AFRİKA- AYVALIK- İZMİR: 4
Afro-Türk derneğinin kurucusu Mustafa Olpak, 2006 yılında TRT tarafından çekilen ve birçok ülkede yayınlanan ”Arap Kızı Camdan Bakıyor” adlı belgeselde kendisini şöyle anlatıyor: ” Benim dedem köleydi.Ninem de köleydi. Babam, annem ve teyzelerim de başka çeşit bir tür köleydiler. Yani besleme. Yıllar öncesiydi mahallede teyzemin oğluyla oyunlar oynardık. Başka çocukların oyunlarına da katılmak isterdik. Ama çocuklar Arap diye alay ederlerdi. Bizi oyunlarına almak istemezlerdi. ‘Arap kızı camdan bakıyor’ derlerdi. Anneme sormaya karar verdim. Sorduğumda zavallı kadın çok üzüldü ama açıklama yapmadı. Dedeme sordum. ”Dede biz niçin böyleyiz, siz nerden geldiniz?” diye. Dedemin odasında bulunan dünya haritasını getirdim. Eğilip baktık. Eliyle bir yeri işaret etti. Afrika’yı gösterdi. Uzun yıllar önce dedem ve ailesi Afrika’daydı. O gün çamaşır günüydü. Kalabalık bir aile halinde yaşıyorlardı. Kadınlar nehir kenarında çamaşır yıkıyor, çocuklar da onlara yardım ediyordu. Bir baskına uğramışlar, köle tacirlerinin baskınına.”
Tel Aviv Üniversitesi’nden Ehud Toledano anlatıyor:
Öncelikle anlamamız gereken şu: Tüm toplumlar şu veya bu şekilde köleliğe aşina. Tüm tarih boyunca modern zamanlara gelinceye dek insanlar ya köleleştirildi ya da başka insanları köleleştirdiler. Osmanlılar da kölelikle, köleleştirmekle Anadolu’ya gelmeden önce tanışmışlardı. Kölelik Orta Asya’da, Çin’de, Japonya’da yaygındı. Osmanlı’nın geldiği tüm coğrafyada yaygındı. Anadolu’ya geldiklerinde kölelikle orda da karşılaştılar. Yani, Osmanlı’nın köleliğe de kölelere de sahip olmasında olağanüstü bir durum yoktu.”
Osmanlı geldiği bu yeni topraklarda kölelik kurumunu aldı ve kendine göre uyguladı. Orduda, haremlerde, küçük ölçekli, işetmelerde kısıtlı da olsa tarımda ve özellikle ev içi işlerde köleler kullanıldı.”
Mustafa Olpak aile büyüklerine ısrarlı sorular sormasa bir şey öğrenemeyecekti. Bu onun ve ailesinin Afrika’dan başlayıp Girit, Ayvalık ve oradan da İzmir’e uzanan hikayesi. Değerli ve önemli bir hikaye bu. Zira eksiğiyle, fazlasıyla üzerinde yaşadığımız coğrafyadaki kölelik sisteminin ilk anlatımı. Elimizdeki bu kaynak Osmanlı kölelik sistemini kavramamızı sağlayacak yegane kaynak.
Gerçek hayatta ne yaptıklarından, işlerinden, uğraşlarından ayrı olarak imparatorluk sınırları içinde yaşayan bütün kölelerin statüsünü dini hukuk belirlemekteydi. İnsanlar hür olanlar ve köle olanlar diye ikiye ayrılmıştı. Hukukun farklı gözlerle baktığı, farklı sorumlulukları, farklı ödevleri olan iki ayrı grup ‘efendiler’ ve ‘köleler’. Efendiler zaten buradaydı. Köle olanlarsa iki ayrı yerden getiriliyordu. Karadeniz’in yukarı bölgelerinden beyazlar ve Afrika’dan siyahlar.
Selçuk Üniversitesi’nden Yusuf Hakan Erdem anlatıyor:
”Afrikalı köleler başlıca iki bölgeden getirilmekteydi. Habeşistan yoluyla Doğu Afrika’dan veya Sahra Altı Afrika dediğimiz bugün Nijer ve Çad arasında, Libya’nın güneyinde kalan krallıkların olduğu yerlerden. Çünkü Sahra Çölünü geçmesi gerekiyordu Akdeniz’e ulaşmak için. Köle tacirleri Osmanlı’nın son dönemlerinde Afrika’da genellikle Arap veya bedevi asıllı insanlar tarafından köleleştirme yapılmaktaydı. Sahillere ulaştıktan sonra Osmanlı tebaası olan, esirci dediğimiz insanlar bu köleleri alarak Akdeniz’i, Kızıldeniz’i geçerek Osmanlı pazarına ulaştırmaktaydı.
