VİYOLADAN SES
İçimdeki hüzzam hislerin viyolinistiydim. Yayım yoktu. Şarkı eksikti. Bir şarkıydı o. Daha önce ağlanmamış, rakı masasında dinlenip kederlenilmemiş. Temiz başlangıçlar için bir şarkı. Melodik bir tadı vardı onsuzluğun.
Zorunlu bir yerde farkına vardım varlığının. Aynı evrende, aynı dünyevi dertlerle uğraşıyorken, ayrı ayrı hayatlar edinmişiz birbirimizden kaçırır gibi. Aynı alan koduna tabi farklı ülkelermişiz.
Fark ettirerek, üzerimdeki etkisinin keyfini süren bakışları vardı. Düşerdim hepsine, hepsinde gardım düşerdi. O bakışları sonra kendim tamamlar, uzatır, bi yere bağlardım.
Yok gibiydi. Belirsizdi. Belirsizlik onun yakasında elmas bir broş gibi dururdu. Yakışırdı. Ölümsüz bir şeyi kendince tekrar ölümsüzleştirdiği bir izi vardı kolunda. Şarkıydı o. Görüşlerim nakarat, görmediğim anları kısık sesli introydu. Aşk değildi. Aşk demek çok sığ, varoş, sakil kaçardı. Bu oluşmamışlık çok daha doyurucuydu. Hiç uyku kaçırmıyor, hiç üzmüyor, incitmiyordu olmazlığı. Omzumdaki viyolonseli çalmaya yeteneksizliğim hiç gücüme gitmiyordu. Bir hayatı vardı. Mutlu olsundu. Ben detone duygularla da yaşardım. İlk kez birinin mutluluğunu bencil olmadan istiyordum, benli olmadan. Sesini hiç duymadım. Yani konuştuğunu duydum uzağımda ama ben onu ses zannetmedim.
Eksik, aksak, yarım bir şarkıyı zamana bırakmıştım. Yaraları vardı. Şimdilik dokunmuyordum. Kırgındı, yorgundu. Sessiz dünyasında kalabalıktı yine de; Seveni, sahip çıkanı, vaktini değerli kılanları vardı. Bu tesellimdi. Seveni bendim önce. O bir tablo, bir çiçek, bir felsefe, bir nesne olsaydı da severdim onu. O bir harabe, bir sualtı şehri, bir dergah olsaydı da giderdim ona. Onu bir nalburda, bir kaldırımda, bi oto yıkamacıda da görsem şiirsellik hiç bozulmaz. O benim uyaksız şarkım. Gelmese de olur. Tellerimi her gün koparıp yeniden bağladığımı bilsin yeter. Bağladığım yerlerdeki düğümlere yara açmadan dokunsun yeter. Başım üstüne, violinistiyim ben onun, o şarkılıktan vazgeçmesin yeter.