Fotoğraf karesine kafa atanlar!..
Ben bu genel ve yerel seçimlerde adayların seçim propagandalarına bayılıyorum. Hele ki o fondötenlenmiş ve ardından photoshop’lanmış fotolarıyla tanıtımları var ya, beni benden alıyor. Sanki herbiri mahallenin işbitirici emlakçısı gibi… Bir bölümü zaten öyle! Ne hikmetse bu hiç değişmiyor, pembe pembe, ışıl ışıl parlayan suratlar, garip bir sırıtma hali, hafif bir ışık patlaması, zira sanırım bu durum biraz ter yapıyor.
Cari siyasetin bir alışkanlığı bu ve birkaçı hariç hemen hepsi bu alışkanlığa uymayı tercih ediyor. Ya da çevrelerinde hızla çoğalan güruhtan gelen öneriler bu yönde oluyor ve onlar da teslim oluyor. Keşke ne o fotolar olsa, ne de o güruh…
Partiden anladıkları yağma partisi!
Aday adaylarının amansız yarışı, kafa göz yarmaktan her tür ayak oyununa, çamur atmaktan bin bir denge hesabına sürdü ve iyi kötü, tabii ki her zamanki gibi bu ülke için kötü sonuçlandı. Kimi partiler çatır çatır pazarlık yapıp başkan adayı çıkarmayarak kendilerince hedeflerine ulaştı, kimileri küstü ve aday çıkardı. Partilerin genel merkezlerinde en rezil ayakoyunları ve çamur atmalar sonucunda kotadan listeye girenler, ardından il teşkilatından kotaya girenler, o bu derken, yine her türlü entrikacı pek çok yerde belediye meclislerini garanti altına aldı, tabii o liste bir ölçüde delinecek seçimde ama işte zaten o aritmetik hesap ve liste sıralaması kavgası da yapıldı zaten!
Aday belli olunca hemen ters takla!
Bu zorlu mücadele sırasında, o yukarıda sözünü ettiğim güruhtan pek çoğu birkaç adaya birden oynadı, her gün iddaa kuponu çalışır gibi, bu yarışı kontrol ederek, ‘hangi adaya nasıl gaz verilir?’, ‘hangisi ne ölçüde yağlanmalı?’ ve ‘hangisinin yanında ne tür poz verilmeli?’ üzerine düşünüp taşındı, taktik geliştirdi. Hatta bununla da yetinmedi, yarın öbür gün adaylığı kesinleşenin kuyruğuna takıldığında, diğer aday adaylarının yanında olduğu kareler varsa, buna ilişkin bahanelerini bile hazırladı.
Bunlar girift işler, öyle sadece adayı pohpohlamak yetmez, kendinizi de öyle bir parlatmalısınız ki, aday sizi bir şey sansın! İşte bu sebeple yalan dolan bir hayat hikayesi ve ‘müthiş geniş etki alanı’ masallarını yaymak için canla başla çalıştılar. Ama bu zorlu rekabette bu da tek başına yetmez, aynı zamanda o güruhtaki rakipleri karalamak gerekir ki, öne çıkabilesiniz. Aday adaylığı sırasında, diğer aday adaylarının gizli ajanı suçlaması, bu konuda en çok kullanılan argüman doğal olarak… Yetmedi mi, özel hayatına ilişkin kara çalmak da olur. Geçmişine ilişkin her türlü uydurma isnat da… Gerçi bu güruhun hepsi birbirine bu gizliden pislik atmayı yaptıklarından, genelde tüm bunlar boşa çıkıyor ama olsun, ya tutarsa!..
Akbabalar dalışa geçti bile…
Şimdi ise başka bir rekabet sürüyor. Bunun adı, ‘ben seçim boyunca başkanın yanındaydım’ argümanıyla başkan adayının olduğu her yerde boy göstermek. Arada bir onu ondan fazla düşünür pozlar takınıp ekipteki diğerlerine çamur atmak. Yetmedi, gizliden gizliye seçim çalışmalarını yapanları sabote edip sonra onları eleştirmek. Böyle bir de seçim propaganda ekibi içinde bir yarış sürüyor.
Bitmedi… Bir yancı tipi daha var.