Özellikle 19 yy. da Osmanlı topraklarına getirilmek üzere Afrika’dan toplanan köleler önce kervanlarla kıtanın iç kesimlerindeki sahillere taşınıyor, oradan da yelkenlilere bindiriliyordu. Köle tacirleri için asıl hedef Selanik, İzmir, İstanbul gibi imparatorluğun büyük şehirleriydi. Ancak, su ve ikmal için bazı limanlarda konaklamak gerekti. Kıbrıs, Malta, Girit, Rodos bu amaç için kullanılan ara duraklardı. Kimi köleler içinse son durak. Zira, ihtiyaç duyulduğunda veya talep geldiğinde kölelerin bir kısmı buralarda kurulan yerel pazarlarda satılıyordu. Tıpkı Mustafa Olpak’ın dedesi Ahmet gibi.
Mustafa Olpak’anlatıyor:
”Girit Adasına getirilen dedem bir Osmanlı ailesine satılıyor. Bu aile büyük bir çiftlik sahibi. Dedem burada uyum sorunu yaşıyor. Her fırsatta kaçmaya çalışıyor. Her kaçışında yakalanıp Osmanlı ailesi tarafından cezaya çarptırılıyor. Zaman içerisinde kaçmanın çare olmadığını anlayan dedem duruluyor. Osmanlı ailesi dedeme bir mükafat vermek istiyor. Aynı çiftlikte çalışan Nuriye ile evlendiriyor. Bu evlilikten Nuriye ve Zeynep adlı iki çocuğu oluyor.”
Osmanlı tarihi boyunca köle emeğini değişik alanlarda kullandı. 19. yy.da değişik ulusların baskısıyla köle ticaretine yasaklar ve kısıtlamalar getirilse de köle emeğine duyulan talep hala devam ediyordu. Bu talepten doğan ticaret de. Tarihçiler 19. yy boyunca tüm imparatorluğa yılda 18.000 kadar Afrikalı köle ithal edildiğini söylemektedir. İster Osmanlı’da olsun isterse köleliğin en katı biçimde yaşadığı Amerika’da olsun köleleştirilmiş insan bir başkasının mutlak hakimiyeti altındaki maldı ve bir fiyatı vardı.
Tel Aviv Üniversitesi’nden Ehud Toledano anlatıyor:
”Pazarda köle fiyatları kölenin türüne göre değişmekteydi. Genellikle en pahalı köleler Kafkasya’dan getirilip hareme satılanlardı. Sosyal merdivenin alt basamaklarına inildikçe fiyatlar düşmekteydi. Kesin bir fiyat söylemek mümkün değildi. Ancak bir örnek fikir verebiliriz.. Köle alıcısının gelirini 100 birimle ifade edecek olursak fiyatı düşük bir köle, alıcısının toplam kazancının yüzde birini aşmazdı. Yani, köle satın alabilecek birinin hali vakti yerinde olmalıydı. Çünkü iş köleyi satın almakla bitmezdi. Onu doyurmak, giydirmek, barındırmak yani köleye bakmak gerekti. Tüm bunlarsa pahalıydı.
Selçuk Üniversitesi’nden Yusuf Hakan Erdem anlatıyor:
”Kapalı köle sistemlerindeyse köleler sahiplerinin akrabalık gruplarına giremezler, birbirleriyle evlenirlerdi. Bu azaddan sonra da değişmez. Köle beslemek, köle yönetmek uygulamaları vardır. Böyle bir toplumda iki ayrı grup ortaya çıkar. Köleler ve sahipleri. Osmanlı’da tabii ki köleler ve sahipleri var fakat bu geçici bir durum. Çünkü kölelerin sahiplerle bütünleşmeleri söz konusu. Sahiplerin akrabalık gruplarına girmelerine izin veriliyor, hele azaddan sonra evlenmeler söz konusu olabiliyor. O yüzden Osmanlı’daki köle sistemi açık bir köle sistemi. Kölelerin topluma entegrasyonunu hedefleyen bir sistem değil.”
