CHP’nin “Suriye Konferansı”nı Suriyeli katılımcılarla konuştuk: “CHP sanki iktidara hazırlanıyor. İktidara giden yolun AKP’nin stratejik hatalar yaptığı konularda inisiyatif almasından geçtiğini gördü”…
“CHP bu konferansla farkını ortaya koyduğu noktalardan biri de Suriye’nin bütünlüğünün sadece resmi olarak değil teknik olarak da nasıl sağlanması gerektiğini önerdi”…
Tevfik Usluoğlu- Ferhat Aktaş
28 Eylül günü İstanbul’da “Suriye’de Barışa Açılan Kapı” sloganıyla düzenlenen ‘Uluslararası Suriye Konferansı’na Suriye’den davet edilen Şam Süryani Patrikhanesi Halka İlişkiler Müdürü Wael el Malasi, Halep’li Ermeni gazeteci Sarkis Kassargian ve konferansın örgütlenmesinde rol alan gazeteci Deniz Büstani ile CHP’yi, konferansla nelerin hedeflendiğini ve iki ülke arasında yeni bir başlangıç mümkün mü başlıklarını konuştuk. Röportajın ilk bölümünde konferansta Suriye’den katılımları koordine eden gazeteci Deniz Büstani’nin görüşlerine yer verdik.
-Suriye’de uzun süredir devam eden vekalet savaşının sonlarına yaklaşırken Türkiye’de ilk defa bir barış konferansı gerçekleşti. İstanbul’da gerçekleşen Uluslararası Suriye Konferansının hazırlık aşamasında Suriye tarafında çalışmaları organize eden biri olarak bu sürecin gelişimi hakkında bize neler söylemek istersin?
-Deniz Büstani: Hazırlık süreci belli temas ve aşamalardan geçerek olgunlaşan bir süreç olma özelliği taşıyor. Bu anlamda çok da kısa bir süreç olmadı. Cumhuriyet Halk Partisi’ne özellikle son bir yıldır Suriye hakkında detay içeren anekdotlar aktarıyor, BAAS Partisi’nin düşüncelerini iletiyordum. Aslında bu ilişki ilk olarak 20 Mayıs 2018’de Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na BAAS Partisi’nin mektubunu takdim etmekle başladı. Konferans fikri o zaman parti içinde gündeme geldi fakat Türkiye’deki seçim gündeminden dolayı istenilen adımlar atılamadı ve hatta mektuba cevap bile verilememişti. Bu dönemin akabinde bölgeye dair politikalardan sorumlu olan CHP Genel Başkan Yardımcıları Ünal Çeviköz ve Veli Ağbaba ile bir sohbetimizde bize Suriye ile ilgili yapmayı düşündükleri konferanstan bahsettiler. Bu görüşmede düzenlenecek olan konferansa katkı sunmam istendi. Özellikle de CHP ile BAAS Partileri arasında kurulacak olan temas kanalını koordine etmem istendi.
CHP’den aldığımız resmi bir yetki yazısıyla bu organizasyonu yapmaya başladık. BAAS Partisi’ne CHP’den aldığımız resmi yazıyı ilettiğimizde onlar bunu memnuniyetle karşıladı. Hatta Şam’da görüştüğüm parti yetkililerinde bir heyecan da gözlemledim. Aslında onlar bu mektubu hemen basınla paylaşmak istediler lakin sürdürdüğümüz istişareler neticesinde bunun bir süre paylaşılmaması fikri öne çıktı. Sonuçta bu süreci baltalamak isteyen unsurlar olduğunu biliyorduk. Bir müddet kapalı süren temaslar Eylül ayının başından itibaren ana hatlarıyla kamuoyuna da deklare edilmiş oldu. Bu şu anlamda çok önemliydi; 9 yıl aradan sonra BAAS Partisi Türkiye’de parlamentoda bulunan bir siyasi partiyle ilişkiye geçmiş oldu. Bu süreci önemli kılan bu yönüydü.
