Alevilerin mücadelesine 2 Temmuz’dan bakmak!
“Ne ateş yakar beni ne ölüm baş eder.
Ben gitsem bile
Kalemim gözlerinize hep batacak…”
Ülkemiz 24 Haziran seçimleriyle yeni bir rejimin kapılarını araladı. Zorla ya da hileyle de olsa 95 yıllık cumhuriyetin kodlarında siyasal İslam tarafından önemli değişiklikler yapılarak tek adam rejimine geçilmiş oldu. Sistem her ne kadar değişiyor olsa da özünde muazzam benzerlikler var. Örneğin ret ve inkar AKP cumhuriyetinden önce de vardı şimdi de var.
Bu politikayı uygularken sadece kamusal alanlardan yoksun bırakma, sosyal ve kültürel yaşamın sürdürülmesini engelleme şeklinde değil aynı zamanda çıplak şiddet ve cebrin de uygulandığını görüyoruz. Üzerine bir de bu kitlesel şiddet kendi politikası değilmiş gibi toplumsal etki alanı yaratarak tecrit etme yöntemini uygulamıştır.
2 Temmuz Sivas (Madımak) katliamının 25. yıl dönümünü geride bırakırken yukarıda bahsettiğimiz şeyleri bizzat Aleviler güncel olarak yaşıyor. Bu dönemsel politik olgular içinde gelişen olaylar dizini değildir. Aksine politik özün bizzat kendisidir. Bu özün renkleri değişse de değişmeyeni sermaye güçlerinin ve muktedirlerin hâkimiyetidir.
Biraz tarihin makarasını geri sararak o dönemin koşullarına bakmakta fayda var.
Darbenin üzerinden hayli zaman geçmesine rağmen ülkenin sol sosyalist güçleri kendini toparlayamamıştır. Metropollere yığılmaya başlayan göçle birlikte açığa çıkan Alevilerin gündelik ihtiyaçları ve bunlar üzerinden gelişen talepler “sır” olmanın ötesine geçmeyi gerektirmektedir. Aslında olağanüstü bir şey değil diyalektik bir durum ortaya çıkmıştır. Bir arada birbirine sahip çıkma, inançtan dolayı temel ihtiyaçları giderme ve devletin yürüttüğü politikaların Alevi toplumu üzerindeki etkilerinden doğan gereksinim politik örgütlenmelerin de önünü açmıştır. Daha doğrusu aşağıdan gelen basınç adım atmayı zorunlu kılmıştır. Fakat burada dikkat edilmesi gereken nokta Alevilerin yürüttüğü mücadelede devrimci hareketin oynadığı roldür. 90’lı yıllar devrimci hareketin Aleviler içindeki örgütlenmesi Alevilerin taleplerini de daha politik hale getirmiş, devletin asimilasyon politikalarına karşı derli toplu bir duruş sergilemeyi başarmışlardır.
Diğer taraftan ise Kürt halkı içinde giderek gelişen gerilla mücadelesinin etkinliği ülkede hızla belirleyici konuma yükselmiştir.
Emek mücadelesinin bastırılmasının üzerinden on yıl geçmişken Kürtlerin ulusal ve Alevilerin temel hak talepleri gün yüzüne çıkmıştır. Devlet bu gelişmeleri izlerken bir yandan da çeşitli temaslarla bu kesimlerle ilişki geliştirmiştir. Özellikle Kürt Özgürlük Hareketi’nin yürüttüğü mücadelenin geldiği nokta devletin masaya oturmasını zorlarken bunun zeminin de oluşturulma çabaları kayıtlarda yer alıyor. Bu başlı başına devlette başka reflekslerin açığa çıkmasına da neden olmuştur. Devlet için, varlığını kabul etmediği kesimleri muhatap alıp masaya oturmak bir yana bunların etki gücünün artması sorundur. Bunun yanı sıra Alevilerle Kürtlerin taleplerini birlikte savunabilecekleri zeminin oluşma ihtimali dahi devlet erki açısından acil önlem alınması gereken bir gelişmedir.
Nitekim öyle de yaptılar!
Hatta gerilimli süreci önce kendi cumhurbaşkanları Özal’ın tasfiyesi ile başlattılar. Arkasından gelen 33 askerin ölümü ve Sivas katliamı!
Ülke bambaşka bir iklimin kapılarını Sivas katliamı ile aralamış oldu.
“Yiğitlik inkâr gelinmez
Tek’e tek dövüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuz üç kurşunlu yürek
Otuz üç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda…”
Madımak Oteli’nde hayata geçirilen katliamı devlet bizzat üstlenmese de hem o gün hem de aradan geçen 25 yıl içerisinde davaların zaman aşımına uğratılması, sanıkların kamu kurumlarında çalıştırılması devletin aldığı tutumu net bir biçimde göstermiştir.
Otelin yakılmasını televizyonlardan canlı canlı izlettiren devletin mesajı çok netti. Alevilere ve demokrasi mücadelesi veren kesimlere; “Hak mı talep ediyorsun? Alın size hak, benim bütün gerçekliğim bu!” demişti. Devlet açısından topyekûn kirli savaş başlamıştı artık.
Fakat Aleviler açısından da geriye çekilmek ya da taleplerinden vazgeçmek gibi bir seçenek söz konusu olamazdı. Ve en doğru olanı yaptılar! 2 Temmuz katliamı Alevileri sindirmenin aksine daha fazla “Aleviyim” diyebilmenin mücadelesinin tetikleyicisi olmuştur. Devletin müdahaleleri ve yeni oluşan Alevi hareketinin kendi önünü açmadaki ısrarı toplum üzerinde önemli bir etki yarattı. Adeta üzerindeki sır perdesini kaldırdı. Devletin darbe ile yok edemediği devrimcilerle Maraş, Çorum ve Sivas’ta katliam gerçekleştirerek sindiremediği Aleviler bir araya gelip örgütlenmelerine hız verdiler. Kentlerde Alevilerin yoğun yaşadığı semtlerde devrimcilerin örgütlenmesi ve Alevi toplumunun giderek özgüven kazandığı, gücünü hissettirmesine devletin tepkisi Gazi Mahallesi’nde gerçekleşen saldırı oldu.
O dönem ile şimdiki devlet aklı Aleviler özelinde farklı değil. Bugün Aleviler açısından tehlike 90’lı yıllara göre daha büyük. Çünkü devletin ilişkide olduğu Alevi kurumları palazlanıp büyürken demokratik Alevi hareketi zayıflıyor.
Bu yıl Sivas’ta yapılan anma öncesi valinin “Hükümet ve cumhurbaşkanı aleyhine slogan atılırsa müdahale ederiz.” tehdidine verilen cevabın kendisi (kurumların bu tehdide uyması) yılların mücadelesinin ciddi derecede yıpranmasına hizmet etmiştir. Alevi hareketinin merkezinde bulunan kişilerin AKP hükümetini en iyi temsil eden İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile yaptıkları gayri resmi görüşmeler 2 Temmuz’da sergilenen tutumun sürdürüleceğini gösteriyor.
Bugün Alevilerin talepleri değişirken mevcut örgütlenmelerin ön açıcı nitelikten hayli uzak olduğu açık ve nettir!
Yeni bir anlayış ve çıkış ise Alevilerin önceliğidir!
Yoksa?
Sezgin KARTAL