Lübnan ve seçimler üzerine söyleşi (1)
Lübnan ve Suriye sahası hakkında sosyolojik, teolojik ve politik araştırmalar yapan, ‘’Arap Hristiyanlar’’ ile ‘’Toplumu Yeniden Kurmak’’ isimli yayınlanmış kitaplarının yanı sıra bölgeyle ilgili çok sayıda yazı-makale kaleme alan Araştırmacı Yazar Tevfik Usluoğlu ile gerçekleştirdiğimiz Lübnan konulu söyleşinin ilk bölümünü Gazetelink.com takipçileriyle paylaşıyoruz!
Ferhat Aktaş: Merhaba hocam, söyleşimizi üç ana başlık altında gerçekleştireceğiz. Öncelikle bilinç açıklığı açısından tarihsel arka planı irdeleyelim. Ardından Lübnan’daki Aleviler hakkında bilgiler vermenizi isteyeceğim. Ve son olarak güncel siyasal gelişmeler bağlamında direniş ve seçim eksenli görüş ve gözlemlerinizi paylaşmanızı istiyorum. Geçmişten bugüne uzanan yelpazede özet bir Lübnan tablosu çıkararak söyleşimize başlayalım.
Türkiye’deki okurların Lübnan sosyolojisini daha net anlayabilmesi için çatışma ve çelişkilerin toplamından oluşan tarihsel verilere yaslanarak Lübnan’ı anlatmanızı istiyorum. Sizce, Suriye’yle de kopmaz bağlara sahip Lübnan gerçeğini nasıl anlayabiliriz?
Tevfik Usluoğlu: Merhaba. Genel bir özet çıkarmaya çalışarak anlatayım. Lübnan’ı anlamak, Akdeniz- Ortadoğu ve Kafkaslar güzergâhını anlamaktan geçiyor. Yeni enerji yolları, jeostratejik alanların denetim altına alınma hesapları, vekâlet savaşları, yaratıcı anarşi tezleri, fay hatları üzerine oturmuş ülke gerçekleri. Bu gerçekleri içinde her an kaosa sürüklene bilen bir Lübnan. Sürekli sorunlarla boğuşmaya itilen kararsız bir denge. Bilad-ı Şam’ın diğer parçası. On binlerce mil öteden gelen zulüm baronları, yalanlar, kirli oyunlar ve bu toprakların yerli halkları. Tüm gerçeklerin verileriyle, direnmek, güç uygarlıklarını uygarlık güçleriyle yenmeye çalışmak. Bu toprakları üretime açan, insanlık üretmeye çaba göstermiş, toprakları vatan haline getirmiş halkların, kendi özgür iradeleriyle topraklarını yönetip, geleceğe uzanma yükümlülüğü ve tarihi Lübnan dağları. Ora da yaşayan her din ve mezhepten Arap Halkı. Hilal el Hasibi denilen verimli ay içinde, Bilad-ı Şam (Şehri Şam/ Şam Coğrafyası/ Şam Beldeleri) diye tanımlanan tüm siyasal- sosyal varoluşlarla, Suriye merkezli bir çizgi izleyen sahil şerididir: Lübnan.
Fenikeliler, Gassaniler, Palmira Kraliçesi Zennubiya, Roma hükümranlığı, Arap –İslam Uygarlığı, Hamdaniler ve Alevilerin bu coğrafya üzerinde etkin oldukları dönem. Haçlı seferleri ardından gelen Frenk Kolonileri ve bu kolonilere karşı yerel prensliklerin yürüttüğü mücadele. 1187’de Frenk ordularını, Tebariye gölü yakınlarındaki Hittin mevkiinde yenilgiye uğratan Salahaddin Eyyubi ve Bilad-ı Şam’ın merkezi bir yönetim içinde tekrar toplanması. Memlükler, Selçuklu ve Safevi etkisi, ardından Osmanlı ve 1. Paylaşım savaşı galibi emperyalist ülkelerin geliştirdiği böl yönet taktiğinin bir ürünü olarak bu coğrafyada adım başı devletlerin kurulması ve ulusal kurtuluş hareketleri…
Osmanlı resmen dağılırken emperyalist devletlerin çıkarına göre coğrafyayı şekillendirme çabaları.
Osmanlının dağılma arifesinde 6 Mayıs 1916’da Cemal Paşa, Lübnanlı ve Suriyeli Arap Liderleri toplayıp Şam Şehri Merci Meydanın da idam etmesi ve Bilad-ı Şam’ın Lübnan ve Suriye’sinde 6 Mayıs’ın şehitler günü olarak anılmaya başlanması.
