İktidar partisi AKP, 17 yılın ardından nihayet barutu tüketme noktasına geldi. Çıkışı itibariyle boşluğa doğan, mevcut sistem partilerinin erimeye yüz tuttuğu verili dönemde parlatılan ve ABD menşeli ‘ılımlı muhafazakâr’ gömleğiyle iktidara taşınan AKP için yolun sonu görünüyor. Yeni rejim inşasına yerleşik sınırları alt üst etme pahasına girişen, konjonktürün ona sağladığı fırsatları avantaja çeviren ve geleneksel iktidar elitlerinin teslimiyetçi yaklaşımlarından güç bularak genişleyen iktidar alanı tüm makyajlara, komplike algı yönetimine ve bürokratik partizanlığa rağmen çıkmaza girdi, bariz çözülme peş peşe yaşadığı yenilgilerle durdurulamaz bir hal aldı.
AKP’yi ‘batan gemi’ metaforu ile tanımlamak bir nevi ‘eşyayı adıyla çağırmaktır.’ Son İstanbul seçimi sonrası uğradığı ağır yenilgiyle birlikte ‘topal ördek’ yakıştırması da üzerine yapıştı. Artık yenilgili durumu yengiye çevirebilecek imkân ve olanaklara sahip değil. Mutlak lider, parti-devlet yaratımı neticesinde siyaset kurumunun kimyasını bozduğu ve devasa bir bürokratik güce eriştiği halde Türkiye’nin DNA’sı ile kendi genetik özelikleri arasındaki uyumsuzluk iflas eden organlarla beraber gövdeyi kötürümleştirdi. Mevcut iktidar hastalığı siyasal İslamcı bünyenin mevcudiyetiyle saplantılı noktalara sürüklenmesine, kendine abartılı misyonlar yüklemeye ve 80 milyon halkı bir muktedir edasıyla yönetebileceğini sanma hevesine yol açtı. Vesayet rejimiyle hesaplaşma partalı üzerinden geçici yol arkadaşlarını kullanarak kendi vesayet düzenini inşa etmesi, BOP eş başkanlığı diye tarif ettikleri bölgesel taşeronluk vazifesiyle İhvan-i Müslimin hamiliğine oynaması ve Suriye’ye çöreklenmesi, içeride ve dışarıda ona siyasal ömrünü uzatma, olduğundan daha güçlü görünme fırsatları sundu. Emperyalist ABD ve AB’nin bölgede çıkarlarına hizmet eden heveskar süvarileri oldu. Bu ‘stratejik ortaklık’ Suriye bahsinde kimi tali problemler yaşansa da günümüze kadar devam etti.
Yeni rejimin bileşkesi siyasal İslamcı güçleri kamuda kadrolaşmalarının önünü açarak bir bütün olarak kendine yedeklemesi, bu doğrultuda giriştiği tasfiyelerle ayrıksı otları temizlemesi ve çevreden merkeze doğru gücü tek elde toplaması ömrünü uzatan faktörler olarak işine yaradı. Kaçınılmaz şekilde MHP’lileşmesi, ülkücü-faşist hareketle olan kader birliği ona manevra yapabilme fırsatları doğururken gelinen aşamada MHP’nin hızla tabela partisi olma yolunda gerilemesine, paradoksal biçimde AKP’nin de Türk-İslam sentezinin sözcülüğünü üstlenerek MHP’lileşmesine vesile oldu. Türkiye’nin en gerici, şoven ve militarist güçleriyle paydaşlık kuran, bunların toplamına yaslanan AKP, başkanlık sistemi adıyla saray yönetimine geçişi sağladığı halde temel sorunlara çözüm üretemedi, sorunları yeni sorunlar yaratarak işin içinden çıkılamaz hale soktu ve uç boyutta ayyuka çıkan partisel yozlaşmayla seçmen desteğini kayda değer oranda geri dönüşsüz kaybetti. Mevcut realite ve siyasal iklim bir sonraki seçimlerde iktidarı kaybedeceğine işaret ediyor.
17 yıldır parti medyasına dönüşen yaygın propaganda aygıtlarıyla empoze ettiği hamaset dilinden öte ülkeye kattığı herhangi bir şey olmayan AKP’nin erimesinin gecikmesinde muhalefet dinamiklerinin yanlışları da önemli bir etken oldu. Parlamenter sistemin tasfiyesine yol açan süreçlere şu veya bu şekilde payanda olarak AKP’nin aradığı ortamı ona ‘altın tepsi içinde’ sundular, dış politika alanında iktidarın yedeğine düşen omurgasızlıkla nefes aldırdılar. ‘Yetmez ama evet’ goygoyculuğu, AB’cilik, vesayetle hesaplaşma teraneleri sonraki yıllarda muhalefet dilinin seyrelmesine, sokağın terk edilmesine ve en kötüsü de icazeti tutumun hâkim olduğu ürkek siyaset tarzına yol açtı. Muhalefet alanının açmazları tersinden AKP’nin ciddi yapısal bunalımlara rağmen yol kat etmesine yaradı.