“Türkiye hükümetinin ABD ile yürüttüğü bir “güvenli bölge” projesi var. Bu proje tamamen Suriye’nin bütünlüğüne aykırı bir proje”
-CHP’nin düzenlediği Suriye konferansı hem Türkiye hem de farklı ülkelerin medya organlarında karşılık buldu, belli bir tartışmaya da yol açtı. Özellikle iktidar partisi AKP’nin dışında ana muhalefet rolü oynayan bir muhalefet partisi bu konuda gündem yaratan bir çıkışa imza atmış oldu. Konferansta iktidarın kendi medya araçlarıyla sistematik şekilde empoze ettiği kurgusal Suriye algısının tam tersi yönde fikir ve görüşlerin gündeme geldiğini görüyoruz. Sizlerin de bildiği gibi AKP iktidarı Suriye meselesinde ilk yıllardaki motivasyonu dağılsa da ve ilgili egemen güçler arasında gelgitler yaşasa da mevcut meşru Suriye yönetimine karşı yıkıcı bir rol oynamakta. CHP, AKP iktidarına alternatif olabilecek bir siyasal yelpazeyi temsil ederek ilk defa bu konuda daha derli toplu bir çalışmayı örgütlemesi önemli. Konferansın sonuç bildirgesinde vurgulanan şeyler, barışa giden kısa yolun Şam ile dolaysız diyalogla mümkün olacağının söylenmesi oldukça dikkat çekiciydi. Siz, bu konferansın Suriye tarafında çalışmalarını yapan biri olarak CHP’nin bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? CHP açıkladığı bildirgede ortaya koyduğu Şam ile diyalog çağrısını güçlendirecek somut adımlar atabilir mi?
-Sorunuzun başında CHP’nin AKP’den farklı şeyler söylediğini ifade ettiniz. Söylediğiniz teknik açıdan doğru ama benzer şeyleri söyledikleri de oluyor. Mesela AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini savunan” demeçler veriyor; aynısını CHP’de söylüyor. Yine Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş yaptığı konuşmada, 2012 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın o koşullarda yanlış bir tahlil olarak ifade ettiği “Suriye bizim iç meselemizdir” sözüne atıf yaparak gelinen aşamada sorunun bir iç mesele haline geldiğini söyledi. Söylemde benzerlikler olsa da halihazırda Türkiye hükümetinin ABD ile yürüttüğü bir “güvenli bölge” projesi var. Bu proje tamamen Suriye’nin bütünlüğüne aykırı bir proje. Yani bir tarafta ABD ile ülkenin kuzeydoğusundaki mevcut yapının korunmasına bir taraftan da İdlib’deki durumun mevcut haliyle sürdürülmesine çalışarak fiili olarak Suriye’nin bütünlüğü aleyhinde tutum takınmış olunuyor. Öte yandan Türk ordusunun Suriye topraklarına giriş gerekçesi neydi? Resmi düzlemde vurgulanan şey “terör koridorunu” engellemekti. Bugün “güvenli bölge” talebiyle engellemek istediklerini söyledikleri duruma hizmet etmiş oluyorlar. ABD’nin oradaki meşru olmayan varlığını kalıcılaştırmaya yarayan projelere bel bağlanması düşündürücüdür. CHP bu konferansla farkını ortaya koyduğu noktalardan biri de Suriye’nin bütünlüğünün sadece resmi olarak değil teknik olarak da nasıl sağlanması gerektiğini önerdi. Yaptıkları öneri şuydu; öncelikle Şam’la ilişkilerin yeniden tesis edilmesi ve ikili ilişkiler kurulduktan sonra Türk ordusunun kademeli olarak sınır gerisine çekilmesi ve toprakların sahibi olan Suriye ordusuna buraların teslim edilmesi. Ayrıca ikili güven verici adımların atılmasının ardından Suriye’nin toprak bütünlüğüne zarar verecek unsurların Suriye-Türkiye işbirliğiyle bertaraf edilmesi hususu da dillendirilen öneriler arasındaydı. Suriye topraklarında yapılacak olan siyasi ve askeri her etkinlik Şam’la koordine edilerek, onunla mutabakat halinde yapılmalı ve Şam’ın ihtiyaç duyması halinde bize imkân tanıyacağı alanlarda yapıcı ve sınırlı bir rol oynamalıyız. Konferansta asıl vurgulanmak istenen buydu.