Mayıs 1916 da Seykes-Picot ve Kasım 1917’de ilan edilen Balfour Bildirisi. Bölgede buna karşı Arap ulusçuluğunu savunan siyasi hareketler ve direniş oluşmasına rağmen emperyalizmin karşısında yenildiler. Arap direnişi kırıldı. Ardından “Nisan 1920’de, İtalya-San Remo’da toplanan müttefikler, Ortadoğu’yu daha önce Sykes- Picot anlaşmasında kararlaştırıldığı şekliyle aralarında pay ederek manda bölgelerine ayırdılar. Ortadoğu, A bölgesi Fransızlar B bölgesi İngilizlere düşecek şekilde iki ana bölgeye bölündü. B bölgesinde Siyonizm’in yerleştirilmesi ve tarihi Filistin coğrafyasının kanlı günlerinin bugüne kadar uzanması. A bölgesindeki Bilad-ı Şam’ın yaklaşık olarak, Sivas’tan- Sina yarımadasına uzanan coğrafyasının feodal işbirlikçilerin eliyle de emperyalistlerin tarihten gelen oyunlardan birini oynama fırsatını bulmaları.
Kimi aşiretlere hatta aşiret bireylerine birer devlet kurmak. Bir ulus onlarca ulusa ayrılması aynı halkın ayrı devletlerde farklı halklar olarak tanımlanması. Ortadoğu İngiliz ve Fransız denetiminde iki bölgeye ayrılınca, her iki güç ellerindeki bölgeleri parçalara bölmeye başlaması. “Riyad’lı Suudi aşiretine, Mekke Şerifi Hüseyin’in büyük oğlu Abdullah’a Ürdün, Faysal’a Irak diye bir devleti İngilizlerin kurması. Fransızlarda, Arap milliyetçiliğini zayıflatmak için, mezhep esasına dayalı olarak Suriye’yi beş otonom bölgesine böldü. Lübnan ardından Büyük Lübnan Devletinin kurulması, Liva İskenderun Sancağı, bugünkü Suriye sahilinde Alevi devleti, güneyde Dürzi devleti, Şam Şehir merkezi etrafı ve Kuzeyde Halep-Sünni Arap devletleri.” Yani kantonlar olarak oluşturulmuş bölgesel sömürge idareleri. (Bugün Suriye’nin kuzey ve doğusunda batılı emperyalistler tarafından desteklenen kanton söylemli dayatmaların yeni olmadığını, daha önceleri de dayatıldığını bu örnekle de yansıtmış oluyoruz.) Tekrardan konumuza dönersek; bahsettiğimiz bölme planının ardından kurtuluş hareketleri eliyle bu coğrafyanın birleştirilme çalışmaları. Yusuf El-Zaim, İbrahim Hanano, Sultan Atraş Paşa, Şeyh Salih El Ali, Zeki Arsuzi, Muhammed Ali El-Zerka, Salah El-Bitar, Mişel Eflak, Vahib el Ğanim, Süleyman el İsa ve daha niceleri. Nitekim halkın duygu ve düşüncelerinin, resmi kararların, ruhsuz mürekkep kâğıt ilişkileri içinde cereyan etmediği gerçeği. Bu verileri akılda tutarak Lübnan’ı irdelemeye devam edelim.
Lübnan tarihi feodallerin ilişki ve çelişkilerine, çıkar ve çatışmalarına, kendi köylü ayaklanmalarına ve egemenler ya da emperyalistler için istenilen bir ortamı da hazırlayan verilerle doludur. Lübnan işgallere karşı direniş, feodal beyler arası savaşlar zaman zaman mezhepsel ve dinsel savaşların çokça görüldüğü bir coğrafyadır. “1820 hükümdar II. Beşir’e (Şihabi) karşı köylü, avam ayaklanmaları, 1831 Mısır işgalcileri ve tepkiler, 1840 Mısır işgalcilerine karşı ayaklanmalar, 1845-1860 Nisan ayaklanmaları. 19.yy da İngilizlerin desteklediği Dürziler, Fransızların desteklediği Maruniler, Rusların desteklediği Ortodoksların karmaşık ilişki ve çelişkileriyle gündeme gelen bir coğrafya. Osmanlının yıkılmasıyla 25 Nisan 1920 San Remo anlaşması Mandereter Fransa’nın, bu anlaşmanın 4. Maddesini ihlaline rağmen Lübnan sınırlarını çizmesi. Arap halkının 1920’de Fransızlara karşı Maisaloun da meydan savaşı vermesi, yenilgiler ve Maruni Hıristiyan din devletinin ilan edilmesi. Arap halkının yükselen tepkilerinin artması ile Fransızların Hıristiyan nüfusunu %30’lara çekecek şekilde Lübnan sınırlarını Suriye aleyhine genişletmesi 1 Eylül 1920’de Büyük Lübnan Devletinin ilan edilmesi. Bu ilan, Fransızların tarihsel bilinç altından beslenen ideoloji ve 20.yy emperyalist çıkarlara göre şekillenmiştir. (aynı oyun 1975 iç savaş sürecinde Lübnan’ı kantonlara bölüp, Arap karakterinden tümden yalıtılmış Hıristiyan bölgelere ayırmak isteyen Falanjistlerin çalışmaları ve “Özgür Lübnan Devletinin oluşturulma çalışmaları”- bu isim okuyucuya Özgür Suriye Ordusu şekillenişine ve söylemlerine dikkat çekmelidir.- bununla ilgili Raymon Eddin’in “Hıristiyan bir Lübnan ikici bir İsrail olur” belirlemesi dikkate alınmalıdır.) 24 Mayıs 1926’da Lübnan anayasasının oluşturulması ve Lübnan’ın Cumhuriyet olarak ilan edilmesi (1926 anayasası, Lübnan’ın bugününü de sosyal ve siyasal yapısını şekillendirmektedir.) Ancak Arap halkı buna karşı Büyük Suriye devrimi ayaklanmalarıyla cevap vermeye çalıştı. Topraklarının bölünmemesi için çaba gösterdi.
