Davutoğlu’nun katarında geleceğini arayan ‘Alevi’ politikacı…
Son günlerde tartışılan konular arasında Ahmet Davutoğlu’nun kurucu Genel Başkanı olduğu Gelecek Partisi’ne kurucu üye olarak katılan Alevi Kültür Dernekleri (AKD) Genel Başkanı ve Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri Doğan Demir’in aldığı bu kararın yansımaları oldu. Anlaşıldığı kadarıyla mevcut dernek yönetimi Demir’in sağ- muhafazakâr kulvardan politikaya soyunma adımına destek veriyor. Davutoğlu’nun katarına eklemlenen Demir’in ardından derneğin yeni başkanı seçilen İsmet Kurt tarafından yapılan yazılı açıklamada parçası oldukları absürt durumun özeleştirisini vermek yerine Demir güzellemesi ve sanki faydalı çalışmalar yapılmış gibi ‘’kendinden menkul kişi ve kurumların’’ onları yolundan alıkoyamayacağına dikkat çekildi. Alevi hareketinin kalburu haline gelen bu anlayışın ortakları benzeştikleri siyasal İslamcı ve liberal çevrelerden pişkinlik noktasında hiç geri de durmuyor. Yani ‘’hem suçlu hem güçlü’’ yaklaşımla karşı karşıyayız.
Alevi hareketi çarpık şekillenen siyasallaşmanın sonucu olarak yıllardır SOS veriyor. Türkiye ve Avrupa’da yaşanan olumlu gelişmelerden ziyade olumsuz örnekler öne çıkıyor ve tartışmalar bir sonuç üretmiyorsa mevcut kurumsal yapı ve yönetici profili enine boyuna sorgulanmalıdır. Statüko kırılmadan inanç esaslı yeni bir derleniş söz konusu olamaz. Mesela X mahalle veya ilçede bir Cemevine üye olabilmeniz için bile önünüze mevcut kurumun kıytırık gerekçeleri engel olarak çıkarılıyor ve ekipçilik- yörecilik bağlarıyla yandaş topluluğu oluşturuluyor ise oradan topluma fayda getiren bir şey çıkmaz. Denetlenemeyen, koltuğa oturanın kalmak bilmediği, tabelaların yarıştığı dernekçilikle ancak buraya kadar gelinebilirdi. Halk cenaze işlemlerinin karşılanması talebi dışında buralara uğramıyor ve mesafeli yaklaşıyorsa bunun sorumlusu kalbur haline gelen kurumsal anlayıştır.
Konuyla ilintili olarak bir buçuk yıl önce yazdığım bir yazıda dikkat çektiğim hususlar bugünkü tartışmalarında temelini oluşturuyor. Şöyle demiştim:
“Geçmiş yıllara nazaran mevcut Alevi örgütlülüğü içinde himayeci ve halkçı karakterli kesimlerin gelinen aşamada benzer pratiklerden fayda ummaya çalıştıklarına, ‘siyasal ve sosyal’ farklı eğilimlerini törpüleyen söylemler geliştirdiğine şahit oluyoruz.
Lafızda ‘muhalif’ argümanlar kullanan, kendi dışında olanları ‘düzenle barışık olmakla’ itham edenlerin keskin dönüşlere imza attığı; başkalarının hassasiyetler nedeniyle cesaret edemediği buluşmalara kendilerinin pişkinlikle dahil olabildikleri bir dönemden geçiyoruz.
Alevi toplumsallığı üzerinden kendini var eden, ya ufku bağlı olduğu politik çevrenin çerçevesiyle ya da kişisel ikbal arayışlarıyla sınırlı anlayışların bir uçtan diğer uca savrulduğu çözülme dönemini yaşıyoruz da diyebiliriz.
AKP ve MHP’li politik figürlerin kendilerine propaganda alanı olarak kullandığı temaslara imza atanların bir bölümü, kendini ‘demokratik Alevi örgütlülüğünün’ parçası olarak tanımlıyor.
Alevi sorununu dar dernekçilik algılarına hapseden, proje fonculuğu adı altında getirim sahasına dönüştüren ve Cemevi inşaatı-ihtiyaçları gibi gerekçelere sığınanlar düne kadar sözde karşı çıktıkları şeyleri şimdi kendileri yapıyor.
Somut örnekler vermek gerekirse; Cem Vakfı’nın hem AKP hem de Fetullah cemaati ile kurduğu yakınlık ilişkisinin bir ürünü olan ‘Cami-Cemevi projesine’ karşı haklı olarak tavır gösteren Alevi derneklerinden bazıları günümüzde tam tersi noktaya savruldu.
Açık-gizli şekilde AKP’li Bakanlarla, saray danışmanlarıyla, partinin genel ve yerel yöneticileriyle buluşuyor, perde arkası samimi dostluklar geliştiriyorlar.
