“Ortada mağduriyet hikâyesi, dramatize edilecek bir Kılıçdaroğlu portresi yok”

Türkiye alışık olduğumuz türden bir seçim atmosferi yaşadı. Tarafların ‘kritik, hayati, varlık-yokluk meselesi’ vurguları ile ilişkilendirdiği saflaşma hali güncel gelişmelere rengini verdi. Bu süreç içinde ‘statüko’ ve ‘değişim’ jargonları tarafların sistem içi rollerini özetleyen parametreler olarak öne çıktı. Buradan da anlaşılacağı üzere muhafaza edilen, restorasyon ihtiyacıyla değerlendirilen olgu mevcut yapısal hiyerarşinin devamıydı.
AKP iktidarıyla önemli ölçüde dönüşüm geçiren, özünü bulan ve oligarşik karakterini sağlamlaştıran sistemin köklü değişimini içermeyen, egemenlik ilişkilerine dokunmayan, sermayenin tahakkümüne son vermeyi hedeflemeyen süreçlere bağlamı dışında abartılı anlam yüklemek siyasal gerçeklerin karartılması anlamı taşır.
Çok partili seçim sistemine geçişle birlikte günümüze değin parlamentonun kutsandığı, amaç haline getirildiği ve burjuvazinin çıkarlarının garanti altına alındığı bir zemin işlevi gördüğü gerçeğiyle karşı karşıyayız. Ülkede yönetememe krizinin ağırlaştığı aşamalarda icra edilen darbelerde emperyalist dünya düzenine bağımlılığı koruma temelinde oldu. Asker-sivil oligarşik güçler için araçsallaştırılan süreçler sınıf çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde rutindir. Halk muhalefetinin güçlendiği, sistem dışı hüviyet kazanmaya başladığı dönemlerde açık faşizm darbe-cunta sistematiğiyle görünür kılınır. Bu minvalde 1950’lerden itibaren üst yapıdaki dönüşüm ve yaşananlar iyi irdelenmeli. Düzen partilerinin yetersiz kaldığı, kriz yönetiminin boşa çıktığı koşullarda Amerikancı darbeler gündeme geldi. Siyaset kurumunu değerlendirirken sivil-asker oligarşik güçlerin rolünü devamlılık ilişkisi üzerinden okumalıyız. İktidarlar değişse de sermaye sınıfının egemenliği değişmiyor. Bu fasit daireden çıkış ise sistem karşıtı mücadeleyi büyütme zorunluluğu içeriyor.
Türkiye gibi yeni sömürgeciliğin geçerli olduğu ülkelerde kısmi-demokratik taleplerin karşılık bulabilmesi bile devrimci mücadeleyle mümkün kılınabilir. Muhalefet cephesinde parlamentarizm öne çıkan bir çizgi olsa da dolgu malzemesi olmanın ötesine geçemedi. Parlamentarist çizgi kitlelerin talep ve beklentilerini düzen sınırları dâhilinde tutmanın, rehavete sürüklemenin ve öfke sönümlenmesine hizmet etmenin adresi oldu.
Sloganik öğelerle lanse edilen parlamenter vaatlerin çıtası ne kadar yüksek olursa olsun seçim gecesinden başlamak kaydıyla halk unutulur, dümen başına geçenler müesses nizamın bekasına soyunur. Parlamento kürsüsü de vekillerin hamasi nutuklar çektiği, laf yarıştırdığı arenaya dönüşür. Adına ‘başkanlık sistemi’ denilen otokratik yapının hükmünü icra ettiği koşullarda ülke parlamentosu ‘burjuvazinin ahırı’ vasfını da yitirdi. Toplumsal alanda düşünce, ifade ve örgütlenme hakkının ortadan kaldırıldığı, orta çağ artığı odakların yelkenlerinin şişirildiği, emeğe yabancılaşmanın revaçta olduğu ve yandaşlık bağıyla örgütlenen paramiliter cehaletin ‘makbul vatandaşlığa’ eşitlendiği ülkede seçimlerin ‘baharın gelişi’ gibi karşılanması, siyasal kavrayışın buna endekslenmesi ve sandığın çözüm getireceğinin salık verilmesi en hafif tabirle ham hayalciliktir. Mevcut parlamento, halkın hakları ve geleceği noktasında çözüm mercii değildir.
