ARTIK HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OMAMALI!
Veli BEYSÜLEN yazdı:
“Sermayenin kârını değil, insanı hatta topyekun canlı hayatını merkez alan bir sistemin kurulması, dünya çapında sağlanacak olan enternasyonal bir dayanışmayı zorunlu kılıyor.”
Dünyanın, Covid-19 virüs salgınıyla başı dertte. Deyim yerindeyse bütün insanlık, salgının hızla yayıldığına ve insanların öldüklerine dair haberlerle yatıp kalkar oldu. Bu virüsün ortaya çıkış nedenleri hakkında lafı fazla dolaştırmaya gerek olmadığı kanısındayım. Zira çok uluslu şirketlerin, kâr, yetmez daha çok kâr için yaptığı doğa katliamı bu salgının tartışmasız birinci nedenidir. Yine şirketlere yeni rant alanları açmak üzere, ülke yönetimlerinin bilime değil, silaha yatırım yapmaları, üretilen her yeni silahın, düşmanlaştırılan coğrafyalarda denenmesi de bu sonucun ortaya çıkmasında önemli bir yere sahiptir. Zira silah üreticisi büyük tekellerin temsilcisi konumunda bulunan emperyalist merkezlerde, bu silahların pazarlanması amacıyla, belirlenen stratejiler ve bu stratejilerin uygulanmaya konması projeleriyle, dünya genelinde ırk, etnik kimlik, din ve mezhep farklılıkları sürekli körüklenmekte ve halklar birbirine kırdırılmaktadır. Nitekim, dünyanın irili ufaklı tüm devlertleri, daha çok güç, güçlü ordu, nükleer silah, düğmeye basılarak kıtadan kıtaya fırlatılan füzelere sahip olma yarışı içindedirler. Ne yazık ki çağın teknolojisi ile üretilen bu silahlar, kentlerin yakılıp yıkılmasına ve insanların kitleler halinde ölmelerine yol açtığı gibi, düştükleri coğrafyalarda bio çeşitlilik ile eko sistemin yok olmasına neden olmaktadır. Öte yandan, havayı kirleten kömür, petrol gibi, enerji kaynaklarının hoyratça kullanılması ve endüstriyel tarımda daha çok ürün alma gerekçesiyle, genetiyiğle oynanmış tarım bitkilerinin toprakla buluşturulması da bu salgının ortaya çıkmasının nedenleridir. Daha açık bir ifadeyle, bu salgın ve belki bundan sonra ortaya çıkacak başka salgınlar, emperyalist kapitalist sistemin doğaya açtığı topyekûn savaşın insanlığa dönüşüdür. Bugün için salgının nerede duracağı muamma olsa da, salgın kontrol altına alınıp yangın tam olarak söndürüldüğünde, sıra hasar tespiti ile hasara yol açan nedenlerin konuşulmasına geldiğinde, insanlık ailesi tüm bu nedenleri açık bir şekilde tartışmalıdır.
Elbette insanlık sadece bunları tartışmamalı. Genelde dünyanın, özelde ise devletlerin, salgınla mücadeledeki yetersizlikleri de masaya yatırılmalı, 1980’li yıllardan itibaren, 20. yüzyılın dayanışmacı sosyal devlet uygulamasının tasfiye edilmesi ve yurttaşların sosyal güvelik ile sağlık haklarının sermayeye rant sağlama aracına dönüştürülmesinin de hesabı sorulmalıdır. Zira 40 yılı aşkın bir süredir uygulanan serbest piyasacı ekonomik sistem, bireylerin hayatta kalmayı, devlet desteğine ihtiyaç duymadan kendi yetenekleri ile başarmaları gerektiği tezinden yola çıktı ve toplumun emekçi kesimlerini koruyan sosyal devlet mekanizmasını tasfiye etti. Çünkü kapitalizmin yeni evresi, sermaye için sınırsız kâr hedefliyordu. Sistem bu hedefine ulaşmak için iki ayak üzerine oturtulan bir strateji uyguladı. Bunların birincisi, emeğin yüzyıllar süren mücadelesinin sonucu olan kazanımlarını yok ederek, emek sömürüsünün önünü açmak; ikincisi ise, sermayenin kâr uğruna doğayı tahrip etmesine zemin hazırlamaktı.