Lübnan devleti bir dizi karmaşa içinde, 22 Kasım 1943’te Cumhurbaşkanlığına getirilen Bişare Huri ile birlikte, Nisan 1946’da Suriye’den, Aralık 1946’da Lübnan’dan yabancı askeri birliklerin çekilmesiyle birlikte bağımsızlık resmen ilan edildi. Bu dönemden iç savaş sürecine kadar, beylerin siyasal ve yer yer çatışmalı ilişki süreçleri tüm varlığıyla devam etti. Bu süreçte sırasıyla Cumhurbaşkanı: Huri (1941-1952), Şebun (1953-1958), Fuad Şahab (1958-1964), Charles Hulu (1964-1970), Süleyman Fıranciye (1970-1975) oldu. Lübnan siyaseti tüm dönem boyunca farklı dış güçlerin etkisi altında olanlar ile Arap ilerici güçleri arasında geçmektedir. Hatta 8 Mayıs 1958’de patlak veren iç savaş, ABD ve diğer yabancı güçler destekli Kamel Şamun ile ilericiler arasında geçmiştir. Bu savaşın arka perdesinde 1954 Eisonhower doktrini, 14 Temmuz 1958’de Irak monarşisinin devrilmesi ve dolayısıyla Bağdat Paktının çökmesi ile Arap ulusal ilerici güçlerinin güçlenmesinin önüne geçmek gerçeği yatar. Hatta bunu için ABD deniz kuvvetleri Lübnan’a, İngiliz komandoları Ürdün’e çıkartma yapar.
1958-1975 Lübnan 1. İç savaşında ilişki ve çelişikler 20.yy uygun bir siyasal bölünme içinde oldu. Bir tarafta ilericiler (ulusalcılar, komünistler, sosyalistler, demokratlar) diğer tarafta gericiler (dış destekli liberaller, dini temelde örgütlenenler – bu gurupta özelikle Marunileri ve Maruni Keşişler Meclisi/ Meclis el Matarina el Maruni ve faşist karakterli Falanjistleri sayabiliriz.) “Emperyalist- Siyonist- gerici blok, 67 savaşıyla Batı Şeria (el Daffi), Golan (el Cülen), Gazze ve Güney Lübnan’ı işgal zincirine ekleyecekti.” Bu bölünme ekseninde Arap Truva atı niteliğinde olan gericiler, yaşadığımız bu dönemde de, İslamcı ismiyle emperyalist kamplara yıkım politikaları için kitle taşımaktadırlar.
