GERÇEKLERİN MUTLAKA ORTAYA ÇIKMA HUYU VARDIR!

Yaklaşık bir aydır Türkiye’nin gündemini, son zamanlara kadar iktidar ve devletin bazı kesimleri ile iş birliği içinde olan, iktidar için destek mitingleri yapan, iktidara mensup belediyeler tarafından kendisine hayırsever iş adamı plaketleri verilen, kendisinin iddiasına göre İçişleri Bakanı, “Senin teminatın benim. En geç Nisan ayına kadar Türkiye’ye döneceksin.” dediği için geçici bir süreliğine yurtdışına çıkmış olan organize suç örgütü liderinin açıklamaları belirliyor. Tabii ki iddiaların ne kadarı doğru ne kadarı yanlış, şu an için tam olarak bilme şansımız yok. Ancak yaklaşık bir aydır, bu ülkenin milyonlarca yurttaşı, her pazar sabahı, organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in, devlet, siyaset, mafya ve medya ilişkilerine dair kendi Youtube kanalı üzerinden yayınladığı videolar eşliğinde kahvaltıya oturuyor.
Bu ülkede aşılamayan tabuları kullanarak kanun dışı suç örgütleriyle iş tutan, kanunsuzluk yapan devlet görevlilerinin, siyasetçilerin ve medya mensuplarının başları sıkıştığında kutsal devlete sığındıklarını artık pek çok kişi biliyor. Bilmeyenler için anlatılanlar şaşırtıcı olsa da, yıllardır bu işlerin üstüne gidilmesi ve ilişkilerin ortaya çıkarılması için çaba sarf edenler açısından ifşa edilen ilişkiler çok da şaşırtıcı değil. Çünkü tüm bunlar bugün ortaya çıkmış ilişkiler değil, uzun yıllardır yaşanan ve çoğu bilinen şeylerdir. Nitekim yeterli olmamakla birlikte, geçmişte bunların ortaya çıkarılması için, siyaset ile yargı kısmen bir şeyler yapmaya çalıştılar. Örneğin; 1996 yılında Susurluk’ta meydana gelen trafik kazasının ortaya çıkardığı devlet-siyaset-mafya ilişkisinin aydınlatılması için TBMM’de araştırma komisyonu kuruldu ve birtakım gerçekler ortaya çıkarıldı. Yine aynı dönemde yargı harekete geçti, usulden de olsa açılan davalar sonucu kirli ilişkilerin içinde olan siyasetçi ve bürokrat bazı insanlar sembolik de olsa cezalara çarptırıldılar. Kuşkusuz bunda toplumsal duyarlılık ile basının önemli payı vardı. Zira kısmen de olsa demokratik hakların kullanılabildiği o dönemde, toplum yaptığı eylemlerle, yine kısmen bağımsız davranabilen basın ise yayınlarıyla TBMM ile yargıyı görevlerini yapmaya zorladılar.
Ne yazık ki Türkiye’de bugün, Susurluk’ta ortaya çıkan kirli ilişkilerin çok daha üstünde, büyük çaptaki kirli ilişkilere karşı, ne toplum yeterince ses çıkarabilecek durumda ne de basın iktidardan bağımsız hareket etme yeteneğine sahip. Bu nedenle, organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in iddialarının ortaya çıkardığı kadarıyla, devletin birçok kurumu ile üstten aşağı doğru iktidar partisine mensup birçok siyasetçiyi içine alan iddialarla ilgili TBMM ile yargı harekete geçmiş değil. Söz gelimi İçişleri Bakanı, Sedat Peker’den ayda 10 bin dolar alan siyasetçi olduğunu söylediği halde, televizyonda ısrarla sorulmasına rağmen bu ismi açıklamaktan kaçındı. Halbuki İçişleri Bakanı suç işleyeni topluma açıklamak ve soruşturma açılması talebiyle savcılığa bildirmekle yükümlüdür. İlginç olan ise Sedat Peker’in itiraflarıyla yeniden ortaya saçılan mafya-devlet-siyaset ilişkisi ve işlenen cinayetlerden sorumlu tutulan Mehmet Ağar başta olmak üzere, kamuoyunda bilinen kişilerle ilgili yargı harekete geçmezken, AKP-MHP iktidar bloku ise, ancak üç hafta sonra sessizliğini bozdu ve Peker’in haklarında iddialarda bulunduğu Süleyman Soylu ile AKP Genel Başkan Yardımcısı Binali Yıldırım’ı sahiplendi.
