İNSAN HAKLARI SERMAYENİN ÇIKARINA FEDA!

İlginç değil mi? Taliban’ın ABD’nin rıza ve desteği ile Afganistan’da yönetimi devralması, yani Afganistan’ın Taliban karanlığına teslim edilmesiyle birlikte, dünyanın sözde medeni ülkeleri, çağdışı zihniyet sahibi bu örgütle ilişki geliştirme yarışına girdiler. Doğrusu bu ilgiyi görünce insanın bu ülkeleri yönetenlere, “Ne oldu? Yönetimden uzaklaştırmak için ülkeyi işgal ettikten ve yüzbinlerce insanın kanının dökülmesine yol açtıktan sonra bu Taliban seviciliği de nereden çıktı?” diye sorası geliyor.
***
Hatırlayacaksınız ABD’nin başını çektiği Batı Bloku, 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısının ardından Taliban’ı teröre destek vermekle suçlamış ve yönetimden uzaklaştırmak için Birleşmiş Milletleri de kullanarak NATO şemsiyesi altında Afganistan’ı işgal etmişti. Tüm bu savaş yıkım politikasının müsebbibi olan büyüğünden küçüğüne dünya devletlerinin, insan hakları demokrasi ve özgürlük düşmanı bu örgütün yönetimini tanımaya ve onunla ilişki geliştirmeye hazırlanmaları çok da şaşırtıcı değil. Zira sözde medeni dünya denen kapitalist emperyalist sisteme entegre olmuş devletler, uzun süredir içinde Türkiye’nin de bulunduğu dünyanın birçok ülkesinde dillerinde düşürmedikleri, demokrasi ile temel hak ve özgürlüklerin yok edilmesini seyrediyorlar. Kuşkusuz bu seyretme nedeniyle yaşadığımız dünya, bu alanlarda artık bundan 200 – 250 öncesinin gerisindedir.
***
Halbuki dünya tarihi, ilk çağlardan günümüze, bir yandan acı ve yıkımlara yol açan savaşlarla boğuşarak yol alırken, diğer yandan ise tüm insanların barış içinde, insan olmaktan kaynaklı sahip oldukları hakları ile eşitçe yaşadıkları bir düzenin kurulması için yoğun mücadelelerin verildiği bir tarihtir. Nitekim insanlığın toplumsal yaşama geçmesinden itibaren, farklı toplumsal düzenlerde bireylerin toplumsal konumlarına göre farklı biçimlerde uygulanmış olsa da, ilk çağlardan itibaren başta hukuk yoluyla adaletin sağlanması olmak üzere, birçok alanda insanların sahip oldukları temel haklara ulaşmak için çok önemli mücadeleler verildi. Tüm bu gelişmelere paralel olarak, 18. yüzyılda gerek hukuk gerekse insan hakları alanlarında, tarihsel birikimlerin yol göstericiliğinde yazılı temel belgeler ortaya çıkmaya başladı. Kuşkusuz bu dönem içinde ortaya çıkan en kapsamlı belge, 1789 Fransız devrimi sırasında açıklanan “Yurttaş Hakları Bildirgesi”dir. Sonraki yıllarda verilen mücadeleler sonucu, bu belgede yer alan haklara ülke anayasalarında da yer verildi.
***
20. yüzyılın ilk yarısında dünyanın iki büyük savaş felaketi ile karşı karşıya kalması üzerine harekete geçen insanlık, bir yandan barış içinde, refahın paylaşıldığı daha eşitlikçi bir toplumsal yapı oluşturmak üzere çaba harcarken, diğer yandan ise temel insan haklarını teminat altına alan belgelerin yürürlüğe konması için yoğun mücadeleler verdi. Bu mücadele sonucu, birçok insan hakları belgesi yürürlüğe kondu. Başta 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi olmak üzere, temel insan haklarına ilişkin tüm bu belgelerde yer alan haklar daha sonra devletlerin anayasalarında da kendilerine yer buldular. Kuşkusuz bu belgelerin en önemli özelliği, imzalayan ve taraf olan her devlete, bu hakları uygulamada azami çaba içinde olması yükümlülüğü getirmiş olmasıdır.
***
Bir diğer önemli nokta ise, imzacı devletlerin bunları uygulama yükümlülüğünün yanı sıra, dünya çapında uygulanmasını denetlemekle de yükümlü olmasıdır. O zaman, bildirgede yazılı insan haklarını benimsedikleri iddiasında olan ve bugün Taliban gibi çağdışı bir yönetimi tanımak üzere, sıraya girmiş olan sözde medeni dünya devletlerine sorulacak en kritik soru şu: “Siz başta yaşama hakkı olmak üzere, tarihsel süreç içerisinde insanlara tanınmış olan tüm hakları yok edeceğini açıkça beyan eden bir yönetim biçimini kabul edip, onunla ilişki geliştirmeyi, yani meşrulaştırmayı hangi “medeni” kriterin içinde görüyorsunuz?”
***
Yeryüzünde hâlâ demokrasi ile insan hak ve özgürlüklerini savunan ve bunlar için mücadele eden insan hakları savunucuları başta olmak üzere, bir bütün olarak insanlık, sizden bu sorunun cevabını bekliyor.
