İlişkiler
“Kendini ara ey insan; gerçek olan seni bul” (Aziz Augustine, İtiraflar)
Gökhan KÜÇÜK yazdı:
Kadınları anlama sanatı
Erkekler hangi tür kadınlardan hoşlanır? Erkekler kadınlarda ne arar? Nefes alsa yeter mi? Erkekler bir kadında ilk bakışta neye dikkat ederler? Erkeklerin kadınlarda aradığı yegâne özellikler nelerdir?
Başlığa aldanıp da kadınları anlamanın mümkün olduğunu sanan hemcinslerim varsa eğer, henüz zaman varken, yani yol yakınken bu sevdadan vazgeçsinler, çünkü espr yapıyorum; ayrıca, yukarıda neşrettiğim sorular, her ne kadar yer yer gündemimizi süslüyor olsalar da, en nihayetinde kişiye özgü olduklarından, nesnel olmaktan oldukça uzaklar.
Görüleceği üzere, erkekler, manavdan ya da pazardan sebze ve meyve seçer gibi kendilerine dişi partner ya da sevgili seçiyorlar, gerçi bu, sadece erkeklere özgü bir özellik değil, kadınlara da sirayet etmiş durumda; arzulanan ve beraber olmak istenilen biscotala erkekler, 90-60-90 ölçülerinde barbi bebekler, hem yakışıklı, hem zengin hem de kültürlü erkekler, zengin ve dul kadınlar vesaire vesaire.
Fakat, günümüzün moda deyişiyle, hayaller Paris, gerçekler Suudi Arabistan!.. Velhasıl evdeki hesap çarşıya uymuyor. Ne de olsa aşk, gönül işi. Kişinin maşuk olabilmesi için gereken yegâne şey, hoşlandığı insanın önce gönlüne hitap etmesi.
Önce gönül geliyor yani. Göz, geri planda kalıyor.
Fakat bu, tek gecelik ilişkileri kapsamıyor haliyle. Çünkü ekseriya erkek cinselliği ete talim eder. Hiç şüphe yok ki, tek gecelik ilişkilerde roller değişir. Yani önce göz gelir, eğer gelmeye cüret edebilirse gönül de peşi sıra gelir. Ne de olsa tek gecelik ilişkilerde, bir çift güzel bacak veya sıkı bir kalça erkeğin libidosunu harekete geçirmeye yeter de artar bile.
Mesela romantik bir akşam yemeğinde, kadın, romantik ve duygusal tasavvurlar içindeyken, erkek kadının ayaklarından bile tahrik olup okyanus ötesine yelken açabiliyor.
Doğruyu söylemek gerekirse, erkek düzdür. Düz düşünür, düz çizgiler çizer, düz yolda yürümeyi tercih eder. Alengirli, çetrefilli ve netameli işlerden pek hoşlanmaz. Kadın ise erkeğe kıyasla daha karmaşık, gizemli ve çekicidir. Yaygın kanı kadınların erkeklere nazaran daha duygusal olduğu yönündedir. Bu yaygın inanışa göre, kadın cinselliği de ağırlıklı olarak duygusal bir tonda devinim eder. Fakat diğer taraftan bu, doğru olduğu düşünülen yanlışlardan biri de olabilir; çünkü genellikle tek gecelik ilişkilerde erkekler yatağa hemicinsleriyle birlikte girmiyor, tam tersine, hem erkek hem de kadın etkin bir rol oynuyor bu senaryoda.
Bize öğretilen bir diğer öğreti ise erkeğin avcı olduğudur. Tıpkı bir balıkçı misali, erkek oltasını yemler ve kadınları oltaya getirip getiremeyeceğini dener. Ya da başka bir deyişle, erkekler altın arayıcıları gibidir, aradıkları altın külçesine ulaşabilmek için her türlü yolu denerler.
Kadın ise arzulanan taraf olmayı ister. Pabucu pahalıdır. Gerçi günümüzde, eskiye kıyasla roller değişmiş olsa da, bu tabu ya da gelenek hâlâ devam etmektedir.
Bir şehir efsanesine göre, “kadınlar efendi erkek yerine fırlama veya ‘piç’ erkek tercih ederler.”
Ne yalan söyleyeyim, çevremden ve haberlerden gördüğüm kadarıyla kadınların bir kısmı efendi adam yerine dediğim dedik ve/veya psikopat erkeklerden hoşlanıyorlar.
Fakat ne yazık ki bu, duygusal bir patlama ile eşini şiddetle döven bir erkeğin manipülatif eylemine benzemez. Bir psikopat ya da bir sosyopatla beraber olmak, çok daha yıkıcı ve çok daha vahim olayların habercisidir. En nihayetinde, bu insanların psikolojileri bozuktur, kendilerine her zaman insanüstü roller biçerler ve neredeyse değişmez bir biçimde, hüsranları, kıskaçlıkları ya da öfkeleri daha sonra tırmanan bir şiddet eylemine dönüşür. O kadar ki, içine düştükleri o sonsuz çukurdan kurtulmak için silaha başvurmaktan bile kaçınmazlar. Duyguları hakkında derin karmaşaya sahiplerdir ve kendileri için inşa ettikleri kötü bir dramda, kötü adamı oynamak için bir partnere ihtiyaç duyarlar…
Northop Frye’nin sözleriyle, “Trajik kahramanların çoğunluğunda güç zehirlenmesi vardır. Ahlaki açıdan anlaşılabilir bir çöküşe neden olan, gururlu, tutkulu, saplantılı ya da akıl hastalığına sahiptirler. Bu kibir, felaketin çökeltici maddesidir…”
Şimdi gel gelelim, feminizmi bahane edip erkek düşmanlığı güden kadınlara..
