Erdoğan Kemalist mi oldu? Ya da daha temkinli bir ifadeyle millîci mi oldu?

Hemen herkesi Kemalist ilân etme potansiyeli olanların Erdoğan rejiminin Kemalistleştiğine delâlet diye ancak Cem Gürdeniz, Metin Feyzioğlu, hatta Doğu Perinçek gibi birkaç münferit ismi bulmaları ilginçtir. Böyle isimler ya teknik vasıfları nedeniyle, ya salt pragmatik planlara uygun görüldüklerinden ya da kendi stratejileriyle örtüştüğünden iktidar blokunda yer bulabilmiştir. Her halde, blok içinde sınırlı, geçici bir işlev taşımışlardır. Kaldı ki bazıları kısa sürede muhalif konumlara geri dönmüştür. Hiçbirisi rejimin asli, sürekli kadroları olmamış, bu rütbenin getirmesi beklenecek bir etkiyi taşımamışlardır. Dışarıdan gelip de asli kadroların parçası olabilmiş kişiler aranıyorsa Mehmet Uçum, Cemil Ertem gibi isimlere bakılması daha doğru olacak.
AKP uluslararası İhvan ağıyla hareket eden, hatta bir politik proje olarak, ulusal düzeydeki İhvan şubelerinin parlamenter siyasetine örnek olmuş bir partidir. Öte yandan, bir bütün olarak günümüz Türkiye’si gerek İslam dünyasındaki, gerekse Batı’daki siyasi iktidarlarla İslamcı bir politik, programatik platform zemininde diyalog kurmakta, önceliklerini bu eksende belirlemektedir. Ülkede rejimin en tamamlayıcı, en istikrarlı ve üstelik en organize ideolojik hattını İslamcılık oluşturmaktadır. Tüm bu tabloya bakıp Kemalist belirleyiciliğin varlığına hükmetmek ancak maksatlı bir yaklaşımla açıklanabilir.
Kendisini ulus-devlet sınırları içinde, onun sunduğu çerçevede inşa etmeye girişen her rejim onun getirisi olan bazı öğeleri, kendisine uyduğu ve kendisine uydurabildiği, en önemlisi ihtiyaç duyduğu ölçüde devralır ve masseder. Evrensel bir kural olarak, devralınan devlet geleneğiyle, hükmetme pratikleriyle ve bunların oluşturduğu tarihsel mirasla bulaşarak oluşan toplam herhangi bir kitabi ideolojiden çok daha güçlüdür. Ancak, rejimin meşruiyet referansları ve dili asla bunlara teslim olmaz. Onlar karşısında üstünlüğünü korur ve onları nötr, teknik, işlevsel kategorilere indirgeyerek hâkim ideolojik rengi kendisi verir. Türkiye’deki gidişatın bu tabloyla uyumlu olduğunu görmemek ise köklü bir düşünsel apolitizmin sonucu olsa gerek.