Reformist-sosyal demokrat muhalefet dinamikleri politik kimyaları gereği restorasyoncu, uzlaşmacı ve sınıf işbirlikçisi eğilim gösterir. Seçimlere yükledikleri anlam, kurulan ittifaklar ve pratik şekillenişleri bu minval üzerinedir. Yerine getiremeyecekleri vaatler veren, burjuvazinin sınırlarını belirlediği koşullarda seçimlere katılan ve yanılsamalar yaratan parlamenter sol bu vesileyle seçtirebileceği birkaç vekil şahsında eklenti rolünü yerine getirir. Parlamenter sol; ilkesiz, konjonktüre göre renk değiştiren, popülarite kazanmak uğruna dejenere kampanyalara bel bağlayan ve iktidar bilinci dumura uğrayan bir toplamı ifade eder.
2023 seçimleri bağlamında ham hayalcilikten özgüven kaybına savrulan tepkiler ön plana çıktı. Reformist-liberal solun kristalize ettiği seçim reçetesi tuttukları yer ve rolleri göz önünde bulundurulduğunda başta kendilerine çare olamadı. Ne iktidar bloğunda gedik açılabildi ne kitlelerin kader tayin edici desteği muhalefete kanalize edilebildi ne de oy hanelerinde başarı addedilebilecek artış oldu. Millet ittifakı (CHP), Emek ve Özgürlük ittifakının AKP-MHP-cemaatler bloğu karşısında toptan bir yenilgi yaşadığını söyleyebiliriz. Hâlihazırda düzen muhalefeti adına ‘başarı’ jargonlu söyleme yaslananları ciddiye almamak gerekir. Yenilgilerine kılıf üretmek, politik açmazlarını perdelemek ve kitleleri yeniden seçim aldatmacasına alet etmek için güncel yalanlar devreye girecektir.
Bu noktada muhalefet partilerinin Cumhurbaşkanı adayı olan Kemal Kılıdaroğlu’nun seçim stratejisine dair değinmeler yapmalıyız. Alevi kimliğinden kaynaklı şahsına yönelen algı operasyonlarına karşı çıkmakla birlikte siyasi sorumluluğundan ötürü başarısızlık hanesine yazılmalıdır. CHP’nin dehlizlerinde kümelenen, Kılıçdaroğlu’nu da etkileyecek düzeyde nüfuz sahibi hiziplerin ekseriyeti seçim yenilgisi sonrası ‘Alevilerden’ duydukları rahatsızlığı yansıtan atraksiyonlar gerçekleştiriyor. Karadeniz-Sünni etiketli olanlar “yerli ve milli muhalefet” kulvarına girmeye en yatkın aday durumunda. ‘Aleviler oy versin ama yetkili organlarda yer almasın.’ Zaten yeni dönemde seçilen vekillere bakıldığında temsiliyet açısından gayelerine büyük ölçüde ulaştıkları görülüyor. Bir elin parmaklarının sayısını geçmeyecek kadar ‘Alevi’ kimlikli vekil var. Ve bu az sayıdaki vekil kurumsal Alevi hareketiyle de ilgili değil. Tablo EÖİ (YSP) listesinden seçilen vekiller yönünden de benzerlik taşıyor. ‘Al birini vur ötekine.’
Düzen muhalefetinin yenilgisini (yenilgide payı bulunmayan) Alevilere yükleyen çıkarımlar ne adına yapılırsa yapılsın hâkim mezhepçi algılara hizmet eder ve buradan doğru laf ebeliği yapanlarda iyi niyet aranamaz. Ulusalcı, ülkücü eskisi ve liberal sol cenahta sıklıkla dillendirilen “kazanacak aday” tartışmasının çıkış noktası ‘Alevi’ aday olmasın çığırtkanlığının ifadesiydi. Osmanlı’nın, Yavuz geleneğinin kirli mirasını devralan odaklar Alevi karşıtı tutumlarında devamlılık gösteriyor. Velhasıl RTE ‘parantez’ açıyor, dikkat çektiğimiz cenah içini dolduruyor.