1975-1990 Lübnan 2. İç savaşı: “13 Nisan 1975’te Filistinli mültecileri taşıyan bir otobüsün Ayn al Rimmanah’ta Falanjistlerin silahlı saldırısı sonucu gerçekleşen katliamla başladı. Ardından gericileştirilmiş Marunilerden oluşan ordunun, Sayda şehrinde 26 Şubat 1975’te balıkçıların hak talepleri etrafındaki protestolarını kanlı bir şekilde bastırmasıyla iyice alevlendi. Özellikle gerici Maruni güçlerin devleti ele geçirdikleri gerçeğinin inkârı için, iç savaşı dayatmalarıyla gerçekleşti. Arap- İsrail Siyonizm’i arasındaki mücadelede safını daha net belirlemeye başlayan Lübnan halkına karşı ve onun bir parçası haline gelen mülteci Filistinlilerin İsrail’e karşı direnişini kırmaya yönelik bir provokasyon olarak gündeme gelmiştir. Bu anlamda, Suriye’nin etkisiyle yükselen Arap ilerici ulusal güçlerin tüm bölgede artan ağırlığını dizginlemeye dönük bir hareket olarak ta Lübnan iç savaşını tanımlamak mümkündür. Bu savaş dünya güçlerinin bir hesap tasfiyesi olarak ta tanımlanabileceği gibi, direk olarak ABD ve İsrail savaşta taraf olmuş hatta savaşın içinde direk olmaları birçok detay ve hesaba işaret olarak yorumlanabilir. İç savaş Lübnan’ın Arap karakterini yok etmek, Filistinlileri silahsızlandırıp ve Filistin’e dönme umutlarını yok etmek üzerinden kirli pazarlıklarla doludur. Bu savaşta katliamcı olarak görev üstlenenler şunlardır: Piyer ve oğulları Beşir ve Emin Cameyel liderliğindeki Lübnan Kataib Partisi (Falanjist Parti / Bu partinin yöneticisi Emin Cemayel, Başbakan iken Tayyip Erdoğan liderliğinde ki AKP’nin kongresine Mesut Barzani ve Hamas siyasi lideri Halid Meşal ile birlikte katılmıştır.) Falanjist Partinin askeri uzantısı olan ve sonra bölünen Beşir Cemayel, Eli Hubeyka, Semir Caca liderliğindeki Lübnan Kuvvetleri, Kamil Şamun ve oğlu Dani önderliğindeki Hür Milliyetçiler Partisi, Said Akl önderliğinde Hurras el Arz, Charbel Kassiss önderliğinde Marunî Keşişler Tarikatı (Bu tarikat ile Vatikan Papalık arasında hep doğrudan bir ilişki olmuştur. Özelikle Roma’da bulunan Maruni din eğitimi okulu aracılığıyla dış güçlerle ilişkili olma eğilimi temel bir ayraç ve diğer güçlere aşılama çabası hep geçerlilik kazanmıştır.) Bu güçlerin tamamı şu an Suudi Arabistan ve Fransa destekli Saad Hariri liderliğindeki 14 Mart Hareketi içinde yer almaktadırlar. Nitekim, Suudi rejimi, ABD ve Avrupa’nın temel etkisinin açık ifadesi olarak, 1920’ler den başlayarak günümüze kadar İngiliz danışmanların açık desteğiyle, milliyetçi, devrimci, sol kökenli bir dizi radikal hareket ve yurtseverlerin önünün kesilmesi için yardım etmiş, sol örgütler karşısında bölgesel bir denge ağırlığı görmesi için teşvik edilmiştir. Suudilerin etkisiyle de 14 Mart Hareketi, 1982’de FKÖ’nün sığındığı Tirepoli’de (Trablusşam’da) bugün etkinler ve buradaki yoksul Sünni kesim üzerinden gerici politikalarını inşa etmektedirler. Gerek Suriye üzerine geliştirilen kirli politikalar gerekse de Tirepoli/ Cebel Muhsin’deki Alevilere ve bölgedeki tüm direniş cephesine karşı Tirepoli/ Tebbene bir operasyon merkezi olarak kullanılmaktadır.
1975-1990 Lübnan iç savaşı hakkında çokça detay paylaşabiliriz. Buradan bu detaylara boğulmadan denilebilir ki, iç savaşın üç önemli detayı savaşı başlatanların taşıdıkları karanlık emelleri anlatmaya yeterlidir.
1) 6 Haziran 1982 Siyonist İsrail’in Lübnan’ı işgali ve Filistin mülteci kampları: anti-Siyonist direniş cephesinin Filistin ayağı ciddi yara aldı ancak 1987’de İntifada hareketiyle Filistin direnişi tekrar hareketlendi. Fakat İsrail’in bu hamlesi karşısında Hizbullah halk hareketi direniş sahnesindeki yerini aldı. (Aynı tarihte Suriye’de Müslüman Kardeşler örgütü üzerinden, mezhepçi gerilim yaratmak ve bölgeyi tümden kaosa sürüklemek için terör eylemleri gerçekleştirilir ve birçok doktor, avukat, büyük elçi, askeri okuldaki şahsiyet Alevi kimliğinden dolayı katledilir. Aynı kirli oyunlar o dönemde oluşturulan ve Antakya’da yer alan Hacıpaşa-Bohşin’deki kamplardan tezgâhlanır. Filistin Mülteci kamlarına karşı, 16 Eylül 1982’de Sabra-Şatilla’da toplu katliam gerçekleştirilir.)
2) Falanjist Cumhurbaşkanı Emin Cemayel’in imzaladığı 17 Mayıs 1983 Siyonist İsrail- Lübnan anlaşması. Böylece gerici güçlerin işgal edilmiş Filistin topraklarını İsrail Siyonizm’inin meşru toprağı olarak kabul etmeleri.
