Bir çocuk ölmüş diyeler

On dört yaşında bir kız çocuğunun daha iş cinayetine kurban gitmesiyle çocuk işçi problemi bir kez daha gündeme geldi; gerçekte hiç gündemden inmemişti, sadece yeni bir vakaya kadar unutulmuştu. Üç gün sonra unuttuğumuz, topluca ölen madenciler gibi.
Zavallı çocuk, elbisesinin makinaya sıkışması sonucu can vermiş. Oysa işe uygun bir kıyafet ile çalışması gerekiyordu. Çalışma mevzuatına ve Yargıtay içtihatlarına göre, işverenin işyerinde kazaların önlenmesi için gerekli tedbirleri almış olması tek başına yeterli değildir, işçinin o güvenlik tedbirlerine uyduğunu denetlemesi, uymuyorsa bunun sebeplerinin araştırılması vb. sürekli gözetim görevi vardır.
Çocuk işçi çalıştırma sorununa dönersem, Türkiye, çok sayıda uluslararası mevzuat kapsamında çalışma ve iş güvenliği konularında düzenlenmiş sözleşmelerin çoğuna imza koyarak kabul etti. Bunlardan birisi- dünyadaki tüm ülkelerin kabul ederek imzalamış olmaları sebebiyle-belki de en önemlisi, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün hazırladığı 182 Sayılı, En Kötü Biçimlerdeki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesidir.
Sözleşmenin 3. maddesi şu hükümleri içerir:
Bu Sözleşmenin amaçları bakımından “en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliği” ifadesi,
“Çocukların alım-satımı ve ticareti, borç karşılığı veya bağımlı olarak çalıştırılması ve askeri çatışmalarda çocukların zorla ya da zorunlu tutularak kullanılmasını da içerecek şekilde zorla ya da mecburî çalıştırılmaları gibi kölelik ve kölelik benzeri uygulamaların tüm biçimlerini;
Çocuğun fahişelikte, pornografik yayınların üretiminde veya pornografik gösterilerde kullanılmasını, bunlar için tedarikini ya da sunumunu;
Çocuğun özellikle ilgili uluslararası anlaşmalarda belirtilen uyuşturucu maddelerin üretimi ve ticareti gibi yasal olmayan faaliyetlerde kullanılmasını, bunlar için tedarikini ya da sunumunu;
Doğası veya gerçekleştirildiği koşullar itibariyle çocukların sağlık, güvenlik veya ahlaki gelişimleri açısından zararlı olan işi kapsar.”
Yine 7. maddesinde;
“Her Üye, cezaî yaptırımların ya da uygun olduğu takdirde diğer yaptırımların kararlaştırılması ve uygulaması da dahil olmak üzere, bu Sözleşme hükümlerinin etkin şekilde uygulanmasını ve yürütülmesini sağlayacak gerekli tüm önlemleri alır.
Her üye, çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılmasında eğitimin önemini dikkate alarak etkin ve belli bir zamanla sınırlı şu önlemleri alır: çocukların en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğine dahil olmalarının önlenmesi;
Çocukların en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinden uzaklaştırılmaları, sosyal uyumları ve rehabilitasyonları için gerekli ve uygun doğrudan yardım sağlanması;
Çocukların en kötü biçimlerdeki çocuk işçiliğinden uzaklaştırılmaları için ücretsiz temel eğitim ve mümkün ve uygun olduğu takdirde mesleki eğitim sağlanması;
Özel olarak riskli durumda bulunan çocukların belirlenmesi ve onlara ulaşılması, ve kız çocuklarının özel durumunun dikkate alınması.
Her Üye, yürürlüğe konan bu Sözleşme hükümlerini uygulamak için sorumlu olan yetkili makamı belirler,” hükümleri yer almaktadır.
Türkiye bu sözleşmeyi kabul ederek imzaladı ve 2 Ağustos 2001 tarihinde yürürlüğe soktu. Soktu da ne oldu? Kâğıt üzerinde kaldı tüm taahhütler. Çocuk işçiliğinin önlenmesi bir tarafa, her yıl sayı ürkütücü derecede katlanarak artıyor. İstatistiklere göre, göre dünya üzerinde 152 milyonun üzerinde çocuk çalışan bulunuyor. Bunları büyük çoğunluğunun yoksul ülkelerde bulunduğunu tahmin etmek zor değil.