-Merak ettiğimiz konulardan biri de şudur: 2011’den 2019’a bu yıllar içinde, Suriye krizi, batılı emperyalistlerin müdahalesiyle birlikte başından itibaren çatışmalı bir vaziyet alarak derinleşti. Yabancı devletlerin ajandalarına dayalı sahada hareket eden mezhebi ve meşrebi referansları olan vekil terör yapılarının kullanılması kaotik ortamı oluşturan ve besleyen bir zemin yarattı. Suriye’ye müdahale ve ‘’rejim değişikliği’’ bağlamında Türkiye’nin Suriye’ye karşı sürdürdüğü politikalar biliniyor. Kendini BOP eş başkanlığı sanısıyla kategorize eden, ittifak çizgisini buna denk düşen paydaş rejimlerle geliştiren ve sahadaki vekil yapıların bir bölümüne cephe gerisi hizmeti veren negatif bir pratik söz konusu. CHP’nin AKP iktidarının Suriye bahsinde kimi politikalarına eleştiri getiren, onun mezhepçi eğilimi olarak tanımladıkları İhvan hamiliğini Türkiye adına kabul edilemez bulan söylemleri olsa da kafa karışıklığı yaşadığı görülüyordu. Esasında bu temel mesele de sorumluluk almaktan kaçınan bir yaklaşıma sahipti. Yıllar sonra Suriye gerçekliğini ele alan bir konferans düzenledi. İster istemez şu husus merak ediliyor; CHP ne kadar samimi ve iktidara rağmen çözüm noktasında güncel tavrını destekleyen somut ne gibi girişimleri olabilir?
-Aslında bu sorunuzun bir benzerini ben de daha dolaylı şekilde CHP’nin yetkili mercilerine iletmiştim. Onlar da meseleyi oldukça ciddiye aldıklarını yansıtan yaklaşım sergiledi. Onlar ‘biz bu işe başladık ve sonuç alana kadar çabalarımızı yoğunlaştıracağız’ dedi. Son yıllarda CHP’yi hiç bu kadar kararlı görmemiştim. Sergiledikleri kararlılığın sebebine gelirsek belki bu söylediğim bir temenni içeren analiz olacaktır ama CHP sanki iktidara hazırlanıyor. Aslında iktidara giden yolun AKP’nin stratejik hatalar yaptığı konularda inisiyatif almasından geçtiğini gördü. Yani bugün Dışişleri Bakanlığımıza baktığımızda bir isimden ibaret olduğunu görüyoruz. Bugün Suriye dediğimizde akıllara dışişleri kadroları gelmiyorsa oturup düşünmek gerekir.
-Türkiye AKP iktidarıyla birlikte Suriye, Irak, İran, Libya ve Mısır gibi farklı ülkelerle dışişleri konusunda ciddi ihtilaflar yaşadı, çok tartışılan ilişkiler içine girdi. Suriye bu konuda en önemli problemlerden biriydi. AKP iktidarı adına konuşan yetkili kişiler sürekli Suriye devleti karşıtı negatif açıklamalar yaptı. Ancak bugün geldiğimiz noktada sahadaki kazanımlarla birlikte Suriye devleti ciddi bir inisiyatif almış durumda. Dolayısıyla CHP açısından şu soruyu sormak istiyoruz. AKP’nin ciddi hatalar yaptığını onların dışında herkes söylüyor. Bu konferans üzerinden bir değerlendirme yaparsak; CHP, Suriye-Türkiye ilişkileri açısından yapıcı bir rol üstlenebilir mi?
