Dünya, şehir, cami ve ev: Bomonti Bira Fabrikası günlük hayatımızın neresinde?
Hüseyin ORTAK yazdı:
“Hayallerimizi psikiyatristlerden daha iyi bilirsin
Kilise, ev, mağara, hepsi ana rahminin güvenli sıcaklığını hatırlatır”
Latin Amerikalı devrimci rahip ve şair Ernesto Cardenal, “Marilyn Monroe İçin Dua” adlı uzun şiirinde insanın nesnel ve mekansal macerasına psikolojik bir yorumla değinir.
Bir rahibin kutsal olana yönelik yaptığı bu profan açıklama yadırgatıcı olsa da altında kutsal olanın, kurduğumuz her türden kutsal alanlara ne ölçüde müdahale ettiği üzerine bir zihin egzersizi başlatacak kadar önemli dizelerdir.
Mekan olarak cami, kilise, ev, mağara tezahürden çok ifşaya ihtiyaç duyar. Yani bir mekanın kutsallığı ilahi bir vaad yahut kuşaklar öncesinden gelen bir efsane gibi yollarla kendiliğinden oluşmaz ona atfedilen işlevin açıklanmasıyla gerçekleşir. Yaratıcı bahşetmez; biz insanlar inşa eder ve belli bir amaçla tahsis ederiz sadece.
Tarihçiler Roma’nın merkezi bir çukura kurulmuştur derler. Bu kurulumun güvenlik gereksiniminden kaynaklanan surların inşasını kolaylaştırdığı bir gerçektir. Bu çukurun açılmasında, yani şehirin kurulumunda kavisli bir nesneye ihtiyaç duyulmuş bu gereksinimi de insanlar saban kullanarak gidermişlerdir.
Urbs yani şehir sözcüğünün kökeninde urvum yani sabanın kavisli demirinin adının olduğunu söylemek yanıltıcı olmaz.
Saban demiri urvum surları, surlar şehirleri, şehirler üretimi, üretim sınıfları, sınıflar arası hakimiyet mücadelesi (mekanizma olarak) devleti, kiliseleri ve camileri ortaya çıkartmıştır.
Şimdi bunların birayla olan ilişkisi nedir diyeceksiniz?
Bunların birayla doğrudan bir ilişkisi yok tabiki. Birayla kuramadığınız ilişki yerine arsa rantı, şehir merkezindeki dar gelirli insanların yaşadıkları mahallelerin, üst gelir gruplarının ve turistlerin yaşadıkları mahallelere dönüşümüyle doğrudan bir ilgisi var.
İstanbul Şişli’de, adını verdiği semtte bulunan Bomonti Bira Fabrikasının ikinci bölümü şu sıralar yıkılıyor. Kentin endüstri mirasının örneklerinden birisi uzun süredir yanında bulunan konteyner mescidin arsasıyla birleştirilmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığına devredildi.
Buraya içinde caminin olacağı bir turizm kompleksinin inşa edileceği söyleniyor.
Bu yönüyle baktığınızda Diyanet İşleri Başkanlığı ve onun yönetimindeki vakıf ve dernekler Türkiye’nin en büyük ticari taşınmaz varlığına sahip kuruluşu olmaya doğru gitmektedir. Diyanet, kuruluş kanununda sadece camilerin bakım, inşası, din adamlarının kadrosunun idaresi gibi işlerle sorumlu tutulmuştur. Kurumun ulaştığı konsolide bilanço büyüklüğü çok dikkat çekicidir. Yıllar içinde bilançosu ve yaptığı işler büyüyen ve çeşitlenen kurum. Bugün kuruluş kanununda belirtilen görevlerinden uzaklaşmış MEB ve onun taşra teşkilatıyla yaptığı protokollere bakıldığında milli eğitim üzerindeki belirleyiciliği daha net görülecektir.
Yani mesele yeni bir cami hizmete sokmanın ötesinde, Diyanetin yeni üstlendiği görevlerine kaynak üretme amaçlıdır.
Bomonti, yakın geçmişe kadar İstanbul’un tekstil üretiminin önemli noktalarından biriydi. Feriköy, Halife Edip gibi çevre mahalleleri İstanbul’un bilinen işçi mahallelerindendi. Bomonti ve yakın işçi mahalleleri bu özelliğini hızla kaybetmekte.