3) “Marunîleştirilen Lübnan ordusundan bir subay olan Saad Hadda önderliğinde kurdurulan “Güney Lübnan” çizgi devleti. Bu “devlet”, İsrail tarafından aylığa bağlanmış iç savaş artığı, lümpen, mafya güruhu tarafından Siyonist İsrail in kuzey sınırlarını Filistin ve Lübnan direniş güçlerinden korumak için oluşturulan, güvenlik kemeri bir tampon bölgedir. Konumuz açısından Lübnan iç savaşını anlatmaya bu detaylardan sonra çok fazla ayrıntıya ihtiyaç olmayacaktır. Bugünkü Suriye komplosunu ve Suriye üzerine oynanan her kirli adımın bölge halkları ve Arap Aleviler açısından taşıdığı hayati önemi buradaki her cümleden algılamak mümkündür. Bu anlamda denilebilir ki Lübnan ve Suriye gerçekleri gelişimin ve değişimin doğal dengeleri üzerinden şekillenirken, bölgedeki çatışmalarda gerici güçlerin İsrail Siyonizm’i ve Emperyalizmin ihtiyaçları üzerinden geliştirilmiştir.
İç savaş süreci de aynı halkların ayrı devlet içinde yaşıyor olması birbirine tamamen bağlı olan her türden ilişkinin olmasını engelleyememiştir ve her olay her iki tarafı tümden etkilemiştir. Bundan dolayıdır ki, Suriye halkı Lübnan’ı kendisinden ayrılmaz bir parça olarak görür. Her iki tarafta ki halk, iyi ve kötü günde bir arada olmayı bilmiştir. Bunda dolayı da Suriye, gerek Lübnan üzerinden kendi üzerine geliştirilen komployu gerekse Lübnan’daki çatışmaları bitirmek ve istikrar sağlamak için Arap ülkelerinin (1976, Lübnan, Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt’in yaptığı Riyad Anlaşması.) onayıyla ve Lübnan Hükümetinin resmi istemiyle 1 Haziran 1976’da sürece resmen müdahale etti. Amaç Lübnan’ın birliğini korumak ve doğal gelişme seyrini kesintiye uğratmamaktı. Ancak iç savaşı başlatanlar, bu gelişmeye karşı savaşmış ve Lübnan’ı, İsrail cephesinde tutmaya uğraşmışlardı.
Suriye’de, Hıristiyan ilerici güçlerini ve Lübnan’daki tüm ilericileri yanına alarak bu süreci tersine çevirerek, büyük oranda da Lübnan’ı Direniş cephesine kazandırdı. Suriye müdahalesinin eleştirilen ciddi yönleri olduğu tartışma götürmez gerçekliklere sahip olmasına karşın Suriye’nin gerçekleştirdiği başarı ve ödediği bedel karşısında, bunları birer ayrıntı olarak kabul etmek anlamlı olur. Suriye bu müdahaleyle, İsrail’in Lübnan işgalini bitirdi. 17 Mayıs İsrail ile Lübnan gericiliğinin imzaladığı teslimiyet anlaşmasını lağvetti. Hizbullah’ın yeniden yapılanmasını sağladı ve Suriye dostu, hatta Lübnan’daki çok kimlikli yapıya uygun bir algı geliştirmesini sağladı. Lübnan’da ki gericiliğin ordu içindeki etkisini bitirerek orduyu ve siyaseti, direniş güçlerinin lehine göre şekillendirdi. Eylül 1989 Taif Anlaşması gereği Lübnan’ın imarı ve istikrarının sağlanması için:
Suriye’nin Lübnan’da kalması ile de Lübnan’ı yıkıntılar altından kaldırma gibi zor bir görevi aldı. Suriye demirden çimentoya, köy yollarının yapımından, Cumhurbaşkanlığı kurumuna, vatansever bir ordunun oluşumuna, iç güvenlik sisteminden, caydırıcı bir direniş odağının oluşmasına kadar her alanda Lübnan’ın bir ülke olmasını sağladı. Ancak Suriye’nin bu müdahalesi, diğer Arap ülkelerinin ve ABD’nin çıkarlarıyla çatışmadıkça bu güçler tarafından kabul edilebilir oldu. Bu güçlerin çıkarları tehlikeye girdiği anda da Hariri suikastı, 1559 Larsen ve 1595 Mehlis raporları ve 1636 nolu BM kararı devreye sokularak, onca kirli oyunla Suriye’nin 2005 sonuna doğru Lübnan’ı terk etmesine neden olundu. Ardından, 12 Temmuz 2006’da İsrail’in Lübnan’a saldırısıyla yeni bir çıkış olanağı aradı. ABD Dışişleri Bakanı Rice: ‘’Artık Ortadoğu’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır, yeniden düzenlenmiş bir Ortadoğu, Büyük Ortadoğu Projesini hayata geçirme kapısı açılmıştır” dedi. Ancak Hizbullah önderliğindeki Lübnan direnişi İsrail’e geri adım attırdı. BM Güvenlik Konseyinin 1701 kararı gereğince ateşkes 14 Ağustos’ta yürürlüğe girdi ve Siyonist ordu geri çekilmeye başladı. Tüm gelişmelere rağmen Suriye arkasında çok güçlü bir direniş kalesi bıraktı. Nitekim gerek bugünkü Suriye komplosunda Lübnan direniş güçlerinin oynadığı misyon gerekse de Suriye arkasında, 8 Mart 2005’te bir milyon insanı aşan vefa gösterisi yapan bir kitle bıraktı. Bu kitlenin başında da direnişin tartışmasız sembolü olan Hizbullah, Emel Hareketi, Ulusal Toplumcu Parti, Lübnan Baas Partisi, Lübnan Komünist Partisi, Dürzi Arslan ve çevresinin oluşturduğu demokratik güçler, Alevi kökenli Arap Demokratik Partisi, Nasırcı Birlikçiler, eski Başbakan Ömer Kerami, İçişleri eski Bakanı Süleyman Franjiye, eski Cumhurbaşkanı Emil Lahud ve siyasal çevreleri gibi, toplumda etkinliği yoğun olan kesimleri bıraktı. Bugünde İsrail ve Nusra Cephesi karşıtı Lübnan’ın birliği ve bölgenin barışı için direnenlerde bunlardır. Tüm bu gelişmeler ve gerçekler bir siyasi deha olan Hafız Esad ve ekibinin ürünüdür. Bu yüzden Suriye her zaman Lübnan halkının yaşamında, Suriyeli kadar, Lübnanlı olarak var olmaya devam etmektedir ve Lübnan vatandaşı olup kendini Suriyeli addetmeye devam eden on binlerce insan, tüm mezhep ve siyasal eğilimlerden oluşmuş Lübnan halkının fiili çoğunluğu, Suriye lehine eğilim belirlemektedir. Tamda bu belirlemeler içinde Lübnanlı Aleviler ve Lübnan Alevi Meclisi gerçeği ortaya çıkmıştır. Dünyanın hiçbir komşu ülkesi, ayrı devletlere bölünmüş tek halkın özgünlüğünü taşımadan, böyle bir tablo oluşturulamazdı.
Ferhat Aktaş: Tam da bu bağlamda sizden Lübnan Alevileri ve Lübnan Alevi İslam Meclisi hakkında bilgi paylaşmanızı isteyeceğim. Alevilerin nüfus yoğunluğu nedir, hangi bölgelerde yaşıyorlar, karşılaştıkları sorunlar nelerdir ve oluşturdukları meclis örgütlenmesinin özellikle kuruluş sürecinden itibaren niteliği, devletle kurduğu ilişki ve çalışma esasları nasıldır?
Tevfik Usluoğlu: Lübnan’daki Aleviler ağırlıkta Akkar bölgesi, Trablusşam kenti Cebel Muhsin’de ve çevresindeki 15 köye yaşıyorlar. Alevilere Lübnan’ın18. Mezhebi denmektedir. Alevilerin Lübnan’daki toplam nüfusu 150.000 civarındadır. Aleviler Akkar’da: Hısa, Tel- Biri, Tel- Al Humeyra, Mesudiye, Hıkr el- Dahri, Reyhaniye, El Havşib, Simmeiyye, El Abbudiye, Kanberiy köylerinde yaşıyor. Cebel Muhsin’de: Dhur el Hava, Haretil Jdeydi, el Küra, Mucleyya, Iz3arta. Bunun dışında, Birj Hammud, Zihniyi, Kibbi gibi bölgelerde yoğunlaşmışlardır.