Kabaca feminizm, XVIII. yüzyılda Fransa’da filozoflar ve kadın yazarlarca ortaya atılan ve savunulan, daha sonraki yüzyıllarda her toplumda yandaş bulan, kadının siyasal ve toplumsal haklar bakımından erkekle eşit olması gerektiğini öne süren ve bunu gerçekleştirmeye çalışan akımdır.
Ben de bir erkek olarak bu akımı kayıtsız şartsız desteklemekteyim; ki bunu daha önceki yazılarımda birçok kez vurguladım zaten. Fakat feminizmin içeriği şöyle dursun, feminizmin baş harfinden bile bîhaber olan bu güruh, feminist kamuflajına bürünüp düpedüz erkek düşmanlığı gütmektedir.
Birkaç ay önce, hasbelkader bu sapkın tarikata mensup bir kadını gözlemleme şansına nail oldum. Görünüşe göre, ergenliğinde silik bir karakter olmasının acısını erkeklerden çıkarmaya yemin etmiş bir kadın portresi çiziyordu. Kendi deyişiyle, kısa boylu, şişman, çirkin bir figürdü; sözüm ona bunu da gurur meselesi haline getirmişti. Sanki bunun suçlusu erkeklermişcesine hastalıklı bir tavır takınmış, dolaylı yoldan ya da üstü kapalı olarak erkek düşmanlığı yapmaya başlamıştı. Elbette bunda cinsel kimliği de etkin bir rol oynuyordu. Şüphesiz insanların cinsel tercihleri sadece ama sadece kendilerini ilgilendirir, herkes cinsel tercihinde özgürdür, ama bunu bir silah olarak kullanmak ve bilhassa da karşı cinse yöneltmek, kelimenin tam anlamıyla akıl hastalığıdır.
Deyim yerindeyse, Nuh Nebi döneminden beri erkekler ve kadınlar arasında tatlı bir sürtüşme söz konusudur. Radikal feministler, mal bulmuş magribi gibi hareket etseler de, kati surette kadın erkek didişmesinin önüne geçemezler; çünkü bir kere, gerçeklerle ve gerçeklikle bağını koparmışlarladır ve en hafif tabiriyle en ufak bir espriye bile düşmanca yaklaşan biçarelerdir. Doğrusu bu gürühun, kadınlara şiddet uygulayan erkeklerden hiçbir farkı yoktur; her iki taraf da aynı dereden su taşımaktadır.
Kadın erkek ilişkilerinde Freud’a göre seks, Erich From’a göre ise sevgi başı çekmektedir. Aslını söylemek gerekirse, cinsellik ile sevgi et ve tırnak gibi ayrılmaz olduğundan bu kombinasyon sağlıklı bir ilişkinin temelini oluşturur.
Yazının girizgâhında “erkekler hangi tür kadınlardan hoşlanır, erkeklerin kadınlarda aradığı yegâne özellikler nelerdir ve erkekler kadınlarda ne arar? ” diye sormuştum. Elbette bu soruların cevabı görecelidir. Kişiden kişiye ve abazanlığın şiddetine göre değişkenlik gösterir. Şaka tabii ki şaka; aklı başında bir erkek her şeyden önce kültürlü, kafaca uyuştuğu, ve hepsinden önemlisi, sevdiği bir kadınla beraber olmak ister. Libidosuyla değil beyniyle düşünür. Abazan erkeğin ise istekleri bitmez. İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara misali ister de ister… Bacak ister, göğüs ister, kalça ister, ayak ister, kısacası neler ister neler…
Bunun da ötesinde, cinselliğin tu kaka addedildiği, tabu sayıldığı ve kadınların sosyal yaşamdan dışlandığı bir toplumda yaşadığımız için olsa gerek, ne erkekler kadınları ne de kadınlar erkekleri doğru dürüst tanıyabildiler. Bugüne kadar erkekler baskıcı, dayatmacı ve bazen de şiddete dönük tavırlar sergilerken kadınlar kıskanç, teslimiyetçi ve dogmatik bir tutum takındılar. Tam da bu nedenle, kadın erkek ilişkileri daha da içinden çıkılmaz bir hale geldi. Oysaki, kadın ve erkeğin birbirini anlaması, birbirine saygı duyması ve birbirini sevmesi güç değil. Çünkü her iki taraf da aynı şeyi istiyor: Sevgi… Sevmek ve Sevilmek…
Ve filmin sonunda adam diyor ki kadına: SENİ SEVİYORUM!