Aynı muhalefet dinamikleri geleneksel okumalarla gerçeği kabullenmemek için ‘kılı kırk yararak’ hareket etti; yargı, bürokrasi ve silahlı kuvvetlerde vücut bulan büyük dönüşüme dair cesur çıkışlar yapamadı ve ‘laik-demokratik cumhuriyet’ illüzyonuna ya fayda umarak ya kanarak ya da korkarak inandı. Muhalefeti soyut iddialarla ‘terörle’ irtibatlandıran tipik siyasal İslamcı kurnazlığa cepheden net karşı duruş sergilenemedi. Oysa muhalefetin elinin altında bu yönlü sistematik suçlamalar yapanların maskesini her vesileyle düşürecek doneler fazlasıyla mevcuttu. AKP operasyonel medyasıyla akıl almaz komplo teorilerine mesai harcarken, muhalefet karşılıksız temennilerle iktidara itidal çağrıları yapıyor, ‘milli birlikten’ dem vuruyordu. Kimi dönemler defansif bile sayılamayacak politik muhalefetle karşı karşıya kalındı. Saha içinde oyun kuran değil, kenarda top toplayan aymazlık hali, miadını daha önceleri doldurması gereken AKP’ye ömrünü uzatmalara götürme koşulları sağladı. Halihazırda muhalefet dinamikleri eskiye nazaran daha derli toplu hareket ederken, ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik krizlere dikkat çekerek kitlelerde oluşan tepkiyi görünür şekilde açığa çıkarmaya başladı. AKP’nin ‘fetret devri’ yerini bariz çözülmeye bırakırken gelişmeler ilk defa muhalefetin iktidara talip olabileceği nesnel zemin yarattı. Siyasal İslamcıların ‘bizden sonrası tufan’ yollu safsata kurguları en geniş kitleler nezdinde alıcı bulmuyor ve iktidar değişimi talebi yükselen baskın eğilim olarak karşılık bulacağı somutluğu arıyor.
“İstanbul’u kaybedersek Türkiye’yi kaybederiz”
AKP’nin ‘bir yol hikayesi’ İstanbul’dan başlayıp bugünlere geldi. Kendileri bunu ‘aşk ilişkisi’ gibi süslü yakıştırmayla dillendiriyor olsa da meselenin aslı astarı öyle değil, ilgili oluşlarının siyasal meşruiyetle alakası var. Ülkenin marka şehri İstanbul iktidarda tutunmanın mihenk taşıdır. Türkiye siyaset kurumunun tarihine dönüp bakıldığı vakit (ara dönemler hariç) İstanbul’un kimin iktidar ve kimin alaşağı olacağına karar veren rolü görülür. Buradaki seçmen eğilimi ülkenin aynasıdır. Ya “atı alan Üsküdar’ı geçer” ya da kaybetmenin acı sonuçlarına katlanır. Ayrıca İBB’nin ekonomik getirim sağlayan iştirakleri devasa bir bütçeye hükmetme anlamı taşır. İBB’nin konsolide edilen bütçesi 18 bakanlıktan bile fazla. Ülkenin üretim ve ticaret hacmini karşılayan konumuyla İstanbul’un önemini şu örnekle tarif edebiliriz; ‘devletin kasasına giren her 100 liranın 41 lirası’ bu şehirden karşılanıyor. Bu tabloya siyasi başkent Ankara’yı ve Ege ile Akdeniz şehirlerini eklediğinizde devletin büyük oranda bütçesini AKP-MHP ittifakının yerel seçimleri kaybettiği şehirlerden gelen girdilerle sağladığı görülüyor. Seçmenin verdiği mesaj gayet açık. Uyarı mahiyetinde değil, değişim yönünde güçlü bir mesajdır.
AKP-MHP ittifakının İstanbul’u kaybetme süreci pişkinliğe, yalan dolana, istismara, partizanlığa, gericiliğe ve oldubittiye verilmiş en güzel cevaptı. 31 Mart seçiminde tüm manipülasyonlara rağmen az bir oy farkıyla Ekrem İmamoğlu’nun kazanması üzerine Devlet-i Aliyye-i Osmaniye ve Beni Ümeyye (Emevî) saray entrikalarını aratmayan komplolar ve ayak oyunları devreye girdi. Cumhurbaşkanı RT Erdoğan, “13-14 bin oy farkıyla kimsenin kazandım havasına girme hakkı yoktur” diyerek olacakların işareti verdi. Berat Albayrak, Bilal Erdoğan, Süleyman Soylu, Devlet Bahçeli ve Binali Yıldırım diğer siyasi kişiliklerle birlikte İstanbul, dolayısıyla da Türkiye seçmeninin iradesine karşı dayatma seçime karar verdi. İlk etapta ilçe seçim kurullarında oyları tekrar tekrar saydıran, ‘Ali cengiz oyunlarına’ başvuran AKP-MHP ittifakı, 18 gün süren fiili işgalle İBB’deki devir-teslimi geciktirdi. 18 Nisan’da ilk mazbatasını alan İmamoğlu koltuğuna oturur oturmaz ‘oyuncağı elinden alınan çocuklar gibi’ ağlaşan siyasal İslamcılar ortalığı ayağa kaldırdı; akıl almaz iftiralara ve mağduriyet palavralarına sarıldı. 6 Mayıs tarihli skandal YSK kararıyla İstanbul BB seçiminin tekrarlanması resmiyet kazandı. YSK, kendi hukuk kaidelerini ve içtihatlarını gelen siyasi talimatla yok sayarak seçim sisteminin altını adeta dinamitledi, seçmenin iradesine yargı darbesi yaptı. Sonrasını biliyorsunuz; kargaların bile güldüğü mesnetsiz iftira kampanyası devreye girdi. “Seçim yenileniyor; çünkü çaldılar.” Kim çaldı, sandık memurlarının çoğu iktidara yakınken nasıl böyle bir şey olabildi? Cevap yoktu.
