GÜN GEÇMİYOR Kİ YENİ BİR ZAM HABERİ GELMESİN
İşsizlik, enflasyon, hayat pahalılığı, insanların her geçen gün düşen, azalan hayat standardı ve ardı ardına gelen ölçüsüz ve hangi amaca hizmet ettiği belli olmayan zamlar vatandaşın belini iyice büküyor.
Ekmeğe zam, benzine zam, ona zam, buna zam derken işçi ve emekliler aldığı maaşla ay sonunu getirmekte zorlanıyor.
Ekonomi yönetiminde yapılan hataların faturası, her zamanki gibi, yine vatandaşa kesiliyor. Bir kesim şahlanıştan, Togg’luktan bahsederken araştırmacı firmaların verilerine göre ülkemiz, dünya sefalet endeksi puanı en yüksek 10. ülke oluyor.
Sefaleti azaltmanın yolu ise büyümeden geçiyor. Mahfi Eğilmez “Örneklerle Kolay Ekonomi” adını verdiği kitabında, “Büyüme, bir ülkenin reel GSYH’sının bir yıldan ötekine artması haline verilen addır.” diyor ve örneklerle konuyu açıklamaya devam ediyor: Bir ekonominin iki temel dengesi vardır. İç ekonomik denge, dış ekonomik denge. İç ekonomik denge iki alt dengeden oluşur. Kamu kesimi dengesi (bütçe dengesi), özel kesim dengesi (tasarruf yatırım dengesi.) Dış ekonomik denge kamu kesimi ve özel kesimin dış dünyayla olan ekonomik ilişkilerinin toplam dengesini ifade eder. Türkiye’de iç ekonomik denge kimi zaman kamu dengesi, kimi zaman özel kesim dengesi, çoğu zaman da her iki denge açısından açık verir. İç ekonomik denge açığı dış ekonomik denge açığına ve dolayısıyla dışarıdan finansman arayışına yol açar. Türkiye’nin tasarrufları yatırımlarını karşılayamamaktadır. Yatırımlar için gerekli girdilerin hepsi içeride üretilemediği için ithal edilmekte, bu ithalatı karşılamaya yetecek iç tasarruf olmayınca da dışarıdan tasarruf ithal edilmektedir. Türkiye 1980’lere kadar ithal ikameci “ne pahasına olursa olsun yerli üretim modeli” ile geldi. 1980’lerden 2000’lere kadar “İçeriden üretemiyorsak dışarıdan ithal ederiz” modeli uygulandı. 2000’lerde “kamu kesimi borçlanacağına özel kesim borçlansın” modeline geçildi. Şimdi ise “kimin eli kimin cebinde belli değil” modelini başarıyla uyguluyoruz!
Türkiye 2010 yılında %8,5, 2011 yılında %11,1 oranında büyümüştür. Demek ki Türkiye bu iki yılda potansiyel büyüme oranının çok üstünde bir oranda büyüme gerçekleştirmiştir. Nedir bunun sakıncası? Bu zorlanmış büyüme Türkiye’nin ithalatının hızla artmasına ve cari açığının 2011 yılı sonunda %10’lara gelip dayanmasına yol açmıştır. Bunu sürdürebilmek imkân dışıdır. Çünkü bu kadar büyük bir cari açığın finansmanı hele böyle bir ortamda giderek imkânsız hâle gelmektedir. Bir ekonominin potansiyel büyüme hızının üzerindeki bir büyüme hızından tekrar potansiyel büyüme hızı dolayına dönüşüne yumuşak iniş deniyor. Eğer büyüme hızının düşüşü potansiyel büyüme hızının çok altında bir düzeye giderse buna da sert iniş adı veriliyor. Yumuşak inişi uçağın normal inişine, sert inişi ise tekerleklerinin açılmaması nedeniyle gövdesi üzerine inişe benzetebiliriz. Sert iniş ekonomide tıpkı bugün olduğu gibi büyük hasarlara yol açıyor. Vatandaş yapılan zamlar karşısında artık ne yapacağını bilemiyor. Zira, 7500 lira maaş alan emekliler, hâlihazırda bu zamların ve pahalılığının altından kalkamaz. Asgari ücretli ise ancak karın tokluğuna çalışır. Bu zor süreçte yetkililerin elini taşın altına koyması gerekiyor. Ama ne var ki onlar bizden şükretmemizi, sabretmemizi istiyor. Ne diyelim, ya sabır!..