-CHP rolünü iyi oynaması durumunda gayet olumlu bir rol üstlenebilir. Konferansa Suriye’den katılan ve BAAS Partisi tarafından yetkilendirilen Wael arkadaşımız da sizinle bu konuda fikirlerini paylaşacaktır. Kendisi bu konferansa beraberinde resmi bir mektup getirdi. Bu mektupta öne çıkan vurgular neydi derseniz bir cümleyle özetlersem; ‘bu konferans bize güç ve umut verdi, parti olarak çalışmalarınızdan minnet duyuyoruz’ şeklindeydi. Bu ifade edilen yaklaşım oldukça önemliydi. BAAS Partisi üst düzey yetkililerini konferansa göndermek istedi. Burada CHP’ye duyulan bir güven var.
-Tam da bu noktada bir sorumuz olacak. Bir kısım medyada bazı spekülasyonlar oluştu, katılımcıların gelmediği-vize çıkmadığı için gelemediği söylendi. Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın danışmanı olarak duyurulan kişinin gelmek istemediği iddia edildi ya da ona vize verilmediği söylendi. Yine CHP içinde farklı klikler olduğu ve kendi rollerini oynama doğrultusunda algılar yarattıkları ifade edildi. Tüm bu iddialarla ilgili söyleyecek bir şeyiniz var mı?
-Bu işlemlerin organize edilmesinde yer alıyordum. Suriye’den katılımları ben takip ediyordum. 28 Eylül tarihi ilan edilmeden önce ilk ilan edilen tarih 17 Eylül’dü. BAAS Partisi’ne 17 Eylül’le ilgili bir bildirimde bulunduk. Onlar da bu konferans için temsiliyet konusunda bir kişiyi yetkilendirdi. Tabii ki yetkilendirilen kişi Cumhurbaşkanı Esad’a çok yakın olan, danışman diye tanımlayabileceğimiz ve Kudüs Cemiyeti Genel Müdürü Halef el Muftah’tı. Yani açıklanan en önemli isim oydu. Hafız Esad döneminden beri ülke yönetiminde bulunan, mütemadiyen rol oynayan biriydi. Bugün de halen belli yetkileri olan bir beyefendi. Suriye’yi temsil edebilecek bir konumdaydı. Bunun yanında da sivil inisiyatif alabilecek çeşitli kuruluşlardan ve barışçıl muhaliflerden katılım öngörülüyordu. Yine Suriyeli Türkmenlerden Rai-Çobanbey belediye başkanı Hasan Khoulo’nun davet edilmesi düşünülüyordu. Belirlenen ilk tarihi baz alarak yaptığımız bildirim üzerine bu isimler üzerinde uzlaşıldı ama konferansın tarihi ertelenince, özellikle Halef Bey’in Temmuz ayından beri belli olan bir programı vardı, biz de yeni isimler önerilmesini istedik. Onlar da Halef Bey’in siyasi ağırlığında bir kişiyi yollayamayacaklarını ancak iki akademisyenin katılımını olumlu bulduklarını söylediler. Bu isimler Bassem ebu Abdullah ve Issam Takruri idi. Takruri, anayasa tartışma komisyonunda da yer alan bir isim. Bassem Bey ise BAAS Partisi içinde ve eskiden Türkiye büyükelçiliğinde çalışmış bir diplomat. Biz, 17 Eylül için Halef Bey ve diğer 3 konuğumuza vize başvurusunda bulunduğumuzda Türkiye Dışişleri Bakanlığı hiçbir zorluk çıkarmadan vizelere onay verdi. Dostlarımızı planlandığı gibi Türkiye’ye getirebilecektik. Hatta bize o kadar kolaylık sağlandı ki Dışişlerindeki yetkililer bizi arayarak konukların bir saat içinde vizelerini almak için elçiliğe gidebileceklerini söyledi. Bu yaklaşım bizi mutlu etti. Fakat konferans tarihinin ertelenmesi sonrası 28 Eylül için katılımını istediğimiz Bassem ve Issam Beylerin vize başvuruları kabul edilmedi. Bunun sebepleri nedir bize açıklanmadı lakin tahmin ettiğimiz üzere özellikle Bessam Bey’in daha önceleri basına yansıyan kimi açıklamaları vardı. Türkiye medyasına da yansıyan farklı tarihlerdeki açıklamaları nedeniyle ona vize verilmemiş olabilir. Bu benim tahminim. Onlar gelemeyince Suriye tüm yetkileri katılımcı Wael el Malasi Bey’e verdi. Şam’ın mektubunu kendisinin okuması ve burada BAAS Partisi’ni temsil etmesi yönünde yetki verildi. Böylelikle resmi muhataplık noktasında tek kişilik bir katılım oldu. Gönül isterdi ki daha çok kişi gelebilseydi ve Suriye içinden daha çok görüş dinleyebilseydik.