Aleviler, “1974’te Ali Yusuf İd’in kurduğu ve bugün liderliğini Rıfat İd’in yaptığı, Arap Demokratik Partisine (Al-Hizb Al- Arabi Al- Dimukrati/ PDA)” (ADP), kadar Lübnan’ın hiçbir alanında yoktular. Bu süreç Aleviler açısından başlangıç oldu. Bu tarihten önce 1926 anayasasına göre mezheplere göre bölünmüş Lübnan’da Alevilerin adı ve yeri yoktu. Bir kamu kuruluşunda görev almak ya da orduda olmak için Alevi bir bireyin kendini başka bir mezhebin üyesi olarak kaydettirmesi gerekiyordu. Bu sürece kadar kimi zaman Alevilerin bu ismi terk etmeleri çeşitli çevrelerce teklif ediliyordu. Hatta 1975 Lübnan iç savaşı sürecinde, Birleşmiş Milletler Haberleşme Ajansı (IRIN), Alevilerin 40’tan fazla olmak üzere yer değiştirdiğini yazıyor. Ancak ulusalcı, tüm Arapların birliğini savunan ve sosyalist bir programa sahip olan partinin (PDA) kurulması, faaliyetlerini genişletmesi, özelliklede Suriye’nin Lübnan’a doğrudan müdahalesi sonrasında Tirepoli’deki ilerici Sünniler ve Hıristiyanlar arasında da etkili olmaya başlamasıyla Alevilerin kaderi de değişmeye başladı. Partinin yer yer Beyrut’ta Birc Hammud’ta yaşayan Aleviler ve Ermenilerle de ilişkileri gelişti. Suriye’nin geliştirdiği strateji sonucunda tüm Lübnan üzerinde etkili olan İlerici Cephe olarak nitelendirilebilecek olan 8 Mart Hareketinde PDA yer aldı. 1989 Taif Anlaşması sonrasında 1990’da, 128 kişilik Lübnan Parlamentosunda biri Akkar biri de Tirepoli’den olmak üzere 2 milletvekili Alevilere ayrıldı. Özellikle Ali Yusuf İd ve tüm Alevi taifesinin (Mezhep/Halk) sabır ve kararlılığıyla, Aleviler devlette temsil hakkı kazandılar. Orduda Alevi gençleri görev almaya başladılar. Böylece yoksul ve yalnızlaştırılmış bir geçmişe mahkûm edilen bir toplum kimliğini yeniden inşa etmeye ve kurumsallaşmaya başladı. Bu kurumsallaşmanın sağlanması için, Lübnan’daki gericilere karşı mücadelede 1000’in üzerinde şehit verildi. Nihayetinde 1996’da 449 nolu kanunla Lübnan Alevi İslam Meclisi resmileşti. Böylece Lübnan Anayasasına göre Aleviler Lübnan’daki 18. Mezhep olarak tescillendi ve Mecliste yer alan yöneticilere Diplomatik Pasaport dâhil birçok hak verilmiş oldu. 19 Mart 2009’da Alevi İslam Meclisinde yapılan seçimle Meclis Başkanlığına Dr. Şeyh Es3ad Ali Assi başa getirildi. (Şeyh Ali Assi 2017 yılında vefat etti. Şu an meclis başkanlığı vekaleten yürütülüyor. 2 ay içinde yeniden başkanlık seçimi yapılacağı bilgisi verildi.) 1906 sayılı meclis kararıyla Başkan ve yönetimin görev dağılımı tescillendi. Görev dağılımına göre Meclis Naibi Mahmoud Asfour, Meclis temsil yetkisi ve sözcülüğü ile festival, panel vs. görevlerden sorumlu Şeyh Ali Kaddour, Meclis Başkanlık Ofisi Müdürlüğüne Ahmed Assi getirildi. Mecliste Şerri kurul ve Yürütme olmak üzere iki bölüm mevcuttur. Şerri kurul, dini kararların alındığı ve din adamlarının görev yaptığı bir alandır. Yürütme ise, meclis işleyişi, halkın sosyal ve kültürel talepleri, diğer dini- mezhebi cemaatlerle ilişkiler ve de farlı bölgelerde bulunan Alevilerle koordinasyondan sorumludur. Lübnan Alevi İslam Meclisi dünyada resmi olarak tanınan ilk Alevi Meclisi olup ikincisi Avustralya’da Arap Aleviler tarafından kurulmuştur. Avustralya’da ki meclis faaliyetleriyle Lübnan meclisine karşı sorumlu olup, din adamı olarak görev yapıyorlar, cüppelerini Lübnan Alevi İslam Meclisinin onayıyla giymekteler.
Lübnan Alevi İslam Meclisi, tutumları ve halk üzerinde yarattığı etkiyle örnek gösterilebilecek niteliktedir. Lübnan’ın bütünlüğü ve Direniş Cephesindeki kararlılığı, Suriye ve bölge üzerinde gerici odakların tekfiri terör şebekelerinin yürüttüğü savaş karşısında da gösterdiği tavırla da ciddi saygınlık ve kazanımlar elde etmiştir.
Lübnan Alevileri Fransız taksimine göre, İslam’ın içinde kabul edildiğinden bildik bir anlayışla İslam’ı da Sünnilik üzerinden algılayarak Aleviler Sünni hukuka göre yasal olarak tanımlanmıştı. Bu gerçeklik içinde Aleviler aslında hiçbir hukuk ve hak sahibi olmayan bir kitle haline getirilmişti. Aleviler bu yasal düzenleme ile belediyelerin dışında hiçbir devlet kurumunda görev alamıyorlardı. Nitekim 1973’te Ali Yusuf İd’in önderliğinde kurulan parti ve Alevi gençlerin oluşturduğu, “Hareket-i Şebeb el Alevi” (Alevi Gençlik Hareketi) faaliyetleri ile Alevilerin kaderi değişti. Aleviler hak ve hukuk talebinde bulunurken kefenlerini giyer gibi hareket ettiler. Bu net tutum sürecinde 1000’in üzerinde şehit verdiler. Bu davanın ciddi bedel ödeyenlerinden biride, Alevi İslam Meclisi sözcüsü Şeyh Ali Kaddur’un babası olmuştur.