‘Filanca dernek başkanının falanca Bakanla hukuku öyle etkili ki kimse onunla aşık atamaz’ türünden dedikodular bile kulağımıza geliyor.
Aynı düzlemde MHP ile yerellerde kurulan ilişkilerde daha görünür bir biçim almış durumda.
Sivas davasının sanık avukatları arasında yer alan, ‘yine olsa avukatlık yaparım’ diyen Belediye Başkanı için göreve getirildiği vakit tepki gösteren bir kısım Alevi dernek yöneticisi, artık tersini düşünüyor olmalı ki, onu etkinliklerine davet ediyor, birlikte el ele poz verebiliyor.
Oyalama ve zayıf yönlere oynama temelinde gündeme getirilen sözde ‘Alevi Çalıştaylarına’ katılanları sert bir dille eleştirenlerin bir kısmının başlığı farklı olsa da aynı amaca hizmet eden toplantılara iştirak ettiği de görülüyor.’’
Doğan Demir örneğini kenarda tutarsak elbette kişilerin politik tercihleri kendilerini bağlar. İsteyen istediği partide aktif siyasete soyunabilir, çeşitli vesilelerle bir yerlere adayda olabilir. Kişinin Alevi kökenli oluşu tek başına bu yönlü karar alma süreçlerinde belirleyici olmamalı. Sonuçta farklı beklenti ve eğilimlerin neticesinde tercihler karşılığını buluyor. Burada problem teşkil eden yön resmi din olgusunun ve kamusal alanının kabul etmediği, ötekileştirdiği ve ‘sorun odağı’ gibi gördüğü inancın yapısal sorunun parçası politik öznelerle kurulan kişisel ilişkilere payanda yapılmak istenmesidir. Demir’in güncel örneği olduğu ilkesiz ve inanç istismarcısı anlayış farklı isim ve gerekçelerle vücut bulmaktadır. Alevi derneklerini siyasi partilere kontenjan geçişler için kullananlar hep oldu ve Demir sonrası da olur. Alevi halkına rağmen sığıntı karakterli Aleviciliği hem Türkiye hem Avrupa’da geçim kapısı haline getiren bilindik anlayışlar aşılmadığı sürece aynı tartışmaları yapar dururuz. Alevi kurum yöneticisi (burada ‘başkanı’ demek daha isabetli olur, böyle durumlarda birinciliği kimseye bırakmazlar.) olup aynı zamanda bir siyasal partiden bir yere aday olunması olağanlaştı. Oysa bugüne kadar iç bölünme ve kurumları zayıflatan süreçlere hizmet etmesi dışında Alevi hareketine olumlu dönüşü olmayan particilik trendine dur denilmesi gerekiyordu.
Politikaya meyleden, daha doğrusu bir yerlere partili kimliğiyle aday olacak kişilerin, ilk yerine getirmesi gereken etik davranış bağlı olduğu kurumla olan ‘yöneticilik’ hukukunu sonlandırması, kişisel meziyetleriyle rüştünü ispat etmeye çabalamasıdır. ‘Falan Alevi kurumlarının adayı’ gibi inanç istismarcısı kampanyalar Alevilere rağmen dayatılan dışarıdan müdahale özelliği taşıyor. Kendini ‘kurumsal aday’ edalarıyla pazarlayan herhangi birine, herhangi bir Alevi vatandaşın, ‘sen kimsin ki, beni-bana rağmen temsil edeceğini diline doluyorsun?’ demesi gayet olması gereken yaklaşım biçimidir. Halktan kopuk, ufku dernek çevresini aşmayan, bu yönetici profilinin adaylık süreçlerinde sonu hüsranla biten sonuçlar aldığı da akıllardadır. Önemli olan dünden bugüne hafızaları tazelemek ve eğip bükmeden gerçeğe işaret etmektir.
Ahmet Davutoğlu’nda ‘gelecek’ gören, onunla ‘yol arkadaşı’ olan, Doğan Demir örneği, ‘’zurnanın zırt dediği yerdir.’’ Son 6 yıldır AKD’nin Genel Başkanlığını yapan Demir’in bu süre zarfı boyunca dernek bünyesinde giriştiği tasfiyelere dair onlarca haber dolaşıma girdi. Derneğin şubelerini kendi ekibine yakınlık ilişkisi üzerinden dizayn ettiği, muhalif şube yönetimlerini baskıladığı ve son kertede tasfiye ettiği yönünde bilgiler aralıklarla gündeme geliyordu. Hadi bunların bir kısmı abartı diyelim. Lakin ‘demokratlığı’ kendine yakınlıkla sınırlı olduğu ilgili her çevre tarafından biliniyor. ‘Külhanbeyi’ tavırlarıyla derinlik kazanan arka plan bağlantıları hakkında söylenenlere ise değinmiyorum… Sonuçta; Alevi hareketinde olması zorunlu öncelikleri yok sayıp, ‘kendinden menkul’ kariyerist-oportünist kişiliklere yatırım yapıldığı için ‘’kel başa şimşir tarak’’ durumu söz konusu.