Evet iddialara karşı gerek kendisi gerekse yakın çevresi uzun süre sessiz kalan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, açıklamaların üzerinden üç hafta geçtikten sonra, iktidarın küçük ortağı MHP Genel Başkanı’nın, iddiaların hedefindeki İçişleri Bakanı’na sahip çıkmasından sonra partisinin grup toplantısında, “İçişleri Bakanımızın ve Genel Başkan Yardımcımız Binali Bey’in yanındayız” açıklamasında bulundu. Tabii açıklamanın uzun suskunluk döneminin ardından, Peker’in açıklamalarının Binali Yıldırım’a kadar uzamasının hemen ertesinde yapılmış olması, birçok soruyu akıllara getirmedi değil. İki iktidar ortağının destek açıklamaları gelene kadar, İçişleri Bakanı iddialarla ilgili doyurucu hiçbir açıklama yapmadığı gibi, çıktığı televizyon programlarında gazetecilerin konuya dair sorularına cevap vermek yerine, kendisi bakan olmadan önceki AKP’li bakanların çocuklarının evinde para sayma makinaları bulunduğu da dahil, geçmiş iktidarları suçlamak suretiyle olayı geçiştirmekten başka bir şey yapmadı. Soylu ayrıca, kendisi terörle mücadelede başarılı bir bakan olduğu için terör örgütlerinin hedefi haline geldiğini belirterek, hedefin kendisi değil devlet olduğunu ileri sürdü. Yani Süleyman Soylu, Sedat Peker’in açıklamalarına karşı savunmasını, alışık olduğumuz argüman üzerinden yaptı. Peker de aynı söylemlerle kendisinin vatansever olduğunu söylüyor. O zaman bu kavganın asıl nedeni ne olabilir? Sorusu cevaplandırılmış değil. Ancak nereye sığınırlasa sığınsınlar, ne kadar inkâr ederlerse etsinler, gerçeklerin mutlaka ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır!
Aslında Peker’in itiraflarının çok daha fazlasını, bu ülkenin muhalif insanlarının yaşadıklarını, sokaktaki sade yurttaş bile biliyor artık. Ancak işin içinde olan ve ülkeyi yöneten siyasilerle kol kola girmiş, sıkı fıkı olmuş bir kişinin, toplumda şaşkınlıkla karşılanan ve infial yaratan itirafları yargıyı hareket geçirmiyor. Zira yeni sistemde kuvvetler ayrılığı ilkesi tamamen yok edildi ve yargı iktidar erkinin, hatta tek adamın denetiminde olduğundan, siyaset-mafya ilişkisinin üzerine gidecek adımlar atma serbestliğine sahip değildir.
Kuşkusuz tüm bu yaşananların nedenleri var. Bunların başında ise Türkiye’de devletin insan için olduğu genel kabulünün yerine, insanın devlet için olduğunun kabulüdür. Öte yandan Kürt sorununun demokratik yollarla çözümünün sağlanmaması ve çatışmaların sürüyor olması, bu tür ilişkilere zemin sunuyor. Kürt sorunu demokrasi içinde çözülmediği sürece, bu kısır döngü devam edecek ve mafyanın, çetenin biri gidecek, yerine diğeri gelecektir. Kısacası neresinden bakarsanız bakın, sonuçta Türkiye’nin yaşadıklarının temel nedeni, gerçek bir demokrasiyi içselleştirememesidir. Türkiye’nin demokratikleşememesi ve sorunlarını demokrasi içinde çözememesi, mafya yöntemlerini kullanan çetelerin türemesine ve karanlık kirli ilişkilere girilmesine yol açmaya devam edecektir. Ne yazık ki toplum tüm bunları, ancak çete oluşumlarının arasında anlaşmazlıklar çıkıp, içlerinden birileri itiraflarda bulunduğunda öğrenebiliyor.