1975’te Alevi Gençlik Hareketi “Diyalog” adlı çalışması ile Lübnan da ki tüm dinsel ve mezhepsel gruplarla iletişim kurarak, heyetler babında görüşmeler yaparak kendilerini anlatmaya ve taleplerini iletme çalışması başlattılar. Bu çalışma, evrilerek meclisi oluşturdu. Meclisin resmileşmesi ile; Lübnan’da, Akkar ve Cebel Muhsin bölgesinde Alevilerin yaşadığı toplamda 40 belde ve köyde, din eğitimi Alevi meclisinin atadığı öğretmenler aracılığıyla verilmekte ve Alevi akidesi ve felsefesi anlatılmaktadır. Meclisin görevlendirdiği eğitimciler, meclis kararıyla Maliye Bakanlığının kişilerin hesabına aktarımı ile maaşları ödenir. Bu yapılanma, hukuken olabilecekken fiilen henüz Beyrut’taki (Birc Hammud ve Dahiyye’de yoğunluklu olarak Aleviler yaşar.) Aleviler için hayata geçirilememiştir.
Lübnan Alevi Meclisine Lübnan anayasasının tanıdığı olanaklarına rağmen, Alevilere ait Akkar, Trablus ve Beyrut’ta üç şeri mahkeme ve üç müftülük olması gerekmekte iken, siyasi nedenlerle bu hak tecelli edememiştir. Kudet-i Şer-i denilen bu yapılanma Lübnan’da ki siyasi dengenin karasızlığı ve dış müdahalelerin etkisiyle sürekli devlet eliyle ertelenmektedir. Lübnan Alevi İslam Meclisi, din adamı, mühendis, Belediye Başkanı, asker ve birçok meslekten şahsiyetlerin oluşturduğu toplam 70 kişinin oluşturduğu bir yönetim kuruluna sahiptir. Meclisin içinde ki din adamı toplam 20 kişi ile sınırlandırılmıştır. Meclis yapılanması içinde bulunan Şer-i heyet 6 kişiden ve Tenfiz-i heyet 6 kişiden oluşmaktadır. Meclis yönetimi 4 yılda bir yapılan seçimle başa getirilir. Şer-i ve Tenfiz-i heyetler maaş almaz. Ancak, müezzin, imam, başkan, müdür, naib ve meclis sözcüsü maaş alır. Bunun dışında, paneller, resmi görüşmeler ve Alevi toplumu ile Lübnan devleti için yapılacak çalışmalarda ve görevlendirmelerde harcırah ödemesi yapılmaktadır.
Lübnan Alevilerinde, şeyhlik kurumu meclis kararıyla esasa bağlanmış ve meclisin onay vermediği kişiler din adamı görevi yürütememektedir. Kişinin din adamı olabilmesi için, ahlak ve bilgi konusunda toplumsal anlamda kabul görmüş olması, bu kabulü şahitlerle ve kefillerle teyit etmesi gerekmektedir. Ayrıca, meclis din adamı olacak kişiden şer-i diploma istemektedir. Yani şer-i ve Alevi akidesi konusunda eğitim aldığını belgelemesi istenmektedir. Eğer diploması yok ise meclis bir konsey tayin eder ve bu konsey, kişiyi sınava tabi tutar. Bu sınavda kişi başarı elde ederse meclis başkanlığı onayı ile kişi, cüppe giyer ve din adamı olarak faaliyet gösterme hakkı elde eder.
Meclis yasal statüye sahip olduğundan, meclis üyelerinin Lübnan devleti tarafından tanınan kimlikleri olup aynı zamanda meclis yönetimindeki kişiler diplomat pasaportuna sahiptirler. Bu koşullara göre ülke içinde ve dışında yasal haklara sahiptirler. Meclis, kadın konusunda özel eğitim birimine sahiptir. Bu birim toplumun kadınının, ihtiyaçlarını sağlamak, toplumsal sorunlarını çözmek ve Alevi akidesi ve felsefesini öğretmek, çocukların Alevi akidesine göre yetiştirilmesini sağlamak amacıyla oluşturulmuştur. Sonuç olarak, Lübnan Alevi İslam Meclisi, yaptığı çalışmalar, kurumsal yapısı, itibarı, direniş cephesine katkısı, barışçıl ve diyalog yanlısı olması ile Alevi toplumu açısından önemli bir model olup, özenle değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu yönüyle Lübnan Alevi Meclisi gerek Türkiye de gerek dünyanın farklı yerlerindeki Alevilerin geleceğe uzanması için eğitim, örgütlenme, kültürel ve birçok çalışmaya da destek vermeye, öncülük etmeye hazır olduğunu ifade etmektedir. Alevi Meclisini çalışmalarını düzenli takip etmek isteyenler: alawiyoun.net sitesinden takip edebilirler.
Devam edecek…
Ferhat AKTAŞ