Bu defa böyle oldu ama şöyle telafi edileceğini söylediler. ‘CHP’yi yakın zamanda Şam’a davet edeceğiz. Bu konferans ilk adımın ilk yarısıydı. Tamamlayıcı ikinci adımı Şam’da buluşarak atacağız.’
-Yeri gelmişken soralım. Konferansta CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun vurguladığı ve yine sonuç bildirgesinde geçtiği üzere bölgeyle ilgili yeni yaklaşımı ifade eden bir önerme vardı. Kısaltması OBİT olan Ankara, Şam, Bağdat ve Tahran arasında ‘’Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı’’ kurulması önerisiydi. CHP, dikkat çekici bu projeyi muhataplarına anlatmak ve ülkeler arasında işbirliği alanlarını yaratabilmek için Şam, Bağdat ve Tahran’a gitmeyi tasarlıyor mu daha doğrusu konferansta öne çıkan güçlü mesajlardan biri olan bu konuda bir adım atacağına inanıyor musunuz?
-Öncelikle konferansın İran ve Rusya başta olmak üzere ilgili ülkelerde nasıl algılandığına dair görüşlerimi izinizle paylaşayım. ABD, AB devletleri, İran ve Rusya’ya kadar farklı ülkelerden katılımların olduğu bir konferans oldu. CHP’nin aldığı bu inisiyatifin Batı devletleri nezdinde iyi veya kötü karşılandı şeklinde bir yorum yapmak şu an için pek mümkün değil. Farklı baktıklarını biliyoruz. Kendileri hem iktidarla hem de CHP ile yaptıkları görüşmelerde aynı görüşlerini dile getiriyorlar.
-OBİT (Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı) konusunda muhatap devletleri göz önüne getirdiğimiz takdirde özellikle Şam ve Tahran ABD gibi emperyal devletlerin bölge politikalarının hedefi olan, batının saldırganlığına karşı duruş sergileyen iki başkentler. ABD’nin Suriye ve Irak’taki işgalci varlığı ortadayken ve yine İran’ı kuşatma temelinde katı tutumunu sürdürürken Türkiye’de yerleşik siyaset kurumunun parçası olan CHP’nin böylesi bir projeye nefes aldırabilmesi mümkün mü? Bu adım Türkiye’nin NATO üyeliğini de düşünürsek batıdan tepki görmez mi?
-Şahsen ben bu konuda yorum yapamam. Rahatsız eder veya etmez bu onların sorunu. Şunu söyleyebilirim. ABD vatandaşı olan bir hanımefendi ve beyefendi konferansta kendi bakış açılarını yansıttı. Özellikle birinci oturumda konuşan ABD’li hanımefendi Amy Austin Holmes ülkesinin planlarını üstelik ‘aba altından sopa gösterir’ gibi açıkladı. Yani Türkiye’ye de bir mesaj verdiği izlenimi edindim. Zaten bu üstenci tavrı her yerde sergilemekteler. AKP hükümetiyle görüşmelerde, BM toplantılarında ve CHP ile temaslarında da böyle oluyor. SDG ve IŞİD üzerinden yaptıkları konuşmalar negatif ibareler içeriyordu. Yani Amerika müesses nizamının tezlerinin tekrarıydı. Bugün için AKP üzerinden dillendirilen görüşlerini yarın CHP’nin iktidara gelmesi sonrasında da dillendirebilirler. Kendilerine alan açarken bölge dinamiklerinin ne düşündüğünden ziyade kendi işletmek istedikleri ajandalara dayalı okuma yapıyorlar.