Semte adını veren fabrikanın İkinci Bölümü demişken, Birinci Bölümünün iktidarın önemli bir destekçisi durumunda olan İC Holding’e verildiğini ve bira fabrikasının İstanbul’un yeni eğlence ve turizm merkezi Bomonti Ada unvanıyla Doğuş Holding tarafından işletildiğini, fabrikanın arazisine IC Holding tarafından yapılan kulenin Hilton Otel olarak işletildiğini hatırlatalım!
Bölge, İstanbul’un lüks yerleşim ve bunun sosyal eklentileri olan restaurantlar, cafeler, tasarım butikleri açısından zengin bir bölgesidir. Bu yönüyle Tarlabaşı, Taksim Hattı, Dolapdere, Hacı Hüsrev hattı gibi yüksek kar ve kolay satış özelliği taşıyan kentsel dönüşüm alanlarına benzemektedir.
Tarlabaşı- Taksim hattında Tarlabaşı projesine yakın noktada alışveriş merkezi yapmak amacıyla gözden çıkarılan Gezi Parkı örneğinde olduğu gibi çevresindeki sosyal alanları da yok etme potansiyeli güçlü bu tip makro projeler aynı zamanda kentin iktisadi ve sosyal dokusunu da tahrip etmektedir.
ABD’de işlerin yolunda gittiği neo-liberal sistemin ve CEO ve üst düzey yöneticilerin keyiflerinin gıcır olduğu Clintonlu yıllarda New York Manhattan’da konut ve ofis talebi artmış, konut fiyatları çok yükselmişti. Dönemin cin fikirli iş adamı Belediye Başkanı Bloomberg, Harlem’de büyük ve yukarıda anlattığım örneklere benzer bir projeye kalkışmıştı. Bunu yaparken Harlem’de hayat ve barınma koşullarını düzelteceğini, suçu azaltacağını, Harlemi ve Manhattan’ı yaşanır bir bölge haline getireceğini söylüyordu. Dediğini yaptı… Doğu Harlem büyük inşaat şirketlerine teslim edildi ve yeni yüksek binalar yapıldı. Bu durum, bölgede konut fiyatlarının ve kiraların artmasına ve Yerleşik Doğu Harlem halkının mahallelerini yeni daire sahiplerine teslim etmesine neden oldu. Bu süreç Blomberg’in iktidarını kaybetmesine ve yerine Bill de Blasio’un seçilmesine kadar uzadı.
1990’lar Doğu Harlem İmar hareketleri günümüz metropollerini yöneten iktidarlar için önemli dersler barındırmaktadır. Kent merkezindeki büyük ölçekli imar hareketleri bölgelerin nüfus ve yerleşim yapısına büyük zararlar verdiği açıktır. İlk etki olarak, tüm şehir genelinde bina ve kira fiyatlarını yükseltmekte şehrin yaşam maliyetini yükseltmektedir.
Çalışanların ve emeklilerin yoğun oturduğu bu mahalleler şehrin asli unsurları olan bu yurttaşların yaşayamayacağı yerler haline getirilmekte ve onlar merkezden göçe zorlanmaktadırlar.
Neresinden bakarsanız bakın mevcut yaşayanlara daha iyi yaşama koşulları üretmeyen bu tip projelerin sosyal krize neden olduğu ortadadır.
Yoksulluk ve sosyal eşitsizlik üreten imar faaliyetleri karşısında yoksulları ve dar gelirlileri korumak için hayırseverlik dışında devletin sorumluluğunda eşitsizliğin sonuçlarını giderecek kira desteği, KDV iadesi gibi doğrudan destek politikaları acilen uygulanmalıdır.
Bir inşaat şirketine şehrin bir mahallesinin tarihi ve huzurunu bozma pahasına inşaat, büyük projeyi hayata geçirmesine izin verilmeli midir? Bu içinde çatışmalar barındıran bir sorundur ve basit bir çözüm yolu mümkün değildir. Bu sebeple en geniş halk kesimleriyle konuşulmalı ve mutabakata varılmalıdır.
Dünyanın her yerindeki neo liberal siyasetçi ve ekonomistlerin yaptığı gibi krizi ve doğan çatışmaları yok saymak, boyutunu küçümseyerek olağan konjonktürel hareketler olarak tanımlamak ise krizle yaşamayı göze almayı gerektiriyor. Bunun toplumsal maliyeti binaların proje değerinden çok yüksektir; görüyoruz ve göreceğiz!