Ateşin yaktığı yer

Kuduz belasının topraklarımızı tamamen terk ettiğini sanıyordum, sanıyorduk. Bir çocuğun bu illetin pençesine düşmesiyle, bu uğursuz gerçekle bir kez daha yüzleşiyoruz.
Öğrendiğime göre, talihsiz yavru, bir köpek tarafından ısırılmış; yine öğrendiğime göre çocuk bu olaydan kimseye bahsetmemiş. Hoş, bahsetse bile sonuç değişir miydi, bilinmez. Çünkü ben de köyde büyümüş bir çocuk olarak, defalarca kere ısırılmışımdır, ninem ısırılan yere kendi yaptığı bir ilacı sürerdi, o kadar! Özellikle kırsalda köpek veya benzeri hayvanlar tarafından ısırılmak vaka-i adiyeden sayıldığı için üzerinde durulmaz.
Sadece kuduz vakalarında değil ki, ölümcül olabilecek her türlü hastalıkta bile hastane , doktor bilmezdi köylü. Şimdi değişmiş midir, bilmiyorum, belki en azından Aile Hekimliği falan vardır.
Kuduzun bir gerçek olarak hâlâ gündemimizi meşgul ediyor olması çok vahim; ancak unutulmamalı ki, kuduz çaresiz bir hastalık değil; zamanında müdahale edilir, geç kalınmazsa yüzde yüz tedavi edilebilen bir hastalık, diye biliyoruz. Kaldı ki, bütün ölümcül vakalarda, zamanında müdahalenin önemini toplumlar artık kavramışlardır.
Yine sosyal medyadan öğrendiğim kadarıyla çocuk uyutulmaktaymış. Ailenin hâlini, hangi duyguların pençesinde kıvrandıklarını ancak tahmin edebiliriz, belki biraz da empati. O ünlü ata sözünde olduğu gibi, ateş düştüğü yeri yakıyor, ne yazık ki!
Karşımızdakinin yerine geçerek onun acılarını etimizde, yüreğimizde hissetmek tam olarak mümkün değil. Bu yavru atlatabilecek mi bilinmez, dilerim atlatır. Fakat bundan sonra olabilecek vakalar bakımından yapılacak çok iş var. Bu vesileyle acılı aileye sabır diliyorum.
Öncelikle iş veteriner birliklerine, örgütlerine düşüyor. Özellikle kırsal kesimde, problemin ciddiyetini, alınması gereken önlemleri ortaya koymak, siyasetin ve bürokrasinin de dâhil edilmesiyle sempozyum, konferans, panel vb. gibi etkinliklerin hayata geçirilmesi elzemdir. Veterinerler problemin çözümünde öncü rol oynamalıdırlar. Böyle hayati bir konuda her kurum ve kuruluşun da gereken desteği vereceğinden kuşku duyulmamalıdır. Fakat…
Mesela, Milli Eğitim Bakanlığı Ana Okulları’ndan başlayarak her eğitim ve öğretim kademesinde konuyla ilgili eğitimler verilmesini sağlayabilir. Mesela, öğretmenler derse başlamadan evvel “Çocuklar, köpek veya benzeri hayvanlar tarafından ısırılırsanız mutlaka büyüklerinize söyleyin” gibi bir bildirimde bulunsalar problemin çözümünde önemli bir eşik aşılmış olur. Çok mu zor?
Peki, söz konusu Bakanlık böyle bir hareketi başlatır mı, hiç sanmıyorum. Onların çok daha mühim(!)işleri vardır çünkü. Bilinçli, çözüm sürecine gücü yettiğince bir katkı sunmak isteyen insanlar, sürekli olarak talep ederlerse, belki o zaman kayıtsız kalamazlar. Bizde tabandan gelen etkili ve kararlı bir tazyik olmazsa ne siyaset ve ne de bürokrasi kolay kolay harekete geçmiyor, örneklerini her gün yaşıyoruz işte.
Biz, bol bol laf üretir, hemen her konuda ahkâm kesmeyi pek sever, ama kuvveden fiile geçemeyiz bir türlü. Başlanan iş -eğer ucunda herhangi bir rant yoksa- bir sebeple kesintiye uğrar, birilerince engellenir; hatta, girişimci cezalandırılabilir de!
Biz problemlere çözüm odaklı yaklaşmıyoruz; problemi ya görmezden geliyoruz, ya gözlerden kaçırıyoruz; ya da şiddetle, baskıyla, sindirmeyle sönümlendirmeye uğraşıyoruz. Ayda ortalama 2-3 kadının cinayete kurban gittiği gerçeği bu iddiamı kanıtlamaya yeter. İkna edemezsen, döv, söv, olmadı öldür! Olayın nesnesini ortadan kaldırmakla problemin çözüleceğini zannetmek ancak zırcahil toplumlara özgüdür.
Hatırımızda hâlâ; tavuk gribi vakaları patladığında, sayısız kanatlı hayvanı canlı canlı ateşe atıp yaktılar. İşte, bizim çözümden anladığımız bu.
Bir korkum da, uzun zamandan beri sokakta köpekleri katletmekle kendilerini vazifeli addeden bazı insanımsıların (Örneğin, bunların başında ‘Havrita’ adlı sapkın bir çete gelmektedir) bu elim olayı bir fırsata dönüştürme hevesiyle toplu köpek katliamlarına girişebilecekleridir.
Bunların, öfkeli insanlardan oluşan geniş yığınları da arkalarına alarak gerçekleştirecekleri bu türden kıyımlara karşı tetikte ve uyanık durmak, meydanın boş olmadığını onlara göstermek zorundayız.
Hayvanla insanın karşı karşıya gelmediği, hayvanların savaşmamız değil, birlikte yaşamamız gereken can dostlarımız olduğu gerçeğini unutmadan; böyle elim olayların bir daha yaşanmaması dileği ile…