Salgının devam ettiği günümüzde, insanlık bir yandan salgının üstesinden gelmeye çalışırken, diğer yandan, “Salgın sonrası yaşam nasıl olacak?” sorusuna ivedilikle cevap bulmalıdır. Kuşkusuz bir kısmını yukarıda yazdıklarım ile bu salgının yaşanmasına yol açan kapitalist sistem ideologları, sistemin hakimiyetini geleceğe taşımak üzere, belki yıllar öncesinden hazırlıklara başlamışlardır. Elbette kapitalizm, bu amaçla hazırladığı projeleri gerekirse baskı ve zor aygıtlarını devreye sokarak, kısa zamanda insanlığa dayatacaktır. Ancak bilinmelidir ki, mevcut statüko sürdürülebilir değildir. Bu nedenle, bir daha bu tür salgınların yaşanmaması için yapılacak ilk iş sisteme karşı dünya çapında mücadeleyi yükseltmek, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarının, kamu hizmeti olarak gelir düzeyine bakılmaksızın, toplumun her bir bireyine devlet tarafından ücretsiz verilmesi uygulamasını hayata geçirmektir. Kısacası yeni liberal anlayışın, sağlığı hak olmaktan çıkaran, hastaneleri işletme, hastaları ise müşteri gören anlayışı mutlak suretle çöpe atılmalıdır.
Unutulmamalıdır ki, dünya insanların da içinde bulunduğu tüm canlıların ortak vatanıdır. Dolayısıyla her birimiz, sadece kendimizden değil bütün bir canlı yaşamdan sorumluyuz. Bu nedenle, salgının insanlığa vereceği en önemli ders, her bir bireyin sağlıklı olmasının, gözetilmiş dengeli doğa, sağlıklı çevre, sağlıklı canlı yaşam ve sağlıklı insanın varlığı ile mümkün olduğu dersidir. Yani her birimiz bilmeliyiz ki, diğer insanlar sağlıklı olmadıkça kendimiz de sağlıklı olamayacağız.
Görünen o ki, insanlık ailesi ya başta sağlık olmak üzere, sosyal devlet anlayışına geri dönerek insana yatırım yapacak ya da mevcut statüko ile dünyanın belki de dönüşü olmayan sona doğru savrulmasına yol açacak. Buradan hareketle, dünyanın ezilen çoğunluğu, yeni dönemde bilimi esas alan, insana yatırım yapan, dayanışmacı sosyal devlet yapılanmasını ısrarla talep etmeli ve bu uğurda mücadeleyi yükseltmelidir. Daha açık bir ifadeyle, bundan sonrasını belirleyecek olan, dezavantajlı kesimlerin örgütlülüğü ve örgütleri aracılığıyla devletleri yönetenler üzerinde baskı kurmaları olacaktır. Kuşku yok ki, ezilen büyük çoğunluk, evrensel bir dayanışma ağı oluşturmak suretiyle böylesine topyekun mücadele verdiğinde, sadece ulusal devletlerde değil, dünya genelinde bilimin yol göstericiliğine dayanan bir sistemin kurulması sağlanacak ve gelecekte insanlığı tehdit etmesi muhtemel benzer salgınların üstesinden gelinebilecektir. Kısacası sermayenin kârını değil, insanı hatta topyekun canlı hayatını merkez alan bir sistemin kurulması, dünya çapında sağlanacak olan enternasyonal bir dayanışmayı zorunlu kılıyor. Çünkü insanlık, bu virüs salgınında, dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkacak olan bir sorunun tüm dünyayı etkisine aldığını yaşayarak öğrenmiş bulunuyor.