-ABD’li katılımcıların yaklaşımını anlattınız. Peki konferansa Avrupa devletlerinden gelen katılımcıların Suriye meselesine yaklaşımlarında olumlu manada bir değişim gözlemlediniz mi?
-Bunların Suriye’ye ilişkin görüşlerinde herhangi bir değişiklik görmedim diyebilirim. Ama şöyle bir durum vardı. Söylemlerini CHP iktidarıyla birlikte esnetebileceklerine dair bir eğilim sezinledim. Bir de maalesef süregelen devlet politikalarıyla mezhebi-meşrebi odaklara destek bağlamındaki bakış açılarını koruyorlar. Mesela konferansa katılan Hristiyan arkadaşımız Wael Bey’in yanına gelen farklı büyükelçiliklerden diplomatlar kendisiyle tanışırken şöyle ifadeler kullanıyordu: ‘Siz Hristiyanmışsınız, (Suriyeli değilmiş gibi.) sizinle görüşmek, iletişim halinde olmak ve fikir alışverişinde bulunmak isteriz.’
Elbette Wael Bey vatansever her Suriyeli gibi onlara ülkenin baskın dokusunu özetleyen bir tutumla, ‘beni Suriyeli olarak görebilirseniz belki iletişime geçeriz’ cevabını verdi. Bu diyaloglara şahit oldum. Onların mevcut yaklaşımlarını kolay kolay değiştirmesini beklemiyorum. Ayrıca şunu da eklemek istiyorum. Burada inanç kimlikleri üzerinden kimseyi kategorize etmiyorum. İktidarların kimlikler üzerinden geliştirdiği yanlış politikalara dikkat çekiyorum. Bölgeyle alakalı dinci ve mezhepçi referanslara yaslananların hepsi aslında aynı tarafta. Bugün AKP hükümetiyle kimi sorunlar yaşadıkları nasıl doğruysa Suriye’ye yaklaşımda ortaklaştıkları gerçeğini de belirtmek isterim.
-Zaten Suriye’de Hristiyan bir Genelkurmay Başkanı vardı, şu an dört Patrikhane çalışır durumda. Bakanlar var, Parlamento Başkanı dahil olmak üzere çok sayıda Hristiyan milletvekili bulunmakta. Orada dinsel kimliklere dayalı bir problem olmadığını gayet iyi biliyoruz. Algı farklı olabilir. Biz Türkiye’den doğru yapılan algı operasyonuna girmek istemiyoruz. Neticede konferansı konuşmaya çalışıyoruz. Bir kez daha altını çizerek şu soruyu sormak durumundayız. İdlib, Afrin, Menbiç ve Fırat’ın doğusu için konferansta neler söylendi, bu konuda konuşmacıların ortalama yaklaşımı neydi ve CHP’nin sonuç bildirgesine de yansıyan tavrı nasıldı?