Sahi bir Alevi kurumuna başkanlık eden Demir, Ahmet Davutoğlu ile yan yana gelmeyi kendine nasıl yakıştırabildi? Aynı Demir’in Başbakanlığı dönemlerinde Davutoğlu hakkında söylediği onca şey afaki suçlamalar mıydı? Eğer öyleyse Demir’in çıkıp herkesin huzurunda Davutoğlu’ndan özür dilemesi gerekmez mi? Demir, eski Başbakan Davutoğlu’nu şu sözlerle hedef almıştı;
“Biz her gittiğimiz yerde hükümeti eleştirdik. Her seferinde sorguya aldılar. Onlar bizi yargılamaya devam etsinler. Biz sözümüzü söylemeye devam edeceğiz. Suriye’deki katillere silahlar MİT’in kamyonlarıyla gitti. İnsani yardım diyorlar. İnsan hiç insani yardımı gizler mi? Paraları saklayarak, 6 bin kişiyi görevden alarak paçayı kurtarabilirsiniz. Ama halkın nefesi ensenizde bunu unutmayın. Hesap soracağız.” (02.03.2014)
“Davutoğlu, yeni bir başbakan olduğu için yeni bir Alevi açılımı başlatmış gibi görünmek istiyor, aldatmaca yapıyor. Amaç Alevilerin özgürlüklerini savunmak, temel taleplerini karşılamak değil, amaç Alevilerini sistem içine çekerek Sünnileştirmek. Alevilerin bu tür çalıştaylara ihtiyacı yok, çözüme odaklı politikaları ihtiyacı var. Hükümet bunu göstermeli. İçimizdeki Hızır paşalarla masalarda oturmakla, dergaha gitmek, dinimiz imanımız bir demekle bu iş çözülmez. Alevilerde bunu çok iyi biliyor. Başbakan kendi düşüncelerini anlatıyor sadece. Zorunlu din derslerinin kaldırmamakla IŞİD’in önüne geçecekmiş. Aynı Başbakanın hükümeti IŞİD’i besliyor. (12.11.2014)
“Cumhuriyet tarihinin en güçlü hükümeti, Alevileri AHİM ve Yargıtay kararları olmasına rağmen yok sayıyor. İbadetinizi gizli yapıyorsunuz, devletin her kademesinde ayrımcılık ile karşı karşıyasınız. AKP hükümetinin üzerimizde baskısı var. Muhalefeti baskı altında tutmaya çalışan, elini gözünü yüzünü kapatan bir zihniyet ile bu noktaya gelindi.” (21.12.2016)
Sorularımızı yenileyerek tekrardan soralım. Alevi kurum başkanlığı yapan birinin Alevilere yaklaşımı bugüne kadar hep olumsuz olan siyasal İslamcı politikacıdan ne gibi bir beklentisi olabilir? Onun kurucusu olduğu düzen partisine katılım gösterecek kadar kayda değer ne özelliği var ve nasıl oluyor da bu katılım ilgili Alevi kurumu tarafından ‘saygıyla’ karşılanıyor? Ya bunların Alevi alanıyla kurduğu ilişki biçimi sakatlık barındırıyor ya da Alevileri içeriden çözmeye kurgulanan bir planının uzantısı durumundalar. Her iki koşulda da dengesi bozuk-çürüyen bir anlayışın temsilcileri olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Sarf edilen ‘beylik lafların’ boşluğa söylendiği, pratikte tam tersinin yapıldığı hallerde var olan dinamiği olağan göremeyiz.
Bölge politikasına yön verdiği iktidar partisi AKP’den yük haline geldiği için kovulan Davutoğlu’nun Suriye ve Irak bahsinde altında imzası olan mezhepçi projelerine girersek, bu başlı başına bir yazının konusu olur. Her şey bir yana sadece bu minvalde oynadığı yıkıcı rol bile neden ona karşı tavrımızın sürmesi gerektiğini anlatır. Düşünen, sorgulayan ve vicdan sahibi her Alevi yurttaşın nazarında o ve temsil ettiği düşmancıl zihniyet bir defa değil bin defa mahkûm oldu, olmalı da. Peki Demir bunları bilmiyor mu? Gayet her şeyin farkında. Ama onun şahsında yine karşılaştığımız üzere inancı kök ve dallar olgusundan soyutlayıp safsata varsayımlarla ta(h)rif etmeye çalışan, sınır çizen ve reflekslerini inanç esaslarından ziyade yakınlık duyduğu politik atmosfere göre geliştiren kalbur anlayışla yüz yüzeyiz.
Velhasıl Davutoğlu’nun katarında geleceğini arayan ‘Alevi’ politikacıların arayışı kişisel ikbal davasından başka bir şey değildir ve sahiplerine de beklenti çıtaları ne olursa olsun fayda getirmeyecektir.
Ferhat AKTAŞ