi yükselterek, “İstanbul Sözleşmesi yürürlüktedir, gerekli düzenlemeler derhal hayata geçirilsin.” demektir. Unutmayalım ki, cinsiyet sadece biyolojik bir farklılıktır. Hepimiz, kadın erkek olmaktan önce insanız!