Türkiye’de siyaset kurumu ‘elitlerin’ buluştuğu bir toplanma merkezi işlevi gördüğünden dava-mücadele-parti sarmalı kişisel ajandalara hizmet ettiği koşullarda kutsanır. Rant siyaseti başat eğilimdir. Aktörler, araçlar değişmediği sürece adı “başkanlık sistemi” veya “parlamenter sistem” olsun farklı sonuç doğurması beklenemez. Emperyalizme bağımlılığa ve sermayenin tahakkümüne dokunulmadığı müddetçe sağdan sola dizilim gösteren partiler çarkın dişlisi vazifesi görür. Bu minvalde ‘son seçim, en kritik seçim’ gibi belirlemeler temelsizdir çünkü hâkim yapıyı meşrulaştırdığı sürece seçim aldatmacasına ihtiyaç duyulur.
Seçim yenilgisine mazeret üretmek bir siyasal yöntem konusudur. Başvurulan en bilindik yöntem mazeret üretmektir. Türkiye’de burjuva anlamda bile demokrasi olmadığı, demokratik tahammüller işlemediği için kitleleri yalanlarla dolduruşa getirmek basit. Hâlbuki vekil profillerine, parti sıralamalarına göre sağcıların, sağcılığın türlü tonlarından meclis aritmetiği oluşmuş, muhalefetten muhatapları oralı değil. İşte bu bağlamda K.Kılıçdaroğlu’nun rolü sorgulanmalı. Kılıçdaroğlu ve parti şürekâsının iktidar bloğuyla sağcılık yarıştırması, bu toplamdan oy devşirme hesapları ters tepti. ‘Her şey aslına rücu eder.’ İdeolojik-mezhebi gerekçelerle tutum sergileyen sağ muhip aslı varken çakmasına rağbet etmedi. Burada mevcudu (Sünnicilik-Türkçülük) koruma histerisi de tercihleri önemli ölçüde etkiledi. Manipüle edilmeye müsait popülist söylem ve vaatler, münakaşadan kaçınan lakaytlık düzen muhalefetinin yenilgisine kapı araladı.
Kutuplaşmış toplum sosyolojisini doğru tahlil eden hâkim yapı güttüğü sağ muhibbin algılarını seçim bahsinde ‘terör, beka, millilik’ safsatalarıyla istediği noktaya yöneltti. Kılıçdaroğlu’nun kalp işaretiyle malum cenaha seslenmesi boşlukta kaldı. İttifak çizgisi de ikinci bir AKP’yi Meclis’e göndermeye hizmet etti. Güya kazan/kazan siyasetiydi; bir kez daha yenilgi gerçeğiyle tanıştı. AKP döküntüleri eliyle muhafazakâr seçmenden oy alacaktı, sonuç ortada; havasını aldı. İlk turda faşist ‘eleman’ S. Oğan bile bu cenahtan daha çok oy topladı. Şimdilerde tartışmaları sığ alana hapseden isim bazlı şablonlar revaçta. Yenilginin başlıca sorumluları Onursal A., Tuncay Ö., Oğuz Kaan’mış… Bu isimlerle çalışmayı önemseyen, onlara kritik görevler veren, uyarı ve eleştirileri dikkate almayan Kılıdaroğlu değil, isimleri zikredilenler mi kabahatli? Yol arkadaşlarını Kılıçdaroğlu seçti, muhalif seçmen değil. Politik yetmezliğin, kadro tercihinin bedeli olmalı. Ortada mağduriyet hikâyesi, dramatize edilecek bir Kılıçdaroğlu portresi yok.
AKP-MHP-cemaatler ittifakının seçimi kazanması süregelen politikalarda ısrara tekabül edecektir. Önemli bir bölümü iktidar destekçisi olan halk kesimlerini daha fazla yoksullaşma ve yozlaşma bekliyor. Düzen muhalefetinin barutunu tükettiği, ulusalcılık-milliyetçilik-ihvancılık batağının yükselen değer gibi lanse edildiği, saray ile uyumlu “yerli ve milli muhalefet” yaratımının somutluk kazanacağı dönemden geçiyoruz. Hak ve özgürlükler mücadelesi düzen muhalefetinin boğucu atmosferine terk edilemez. Dinamik, yaratıcı ve sokağı esas alan direnme dinamikleri oluşturulmalı; tüm mücadele alanlarında ‘hak verilmez alınır’ diyenler bir adım öne çıkmalıdır.