Ne yazık ki, sözde medeni denen batı dünyası, Afganistan yurttaşlarının sahip oldukları temel insan haklarını, soğuk savaş döneminin yansıması olarak alttan alta devam eden ekonomik bloklar arası savaşa kurban etti. Gazeteci İsmail Saymaz birkaç gün önce attığı bir twitte, “Medeni dünya Afganistan’da ışıkları söndürüp gitti” diyordu. Hayır Sayın Saymaz. O medeni dediğiniz dünyanın medeniliği, global sermayenin çıkarlarının belirlediği sınıra kadardır. Bu nedenle medeniyet onlar için yüzlerine sürdükleri bir ciladan ibarettir. O cilayı kazıdığında kapitalist-emperyalist sistemin en vahşi yüzünü göreceğinizden şüpheniz olmasın.
***
Aslında son yıllarda göz yumdukları ihlallere bakınca, verecekleri cevabın “ülke çıkarı” olacağı gayet açıktır. Ancak her ne kadar ülke çıkarı deseler de söz konusu olan tek tek devletlerin ulusal çıkarları değil. Zira küreselleşen dünyada belirleyici olan ulusal çıkarlar değil, global sermayenin çıkarlarıdır. Bu nedenle işin içine sermayenin çıkarı girdiğinde, medeni denen bu ülkelerin yöneticilerinin ilişki kurdukları yönetimin insanların yaşama haklarını tanımamasının bir önemi yoktur. Örneğin yaşadığımız ülke Türkiye’yi yöneten iktidarın, Taliban’la ilişki kurmaya ve onunla barışık olmaya çalışmasının altında, 40 yıldır süren savaşlarla yakılmış, yıkılmış, altyapısı çökmüş Afganistan’ın yeniden inşasında yandaş şirketlerin ihale almalarını sağlama niyeti yatmaktadır. Ancak kazın ayağı öyle değil. Zira iki yıl önce Taliban’la Doha Anlaşması’nı imzalayan ABD, bu işleri çoktan kendi şirketlerine ihale etmiştir. Dolayısıyla Afganistan’da Türk şirketlerine olsa olsa taşeronluk düşecektir. Elbette betonsever iktidar için taşeronluk yeterli gelebilir. Ancak insan hakları hiçbir ekonomik kazanıma heba edilemeyecek önem ve değerdedir. Çünkü tüm bu hakları insanlığa kazandırmak isteyenler, yüzyıllar boyunca mücadele etmiş ve ağır bedeller ödemişlerdir. Bu haklar Antik Çağ’dan itibaren eksiklikleriyle de olsa uygulanmıştır.
***
Temel yurttaş haklarının yazılı olarak talep edildiği Fransız Devrimi’nin üzerinden 232 yılın geçtiği 2021 yılında, her fırsatta bu hakların savunucusu olmakla övünen koca koca devletlerin, başta kadınlar olmak üzere, ülkede bu hakları kullanmak isteyenleri veya kullanacakları en ağır şekilde cezalandıracağını hatta öldüreceğini ilan eden Taliban’ı tanımak için sıraya girmiş olmaları büyük bir insanlık dramdır. Dünyanın neresinde olursa olsun, kendine “insanım” diyen hiç kimse, insan haklarını ayaklar altına alan bu duruma seyirci kalmamalı.
***
Doğrusu, Taliban’ın kuruluş konjonktürüne bakıldığında ona yol verilmesine şaşırmamak gerekir. Taliban, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) 1979 yılında zamanın Afganistan yönetimi ile imzaladığı anlaşmaya uymasını ve o günkü meşru Afganistan yönetiminin çağrısı ile uluslararası hukuk çerçevesinde bu ülkeye asker göndermesini, dünyaya işgal olarak dikte ettiren ABD ile işbirlikçilerinin, SSCB ile zamanın ulusal bağımsızlıkçı Afganistan yönetimine karşı savaştırmak üzere bölgeye taşıdıkları, Afganistan ile Pakistan’dan devşirdikleri, eğittikleri ve silahlarla donattıkları sözde mücahitlerin kurdukları El Kaide Örgütü’nün dönüşmüş halidir. Hatırlayacaksınız El Kaide lideri Usame Bin Ladin, 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısı sonrası, ABD tarafından terörist ilan edilmiş ve bir baskında yakalanıp öldürüldüğü açıklanmıştı. Yani Taliban ABD ile Batı devletlerinin desteğiyle kurulmuş karanlık bir örgüttür.
***
Yine ABD’nin iki yıl önce Doha’da Taliban’la imzaladığı anlaşmanın bu örgütün ülkeye hakim olmasının yolunu açtığı, bu günlerde yoğun bir şekilde tartışılıyor. Halbuki belirttiğim gibi insan hakları evrenseldir ve hiçbir devletin sorumluluğu sadece kendisinin uygulaması ile sınırlı değildir. Her devlet, bir yandan uygulama yükümlülüğünü yerine getirirken, diğer yandan bu hakları uygulamayan devlet veya devletleri uyarmak, gerekirse ekonomik ve siyasi yaptırımlarla uymaya zorlamakla yükümlüdür. Şimdi bu hakları uygulamayacağını beyan eden Taliban’ı tanıyacak olan her devletin kendisi, bu hakları tanımadığını açıkça beyan etmiş olacaktır. Ne yazık ki, dünya insan haklarının küresel sermayenin çıkarına feda edildiği bir noktada!
Reklamcılık