Tüm bu yaşananlara karşı, muhalefetin silkinmesine ve derlenip toparlanmasına ihtiyaç vardır. Bu ülkenin demokratik bir ülke olmasının, belki son şansı olacak önümüzdeki seçimlere doğru gittiğimiz bu günlerde, parlamento içi ve dışı demokrasi, barış, insan hak ve özgürlüklerinden yana siyasi partilerin amasız, fakatsız bir araya gelmelerinden başka yol kalmamıştır. Acil ve ertelenemez hedef demokrasi olduğuna göre, iktidarın muhalefeti bölme taktiklerini boşa çıkaracak bir buluşmaya ihtiyaç vardır. Bu da yetmez, toplumsal muhalefetin başını çeken, sendikalar, meslek örgütleri ve demokratik kitle örgütleri ile buluşmanın, toplumun en geniş kesimlerine ulaşmanın kanallarını açacağı gerçeği göz ardı edilmemelidir. Kısacası en geniş biçimiyle, Türkiye’yi değiştirip dönüştürecek bir demokrasi cephesinde birleşilmesinden başka çıkar yol yoktur. Hiç kimsenin “kırmızı çizgilerim” diye birtakım koşulları masaya sürmesine, bu ülke yurttaşlarının tahammülü kalmamıştır. Unutulmamalıdır ki görüşme, müzakere masası, hiç kimsenin kendi düşüncesini kabul ettirmek için oturduğu masa değildir. Aksine masaya asgari müştereklerde buluşmak için oturulur. Zira ülke artık yönetilemediğinden, iç içe geçmiş ve birbirini tetikleyen, derin siyasi ekonomik ve sosyal krizler içinde debelenip duruyor. Elbette ülkenin böylesine derin ve iç içe geçmiş krizlerin içine sürüklenmesinin temel nedeni, yönetenlerin devleti yönetme anlayışıdır. Ülkeyi yöneten iktidar blokunun, kendi anlayışını yerleştirmek için ülkeye dayattığı tek kişiye endeksli sistem işlemiyor. Ve işlemeyen sistemin, 83 milyonluk bir ülkenin sorunlarının üstesinden gelmesi mümkün değildir. Ancak bunu görmeyen, görmek istemeyen iktidar bloku sistemin tahkimini sağlamanın arayışı içindedir. İşte tam da bu nedenle, elindeki devlet erkini kullanıyor ve erken veya zamanında yapılacak bir seçimde iktidarının devamını sağlamak için, siyaseti dizayn etme taktiklerine başvuruyor. İlk hedef muhalefetin HDP ile bir ittifaka girmesinin önünü kesmektir.
Yani iktidar blokunun geliştirdiği taktiğin görünen hedefi HDP, asıl hedefi ise muhalefetin oyun alanını mümkün olduğunca daraltmak ve siyaset yapmasına olanak vermemektir. Nitekim İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Rize’de karşı karşıya kaldığı provokasyonlar ve partili Cumhurbaşkanı’nın, partisinin grup toplantısında bu provokasyonları destekleyen açıklamaları bunu gösteriyor. Bu nedenle gerek CHP’nin gerekse Milet İttifakı’nda birlikte hareket ettiği İyi Parti’nin, bu oyunu bozmak üzere daha cesaretli adımlar atmaları elzemdir ve kaçınılmazdır. Çünkü iktidar blokunun oyunlarını boşa çıkarmak ve Türkiye’yi değiştirip dönüştürecek bir birlikteliği yakalamak ancak bununla mümkündür. Yani gün muhalefetin ayrılıklarını bir kenara bırakması ve asgari müşterek olan demokrasi ve barış konusunda bir arada olması günüdür.
Unutulmamalıdır ki, bu gidişatı durdurmanın yolu toplumla buluşmaktan ve en geniş şekilde demokrasi cephesinde bir araya gelmekten geçiyor. Artık herkes ülkenin nereye götürüldüğünü görmeli ve şapkasını önüne koyarak düşünmelidir. Sadece, “Sandık gelecek, biz kazanacağız ve düzelteceğiz” demek yetmiyor. Seçim sürecinin planlanması ve sandık güvenliğinin sağlanması konularında ortaklaşıp tedbirler alınmalı ve provokasyonlardan uzak durulmalıdır. Sadece, “Biz kazanacağız ve parlamenter sisteme geçeceğiz” demek de yetmiyor. Bunun yol ve yöntemleri topluma anlatılmalı ve seçmene sunulmalıdır. Kısacası gün, önyargıların, kırmızı çizgilerle ayrışmanın değil, ülkenin demokratik geleceğini birlikte inşa etmenin yol ve yöntemlerinde buluşmanın günüdür.