On sekiz yaş altı her birey hukuken çocuktur. Soruna bu gerçeği bilerek bakmak lazım.
Türkiye’de durum daha da vahim; özellikle Suriye ve benzeri ülkelerden gelen göç dalgasıyla birlikte çocuklar ucuz iş gücü olarak yetişkinlerle aynı şartlarda çalıştırılmakta, iş kazalarına daha fazla maruz kalmaktadırlar. Bu çocukların seks işçisi olarak istismar edildikleri gerçeği de başka bir yazının konusu olabilir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, çocuk işçiliği sorununun bitirilememesinin en önemli sebebi her gün artarak derinleşen yoksulluk ve buna bağlı olarak açlık tehlikesinin baş göstermiş olması. Çocuk işçi yoksul ailesinin yükünü sırtlanmak zorunda. Okul çağında olmasına rağmen, ilköğretimden sonra öğrenimine devam edemiyor. Özellikle kent hayatına dahil olduktan (ne kadar dahil olabildikleri tartışılır) sonra, çetin bir hayat mücadelesinin içinde buluyorlar kendilerini ve bunun için bütün aile bireyleri bulabildikleri her türlü işe koşuyorlar. İronik de olsa, aile ekonomisini böyle ayakta tutuyorlar.
Bir de çırak çocuklar sorunu var ki, bunlardan bahsedilmez bile. Bu çocuklara belli bir ücret ödenmediğinden çalışan olarak kabul edilmezler. Fakat yetişkin gibi her türlü işe koşulurlar.
Çocuk işçiliği çocuk istismarıdır. Çocuklar çalışmak zorunda kalmamalı, şanslı yaşıtları gibi okula gidebilmeli, oyun oynayabilmeli, kendilerini geliştirecek sağlıklı ortamlarda yaşa malıdırlar.
Çocukluğu çalınmış çocukların vebali hepimizin. Sessiz feryatları iş makinalarının takırtıları arasında kaybolup gidiyor. O iş yerlerinde sermaye sahibi veya yönetici konumunda bulunanlar eve gelip kendi çocuklarına sarıldıklarında neler hissederler acaba?
Kendi evlatları, şampanya ile yıkayıp bir de filme çektikleri süper lüks otomobillerle gezen ebeveynler. Kız öğrencilere bedelsiz kadın pedi dağıtılmasına sapıklık diyen insanımsı yaratıklar. Siz hangi dünyadan geldiniz!
Peki, ülkeyi yönetenler bu sorunun üzerine neden kararlılıkla gitmezler; bir imzayla sorunu kökten çözüp çocuk işçiliğini bitirmezler? Çünkü çöken ekonominin müsebbibi olarak, her gün daha da yoksullaşan, hayat pahalılığının altında ezilen; on binlerce ailenin, çocuğun getireceği üç kuruşa muhtaç olduklarını biliyorlar. İnsanlar isyan etmesinler diye çocukların istismar edilmelerine göz yumuyorlar kısaca. Ama, Aile Kurumu’na ne kadar önem verdiklerini (!) her fırsatta hamasetle dile getirmekten de geri durmuyorlar.
Son yıllarda çok popüler olan sokak röportajlarında, “Sizce iyi insan nasıl olmalıdır?” diye sorsalar, herkes kendince önemli bulduğu nitelikleri sayacaktır. Bana sorulsa, iyi insan başkalarının çocuğunu kendi çocuğu gibi gören, her türden canlıyı, tabiatı seven koruyandır, derdim.
Çocuk işçiler sorunu çözülecek gibi görünmüyor. Asli sorumlu olan siyaset kurumunun, yönetenlerin de çözmeye niyetli olmadıkları gün gibi ortada. Bu problem ancak yoksul insanların “cephede, fabrikada, neden hep bizim çocuklarımız ölüyor?” diye düşünmeye ve sorgulamaya başladıkları zaman çözülür.
Yunus’un zamanın ötesinden seslenen ölümsüz dizeleri insanlığın vicdanına mıh gibi çakılıyor:
“Bir garip ölmüş diyeler / Üç günden sonra duyalar / Soğuk su ile yuyalar / Şöyle garip bencileyin”