Tel Aviv Üniversitesi’nden Ehud Toledano anlatıyor:
”Osmanlı kölelik sistemi batılı ve batılı olmayan kölelik sistemlerinden farklıydı. Çünkü kendi karakteristik özellikleri vardı. Nedenlerden birçoğu özellikle ev içi kölelik ilişkisinde sahip-köle ilişkisi çok daha yakındı. Aynı mekanda birlikte yaşıyorlardı. Bu ilişkinin Amerika’da bir tarımsal işletmede olduğu gibi katı ve agresif olduğunu söylemek mümkün değil. Azadsa sistemin niteliğini değiştiren bir başka mekanizma. İslam topluluklarında köle üretme pratiği, birkaç münferit uygulama dışında yaygın bir uygulama değildi. Yani insanlar köle oluyorlar, azad ediliyorlar, topluma karışıyorlar. Böyle bir döngü söz konusu.. Dolayısıyla köle talebi hep var.
Girit Mübadili Hünü Karaman anlatıyor:
”1855 yıllarında yabancılar tarafından bir gemi getiriliyor. İçlerinde köleler… Mehmet ve Ayşe adında bir çift. Bunlar çift olarak yakalanmış. Nijerya’dan getirilmişler. Yunanlılar bizim aileye geliyor ve diyorlar ki “Bunlar Müslüman. Bunları siz alın.” Aile de köle almaya çok uygun olmadığından reddediliyor. Sonradan başka seçenek olmadığından satın alıyorlar.”
Hüsnü Karaman’ın anlatımında günümüz Nijerya’sından getirilen köleler, efendilerinin ağzından anlatılıyor. Oysa madalyonun diğer yüzünü oluşturan siyah kölelerin, yani ötekilerin anlatımı süreci ve sistemi anlamak açısından çok daha önemli. Zira, Osmanlı kölelik sistemi her ne kadar çağdaşlarından daha ehven-i şer olsa da efendilerin hakimiyeti üzerine kuruludur. Yani köleler çok geçerli bir nedenleri olmadan efendilerinin boyunduruğundan dışarı çıkamaz. Daha da önemlisi hiçbir şekilde kendi hayatlarıyla ilgili bir tasarrufta bulunamaz.
Mustafa Olpak anlatıyor:
“Dedem Korsan Ahmet, çiftlik yaşamına uyum sağlamıştı. Ancak çiftlikte işler bir türlü durulmuyordu. Osmanlı ailesi yeni bir karar alıp karısı Nuriye’yi İstanbul’a gönderir. Küçük kızı Nuriye’yi ise yabancılara evlatlık verir. Aynı çiftlikte çalışan Şadiye ile dedemi evlendirirler. Bir süre sonra Osmanlı ailesi çiftlikte çalışanları muhtemelen azad ediyorlar. Ancak başka bir yaşam bilmeyen dedemler çiftlikte kalmaya devam ediyorlar.”
Osmanlı kölelik sistemi açık bir kölelik sistemi olduğu için azad etme sistemi çok yaygındı. Birçok köle sahibi için bu mümkündü. Yasal olarak hiçbir engel yoktu ve adetler, gelenekler açısından köleler azad edilmek için alınırdı.
Osmanlı’da azadlık, köleler özel bir kategori oluşturur. İstismara açık oldukları için. Neden öyle? Çünkü kölelik en genel anlamıyla köleye bir tür koruma sağlardı. Kadın veya erkekse bir yerde yaşardı. İhtiyaçları karşılanırdı. Bunlara sahip olan bir aile vardı. Bir kimlikleri vardı. Beyim şu, şu evde yaşıyorum diyebilirken azad edildikten sonra bu özelliklerin hepsini yitirirlerdi. Dolayısıyla azadla birlikte kendilerine bakabilmek, bir kimlik kazanabilmek zorundaydılar. Toplumsal olarak bu genellikle zordu. Osmanlı hükümeti özellikle Tanzimat’ta azadlık kölelerin korunmasına özel bir önem verdi. Amaç azadlık kölelerin özel durumundan yararlanmak isteyen sistem ya da kişileri bertaraf etmekti. Özellikle 2. Abdülhamit döneminde azadlık köleler için misafirhaneler kuruldu. Azadlık kölelere, toplum yaşamına uyabilmeleri, kendilerini yeniden yapılandırabilmeleri için maddi yardımda bulunuldu. Kimi azadlık erkek köle orduya alındı ve kendilerine aylık bağlandı. Böylelikle evlenebilirlerdi ve bir aile kurabilirlerdi. Aile toplum içinde onlara önemli bir koruma sağlayacaktı.(Tel Aviv Üni. Ehud Toledano)
Kaynak: TRT belgeseli. 2006. “Arap Kızı Camdan Bakıyor”
Yukarıda anlattıklarımızın tamamı TRT tarafından 2006’da çekilen “Arap Kızı Camdan Bakıyor” adlı belgeselde bulunmaktadır. Bu önemli belgeseli youtube‘dan isteyen herkes izleyebilir.
(Devam edecek)