Hayvana şiddet döngünün başı mı, sonu mu?
(Dürbünü ters çevirince…)

Ülkemizin yıllardır bitmeyen meselesidir “hayvan hakları”. Kimisi, “hayvanın da hakkı mı olurmuş, çöplükten yer, kışın üşümez, sonra da ölür gider işte” der. Kimisi de bu masumların yaşadığı gerçek koşulların farkındadır ve doğal olarak yardım etmeyi tercih eder.
Her toplumda yaşanabilecek şeyler bunlar. Hatta bu konuda pek çok görüş ortaya konur, sorunların altında yatan sebepler yazılır tartışılır.
Bizim ülkemizde hayvan hakları konusunda; “bugün hayvana bu kötülüğü yapan, yarın çocuğa, kadına, gücünün yettiği her insana da yapar” fikri oldukça yaygındır. Yani hayvana kötülük eden kişi fırsatını bulduğunda aynısını insanlara da yapar diyerek sırf bu sebeple bile şiddet durdurulsun diye umar. Kısmen de doğrudur bu. Ancak “hayvana şiddet” başlı başına bir şiddettir zaten.
İşyerinde yönetici, çalışana; çalışan, evdeki eşine; eş, çocuğuna, çocuk kardeşine; en sonunda o kardeş de gücünün yettiği hayvana şiddet gösterir. Genellikle böyle işler bu döngü. O en küçük kardeş, yani sondan bir önceki “halka” büyüyüp daha da güçlendiğinde, güçlü bir yetişkin olduğunda şiddet yine hayatının bir parçası olmaya devam eder. Doğal bir yaşam halidir onun için artık. Bu döngüde zayıf halka olarak başlayıp yetişkin olanlar arasında döngüyü kırıp kurtulabilen sayısı maalesef fazla değildir.
Bu yaygın görüşe göre hayvana işkence eden, tecavüz eden, öldüren kişi “potansiyel katildir” denir. Oysa hayvanı öldüren kişi zaten katildir. İnsan yapımı yasalardan çok önce var olan ve olacak olan doğa yasalarına göre, öldüren “katildir”. Potansiyel değildir. Ama insanlar, hayvanların öldürülmesini gerçek anlamda önemseyip bununla yüzleşmedikleri için insana kadar gelen süreyi “potansiyel” olarak değerlendiriyor bence.
Geçenlerde bu görüşü tam karşı tarafından görmeme vesile olan bir toplantıda bulundum. Sevgili aktivist arkadaşım, dostum Dr.Mine Yıldırım’ın konuşmacı olarak katıldığı “kadına şiddet” konulu sunumu izledim. Sosyal Dayanışma ve İletimi Derneği (SODİD) tarafından düzenlenen bu etkinlikte yeni yılı cezaevlerinde karşılayacak olan kadınlar için yılbaşı tebrikleri hazırlanıyordu biz gittiğimizde. Ayrıca bunun da ne kadar hoş, zarif ve dayanışma oluşturan bir çalışma olduğunu belirtmeden geçemem.
Bu toplantıda kadına şiddetin sosyal döngüsü ele alınarak zincirin kırılması gereken noktalar; sosyal, siyasal ve yasal etkenler ele alındı.
Bir ailede, evde kaynağı dışarıdan da gelse döngü halinde bir şiddet yaşanıyorsa, bunun son halkası da çocuk ve varsa hayvandır diyebiliyoruz. Güçlü olanın kendisinden güçsüz olana gayet rahatça şiddete başvurması bu döngüde çok rastlanan bir örüntü.
Özetle Mine Yıldırım’ın konuşmasından çıkardığım sonuç; “hayvana şiddet gösteren kişiler bir adım sonra insanlara da rahatça bunu yapar” görüşüne tam tersinden bakmamızı sağlıyor. Bir yerde hayvana şiddet “başlangıç” olabileceği gibi, bir döngünün sonucu da olabilir. Yani hayvana şiddet uygulanan ortamda daha önce başlamış ve hiçbir halkasında durdurulmamış bir şiddetten söz edilebilir. Dürbünün tersinden bakılması halinde de “hayvana şiddet” hem başlangıç, hem bir sonuç olarak karşımıza çıkıyor.
Bu da demektir ki hayvanlara şiddet gösterilmesi, başka zorbalıkların başlangıcı olarak bir alarm gibi değerlendirilebilmesi yanında; daha önce başlamış bir şiddet zincirinin hayvanda son bulduğuna dair çok önemli bir ip ucudur.
Biz hayvanları korumaya çalışan insanlar, bu döngüyü tersinden de düzünden de okumak anlamak ve her koşulda durdurmak zorundayız. Hayvana vuran “insana da vurur” fikri, “insana vuran zaten sonunda hayvana da vuruyor, ya da döngüyü başlatarak vurulmasına sebep oluyor” diye düşünmekte fayda var. Ve bu düşünce şekli şiddet zincirini daha net görerek müdahale noktalarının tespit edilmesinde faydalı olabilir.
Hayvana şiddetten insana şiddete bir adım görüşü doğrudur ancak yetersizdir; hayvana şiddet, daha önce başlamış bir şiddet döngüsünün en mağdur ve en dezavantajlı kesimdeki son tezahürüdür de aynı zamanda.
Sadece hayvan korumacıların tepkisi ile çözülemeyecek kadar yaygın bir sosyal sorun olan bu şiddet ve zorbalık döngülerinin toplumun her kesiminde karşılık bulduğunu da düşünürsek, mücadelenin daha yaygın yapılması gerektiği de ortaya çıkıyor.
Özetle bir kişi köpeği dövüyorsa bir sonraki adımda yine gücünün yettiği kadını, arkadaşını, çocuğunu da dövecektir önermesine ek olarak; aynı kişi bir şiddet ortamının içinden geçerek son noktaya köpeğe kediye gelmiştir diye düşünmek gereklidir. Yani şiddet “hayvanla” başlayabileceği gibi “hayvan” son kademe de olabiliyor. Sosyal öngörülerin buna göre şekillenmesi; olayların bu çerçevede değerlendirilmesi belki de şiddeti hayvana çocuğa gelmeden de durdurabilmemizi sağlayabilir. Daha iyi gözlem, daha kararlı mücadele ve döngüyü iyi tanıma çok önemlidir.
Hayvan hakları savunucularının mücadelesi tam da bu yüzden aslında toplum farkında olmasa bile büyük resmi net bir şekilde ortaya koyuyor. Tek sorun bu resme bakarak yüzleşmek istemeyen toplum. Resmin üzerinde çalışarak “cezalandırma” sistemini çalıştırmayan yasal uygulamalar ve hayvan yaşam hakkını yeterince önemli bulmayan insanlardır.
Umarız ki daha fazla geç kalınmadan “hayvana yapılan zorbalıkların” sadece hayvanla ilgili olmadığı, bunun toplumsal bir sorun olduğu; hayvan hakkı savunucularının bu konuda büyük sorumluluk yüklendiği ama yalnız bırakılmalarının topluma daha çok şiddet olarak dönebilme ihtimalinin yüksek olduğu kısa zamanda anlaşılır.
Aksi takdirde dürbünün ne tarafından bakarsak bakalım göreceğimiz tek şey başlangıcı ve sonucunda “savunmasız zavallı hayvanlar“ olan sosyal bir zorbalıktan başka göreceğimiz bir şey yok.
Görsel: istok