Bu dayanışma sağlanmadığı taktirde, yeni dönemde devletler yeni salgınlar olabileceği bahanesine sığınacak ve ulusal sınırların içine çekileceklerdir. Bunun anlamı ise, her devletin güvenlik gerekçesine sığınması ve daha baskıcı, otoriter yönetimlerle toplumu teslim almasıdır. Zira sistem, zaaflarını kapatmak ve varlığının devamını sağlamak üzere, bu salgını kullanmanın hesabı içindedir. Dolayısıyla, ulusal sınırlara çekilmenin uluslararası sermayeyi sınırlandırma işlevi olmayacaktır. Çünkü bu çekilme esas itibariyle, demokrasi, temel hak ve özgürlükler, emeğin hakları, açlık, yoksulluk, doğa tahribatı, sağlık, eğitim, yaşanabilir bir çevre, emeklilik hakkı, sosyal devlet talebi, en önemlisi ise savaş gibi sermaye politikalarına karşı yükselecek olan toplumsal tepkiyi bastırmak amaçlı olacaktır. Böylece devletler, 20. yüzyılın ikinci yarısında uygulamaya konmuş olan uluslararası hukuk normları ile temel hak ve özgürlüklerin uygulanması konusundaki dış baskıları minimize etmek için, mümkün olduğunca ulusal sınırlara çekilmeyi tercih edeceklerdir.
Kuşkusuz sosyal yatırımları kısmış ve salgınla mücadelede yetersiz kalmış devletlerde ortaya çıkacak hoşnutsuzluğun yol açacağı toplumsal tepkileri bastırmanın yolu da otoriter yönetim anlayışından geçmektedir. O zaman yapılması gereken, sermayenin, kendi politikasının yol açtığı salgını, toplumları teslim alma fırsatına çevirmesine karşı çıkarak, yaşanabilir bir dünya hedefiyle, eşit ve adil paylaşımı esas alan, güçlü sosyal devleti kazanmak için, tek tek ülkelerde daha çok örgütlenmek, dünya çapında ise tüm ezilenlerin enternasyonal dayanışmasını büyütmektir. Yine dünya genelinde, bilimin siyasetin güdümünde olmadığı, siyasetin bilimin yol göstericiliğine saygı duyduğu ve onu talep ettiği kararları anında alıp uygulamaya koyduğu bir mekanizmanın geliştirilmesinin zorunluluğu göz ardı edilmemelidir. Bunun için öncelikle, Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) dünyanın tamamını izleyen ve kararlar alabilen bilim kurulu işlevi kazandırılmalıdır. Aşı ve benzeri ilaçlarda patent uygulamasına derhal son verilmeli, DSÖ ilaç bulma ve dağıtımı konusunda yetkili tek merkez olmalıdır. Bunun için, her devletin gücü oranında katkıda bulunacağı bir fon ivedilikle oluşturulmalı ve örgütün kullanımına sunulmalıdır.
Yeni dönemin öne çıkması gereken bir diğer talebi ise, devletlerin yurttaşlarının yeterli ve dengeli beslenmelerini sağlayacak tedbirleri alması olmalıdır. Zira şu anda dünyanın, uluslararası tekellerin hâkim oldukları endüstriyel tarımla başı derttedir. Tarım alanında faaliyet gösteren uluslararası tekeller, daha kısa zamanda, daha fazla ürün elde etmek için, genetiği değiştirilmiş ürün üretimi yapmaktadırlar. Genetiği değiştirilmiş ürün, doğanın dengesini bozup bio çeşitliliği yok ettiği gibi, insan sağlığını da tehdit etmektedir. Bu nedenle, yeni dönemde doğanın dengesini alt üst eden önemli etkenlerden biri olan endüstriyel tarım kesin olarak yasaklanmalıdır. Devletler doğal köy tarımı ve hayvancılığını teşvik eden desteklerle, doğal tarımsal ve hayvansal üretime dönüşü sağlamalıdırlar.
Kısacası bu salgının, dünyanın daha yaşanabilir olmasının fırsatını sunduğunu düşünüyorum. Bunu sağlayacak olan ise, ezilenlerin dünya çapında örgütlenmeleri ve enternasyonal dayanışmayı büyütmeleridir.
Yani şimdi, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” Demenin tam zamanıdır.