İstanbul’u 25 yıl boyunca yöneten ve yandaşlara bir nevi İsrafbol’a çeviren AKP, mantıki olarak siyasi iktidarının devamına eşitlediği İBB’nin çok yönlü rantı için Makyavelist pratikle Trump ve Putin’den tutalım, İmralı, TRT Kürdi ve Barzani kartına kadar seçim kazanmaya yarar sağlayacağını hesap ettiği denklem dışı faktör ve aktörlerden gelen mesajları gündeme getirdi. Havuz medya ile bankamatik troller seferberlik halinde hareket etti, yalanlara level atlatıp dezenformasyonda sınırları zorladı. Zaten oldukça problemli ve iğdiş edilmiş olan burjuva siyaset kurumu bunlarla birlikte rezillik ötesi entrikaları, pespaye yalanları ve pes dedirten iğreti pragmatizmi gördü. Siyasal İslamcılık ülkenin başına gelebilecek en büyük felaketti ve seçim arifesinde yeniden iktidar yozlaşmasının trajikomik sonuçlarına şahitlik ettik.
13 bin oy farkını beğenmeyen, kibirlenerek seçmene ‘azgın azınlık’ diyen ve devletin olanaklarını seferber ederek seçim kampanyası örgütleyen AKP iktidarı ne pahasına olursa olsun seçimi alabileceğini düşünüyordu. Malum mahfillerden üfürülen “Reis seçimi yeniliyorsa mutlaka kazanılacağını biliyordur” gibi kof özgüven içeren yaklaşımlar revaçtaydı. İmamoğlu’nu hedef alan sistematik medya linci, Ordu VİP provokasyonu ve Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik gerçekleşen fiili linç saldırısı sürecin beklenildiği üzere olağanüstü iklimde yaşanacağını gösterdi. 31 Mart-23 Haziran seçimi, 7 Haziran-1 Kasım seçimleri gibi bir netice doğuracak diye beklentilere kapılan siyasal İslamcılar için ‘çantada keklikti.’ Kampanyanın sonlarına doğru baş gösteren panik hali, Erdoğan ve Bahçeli’nin görünür vaziyette sahaya inmesi gelen bozgunu durdurma gayretiydi. Adeta İstanbul’a mitil atmışlardı. Kimilerinin ifade ettiği, ‘AKP ve MHP örgütleri yeterince çalışmadı’ bahanesi kesinlikle doğru değildi. Aksine devlet gücünü arkalayıp sahada en çok bunlar çalıştı. Ama değişim isteyen halk kararını AKP’nin yenilgisi temelinde verdiği için iradesini güçlü şekilde sandığa yansıttı ve siyasal İslamcılara tarihi bozgun yaşattı. ‘13 bin oy neymiş’ diyenler, 1 milyona yaklaşan farkla yüzleşince ‘süt dökmüş kediye döndü.’ “Azgın azınlık” denilen çoğunluk, 23 Haziran günü, şımarık, küstah ve çapsız siyasal İslamcılara anlayacakları dilden “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var” dedi. 27 Haziran günü, İBB binası önünde toplanan İstanbullular hem İstanbul hem de ülkede ‘bir devrin kapandığı, yeni devrin başladığı’ tarihi değişimi coşkuyla selamladı.
23 Haziran’da tekrarlanan İstanbul BB seçimi AKP-MHP ittifakının sürece yüklediği anlam gereği bir yerel seçim olmanın ötesinde muhtevaya sahipti. Sandıkta aldıkları ağır yenilginin siyasal iktidarı derinden etkiyeceğini öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. İstanbul seçiminin sonuçları Türkiye’de AKP döneminin sonuna gelindiğinin ilanı oldu. Artık şunu söylememiz şaşırtıcı olmayacak; ilk genel seçimde AKP iktidara veda edecek ve RT Erdoğan Cumhurbaşkanı koltuğunu kaybedecek. Erken seçim de bu olasılığın niteliğini değiştiremez. Türkiye’nin krizden çıkış yolu AKP’nin siyasal iktidarı kaybetmesinden geçiyor. O da olacak.
Ferhat AKTAŞ