-Şöyle diyebilirim. İdlib konusunda bütün konuşmacılar fikirlerini beyan etti. Yabancı delegasyondan katılan konuşmacılar daha çok Türkiye’nin olabildiğince yeni sığınmacı kabul etmesini ve Türkiye’deki sığınmacıların İdlib gibi çatışma alanlarına gönderilmemesi noktasında hassasiyetlerini dile getirdi. Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılarla birlikte yaşamaya alışması gerektiğini söylediler. Öte yandan İranlı bir katılımcı vardı. Onun bu konuda söyledikleri çok güzel ve faydalıydı. İranlı akademisyen ‘biz barıştan, kuvvetten ve güvenlikten ne anlıyoruz?’ diyerek başlayan konuşmasını zihin açıcı bir şekilde detaylandırdı. Dediği özetle şuydu: “Baskın algıya göre güvenlik demek askeri kuvvet demek anlamında vurgulanır. Halbuki bu çok dar bir bakış açısı. Askeri güç ve politikalar sahada güvenliği sağlar görüşü ne derece doğru bu oldukça tartışmalı bir husus. Somut örneklerden de yola çıkarsak askeri güç eşittir güvenlik algısı her zeminde karşılık bulur diyemeyiz. Çoğu durumda bu yönlü sahaya yapılan müdahaleler tehdidi tırmandıran bir rolde oynamaktadır.” Buradan sahadaki devletlerin askeri hesaplarla örülen politikalarına eleştiriler getirdi. Batılılar İdlib meselesini selefi terör gerçeğinden ziyade ‘mülteciler’ meselesi üzerinden okuyor. Bunların konferans konuşmalarına da rengini veren, terör gerçeğini görmezden gelen yaklaşımlarına çeşitli eleştiriler getirebiliriz. Diğer yandan çoğunlukla İdlib’de Türkiye’nin Şam ile diyalog kurmasını ve onunla işbirliği halinde hareket etmesini öneren konuşmalar oldu. Özellikle Adana Mutabakatına atıf yapıldı ve bunun yeniden işlevsel hale getirilmesinin zorunluluğuna değinildi. Suriye’nin kuzeyine ilişkin ağırlıkla Türkiye’nin kademeli olarak kendi sınırları içine çekilmesi ve Suriye ordusunun kendi sınır hattına yerleşmesinin önemine vurgu yapıldı. Bazı konuşmacılar egemen bir devlet olarak Suriye’nin topraklarında Şam’ın onayı olmadan askeri güç bulunduran ABD, Fransa ve Türkiye’nin uluslararası anlaşmalara aykırı davrandığını söyledi. Suriyelilerin bu türden askeri varlıkları işgal olarak gördüğü ifade edildi.
Konferansın üçüncü oturumunda emekli bir tümgeneral olan Ahmet Yavuz Beyefendi, ABD’li katılımcıların da görüşlerine cevaben ABD’nin Suriye’deki varlığına sert eleştiriler getirdi. Emekli Subay Yavuz ‘ABD’li hanımefendi sanki orada bulunma nedenleri çok barışçılmış gibi bir izlenim vermeye çalıştı’ diyerek sahadaki gerçeğin öyle olmadığını hatırlattı. Haritalar üzerinden ABD’nin Suriye’nin nerelerine askeri kuvvet yerleştirdiğini, nereleri işgal ettiğini ve girdiği bölgelerde demografik yapıyı nasıl değiştirmeye çalıştığını detaylı bir şekilde anlattı. Yine gazeteci Hüsnü Mahalli Suriye’nin kendi iç barışını tesis etmesi noktasında Şam’ın müttefikleri dışındaki yabancı aktörlerin ülkeyi terk etmesi gerektiğine dikkat çeken bir konuşma yaptı.
“AKP hükümeti CHP’den daha ziyade yarattığı boşluklardan korkuyor”
-Şu hususu da merak ediyoruz. Konferans hakkında katılımcıların görüşlerini çeşitli medya araçları üzerinden daha derli toplu ifade edecekleri analizleri henüz dolaşıma girmediği için yansıyacak olan bu görüşlere dair şimdilik bir tartışma yürütemiyoruz ancak AKP iktidarına yakınlığıyla bilinen görsel ve yazılı medya araçları konferansın hemen ardından tek koro halinde yoğun bir anti-propaganda çalışması içerisine girdi. Malum komplo teorilerinin yanı sıra CHP’yi Türkiye karşıtlığıyla suçlayan, PYD tezlerini savunmakla itham eden ve Esad’ın sözcülüğünü yapmakla nitelendiren yayınlar yapılıyor. Bu medya dili hakkında ne düşünüyorsunuz ve yanlı medyanın kullandığı dil CHP’nin üstleneceği rol konusunda tereddüt yaşamasına yol açabilir mi?