Bunlar her zaman belediyeden çöplenen ve her dönem işlerini yürüten bir tür. Söz gelimi bir dönem önceki belediyenin tüm yolsuzluklarına ve beceriksizliklerine göz yummuş, ta ki işinden olana kadar ya da işinden olmasa da artık o başkanın geleceği olmadığını anlayana kadar, her türlü dalaverenin içinde yer almış, o dalavereyi gizlemiş yerel yönetim asalakları…
Bunlar varolduğu sürece hiçbir zaman bir belediyenin şeffaf ve temiz olması mümkün değil. Hele ki hesap verebilirlik söz konusuysa bu tam anlamıyla imkansız. Bunlarla mücadele etmek, geçmişte sivrisinekle mücadele etmekten bile zor. Zira bataklık kurusa da bunlar birilerine yapışıyor, önce onu zehirliyor, ardından da o ilçenin ya da kentin halkının kanını emiyorlar. E belediye meclisine girenlerin önemli bir bölümü de aynı türden olunca, sıtmanın kökü bir türlü kurumuyor.
Oyuna giremeyen çift dalıyor
Mesele sonuçta kişisel ikbal ya, parti disiplini, ideoloji, bu ülkenin geleceği falan külliyen hikaye… Bunu en iyi anlamanın yolu, küçük bir gözlem yapmak. Tüm hile hurdaya, tüm tırmalamalara rağmen aday olamayan, belediye meclisi listesine giremeyen ve o dönem boyunca belediyeden arpalanamayacağını anlayan çamurlara gelelim şimdi…
Zaten önümüzde bir ‘lekeli güvercin’ var işte bu tiplerle ihya edilmeye çalışılan… Aday adayı tak oradan aday oluyor, tak kalanlar da son bir umut o liste için birbirlerine çelme takmaya, birbirlerini tekmelemeye başlıyor. Bir umut, ‘seçilirsek ne güzel yeriz’ hesabı…
Daha üç-beş gün önce ‘partisi için ölecek’ bu hacıyatmazlar, bu kez en cevval parti düşmanı kesiliyor. Daha birkaç gün öncesine kadar paçasına yapıştığı, pabucunu yaladığı insanlara her türlü çamuru atıyor ve tabii bildikleri her türlü yolsuzluğu da ifşa ederek… Büyük olasılıkla bu ağzından salya aka aka siyaset yapanların çoğu sandığa gömülecek… Ama keşke her şey bu kadar basit olsa, zira seçilecek olanların önemli bir bölümünün bunlardan zerre farkı olmayacak!
Hesap verilmez alınır…
E öyleyse, bu ülkenin ahlaklı, onurlu ve yurtsever insanlarına ne yapmak düşer? Cari siyasetin dışında kalabilmiş siyasetçilere ne düşerse o düşer. Amansız takip! Bugüne kadar bir türlü beceremediğimiz şey… Bunun yolu da örgütlenmek, siyasi temelde değil ama ahlaki temelde bir araya gelebilmek. Sanki kolay gibi duruyor değil mi? Değil, hem de hiç değil. İşte bu sebeple mahalle meclisleri, işte bu sebeple kent konseyleri, işte bu sebeple yurttaş inisiyatifleri çok önemli. Kriteri katılımcı, şeffaf, hesap verebilir, yönettiği bölgenin halkının ortak aklına danışabilen ama aynı zamanda yönetebilen becerikli bir belediyecilik…
Bunu dile getiren, üstüne basa basa dile getiren birkaç aday var. İşte önce onlara bir destek vermek gerek sanırım. Ama destek vermek asla yetmez, sonra o rezil çarkta bozulmamaları için de destek gerek. O desteğin adı sürekli denetim, o vaatlerin yerine getirilip getirilmediğini sorgulamak ve hesap sormak. Hangi güçle mi? İşte ona örgütlenmek deniyor. Yeni nesil siyasetin örgütlenmeleriyle ve eğer varsa mahalle meclisleri ve kent konseyleriyle, yetmez bunun yanında daha sıkı ve sürdürülebilir bir taban inisiyatifiyle… Hayal gibi mi? Evet biraz! Bu hayal var ya bu hayal, orada burada ütopyasını sakız gibi çiğneyenlerin hayallerinden çok daha gerçekçi ve gerçekleştiğinde toplumu, siyasi kültürü, hatta sosyoekonomik ve sosyokültürel sistemi değiştirecek bir hayal…
Süleyman KARAN