-Aslında AKP hükümeti CHP’den daha ziyade yarattığı boşluklardan korkuyor. Bugün dış politika alanında inisiyatif alabilecek konumda olmadığını, Türkiye’nin dış politikasını yönetemediğini görüyor. Dış siyaset açmazı ortadayken bu konuda inisiyatif alabilenlerin onun alternatifi olabileceğini gayet iyi biliyor. Bahsettiğiniz medyanın yapıcı olmayan dili ise şaşırtıcı değil. Sonuçta soruna kaynaklık eden tarafın talimatıyla yayınlar yaptıkları için objektif olabilmeleri imkânsız.
-Bu konferans sonraki olası adımların atılmasıyla beraber Suriye’ye ne katar? Şam’ın AKP’den bağımsız olarak Türkiye’den beklentisi nedir?
-Suriye’nin bakış açısının konferans nezdinde tamamen olumlu olduğunu söyleyebilirim. Artık Suriye’de şöyle bir durum var. Öyle bir noktaya gelindi ki kiminle konuşursanız konuşun, siyasetçisinden halktan insanlara kadar, herkes bir gün Suriye-Türkiye ilişkilerinin yeniden başlayacağına dair iyi niyetini ifade eder. Lakin Türkiye, Suriye devletine karşı belli silahlı örgütleri destekledi ve bu olumsuz tutumunu farklı devletlerle yan yana gelerek devam ettirdi. Bununla da yetinmedi ve askeri olarak müdahalelerde bulundu. Tartışılan Anayasa Komisyonu konusunda bile Suriye ordusu karşısında tutunamayan silahlı grupların komisyona ‘eşit sayıda katılımı’ dayatmasında bulunuyor. Yani olmayacak şeyler istiyor.
Bu sıraladığımız olumsuzluklar Suriye ve halkı açısından Türkiye’ye bakış açısını daha da olumsuza doğru sevk ederken bugün devreye CHP girdi ve attığı bu cesur adım kesinlikle Suriye’de bir umut yaratacaktır. Bugün Suriye’yi yöneten BAAS Partisi, Türkiye’de CHP iktidar olabilirse iki ülke arasındaki ilişkiler yeniden kurulabilir diyor.
“Suriye, CHP’yi Türkiye’de kendine yakın görüyor. Bunun öncelikli sebebi, laik bir devlet yapısı noktasında olan yakınlık”
-Şunu mu demek istiyorsunuz. AKP iktidarı sonrası yeni bir iktidar yapısıyla birlikte iki ülke arasında normalleşmeye hizmet eder. Beklentileri o yönlü mü?
-Beklenti tam da bu yönde. CHP’yi Türkiye’de kendilerine yakın görüyorlar. Bunun öncelikli sebebi; laik bir devlet yapısı noktasında olan yakınlık ilişkisidir. Her iki parti toplumsal hayata seküler gözle bakıyor. Burada ideolojik yakınlıktan bahsetmek pek mümkün değil çünkü BAAS Partisi ‘sosyalist’ bir parti. CHP ise ‘sosyal demokrat’ bir kimliğe sahip. Ayrıca her iki parti de kendi ülkelerinde cumhuriyet fikriyatının felsefesini oluşturan kurucu öğeler. Böylesi bir benzerlik hali de var. Ya da şöyle de ifade edebiliriz:
AKP hükümeti dış politika alanında ciddi problemler yaşadığı ve özellikle Suriye meselesini iyi yönetemediği için Suriye-Türkiye ilişkilerinin yeniden rayına oturmasının AKP üzerinden değil de CHP üzerinden olmasının daha sağlıklı gelişebileceği noktasında bir öngörü var. Bundan dolayı da CHP’ye daha pozitif bakıyor olabilir. Ortada maalesef iki devlet açısından bir güven ilişkisinden bahsedilemez. Şam’da AKP hükümetinin Suriye konusunda olumlu bir adım atabileceğine yönelik hiçbir beklenti yok diyebiliriz. CHP’nin AKP’ye nazaran komşuluk ilişkileri bağlamında devlet ciddiyetiyle örtüşen daha kayda değer bir siyasete imza atabileceğini düşünüyorlar ve temaslarımız boyunca bunu bize ifade ettiler.
-Sayın Büstani zaman ayırıp sorularımıza cevap verdiğiniz için teşekkür ediyoruz.